Adile Naşit: Bir Ülkenin Hafızasına Kazınan Oyuncu -
Adile Naşit

Adile Naşit: Bir Ülkenin Hafızasına Kazınan Oyuncu

1930’ların çok kültürlü İstanbul’unda kulislerin gölgesinde büyüyen Adile Naşit, güzellik kalıplarını reddeden cesareti, kendi bedeninin ritminden kurduğu benzersiz oyunculuğuyla halen Türkiye’nin ortak hafızasında 38 yıldır eşsiz bir yerde.

1930’da İstanbul’da dünyaya geldiğinde, kaderi sanki çoktan sahnenin tozuna yazılmıştı. Babası, tuluat geleneğinin unutulmaz komiği “Komik-i Şehir” Naşit Özcan; annesi ise kantocu ve oyuncu Amelya Hanım’dı. Anne tarafından dedesi kemancı Yorgo Efendi, anneannesi ise sahnelerin ünlü kantocusu “Küçük Virjin” olarak biliniyordu. Çok kültürlü bu aile mirasının ortasında Adile Naşit, sahnenin tam kalbine doğmuştu. Çocukluğu kulislerde geçen koşuşturma, kostümler, prova sesleri ve tiyatronun içten karmaşasıyla şekillendi. Babasının erken ölümü aileyi ekonomik olarak sarssa da, sahne onun için hep nefes alan bir yer olmaya devam etti.

Güzellik Kalıplarına Uymayan Oyuncu

Adile Naşit, Yeşilçam’ın dayattığı güzellik ve yıldızlık ölçülerine hiç yaslanmadı. Bunun yerine, bedeninin doğal ritmini, sesinin titreşimini, yürüyüşünün salınımını kendi oyunculuk dilinin merkezine koydu. Bu sahicilik, onu kalıplara uyan değil, kalıpları dönüştüren bir oyuncuya dönüştürdü. Kendi bedeninden utanmayan, onu saklamaya çalışmayan, aksine oyunculuğun bir parçası hâline getiren bir kadındı. Orta sınıfın ya da yoksul mahallelerin kadınlarını, karikatüre kaçmadan, onların öfkesini, sabrını ve gücünü gerçek bir yerden temsil etti.

Hayatı boyunca büyük acılar da taşıdı; oğlu Ahmet’in genç yaşta ölümü, Adile Naşit’in hem kişisel dünyasında hem oyunculuğunda derin bir iz bıraktı. Onun kahkahası hep içten geldi ama hep bir gölgesi vardı.

Mahalleler, Sofralar, Kalabalık Evler

1970’lerle birlikte sinemadaki görünürlüğü hızla arttı. Sev Kardeşim, Oh Olsun, Mavi Boncuk, Salak Milyoner gibi filmlerde önce yan rollerde belirdi; ama o yan rollerin bile ritmini, sıcaklığını ve hafif çatlak duygusunu belirleyen kişi hâline geldi. Canlandırdığı kadınlar hep tanıdıktı: Biraz öfkeli, biraz dedikoducu, biraz kırılgan, çokça şefkatli… Ama asla kusursuz değillerdi. Onun anneleri ve teyze figürleri, gerçek hayatın tüm çatlaklarıyla perdeye taşınmış kadınlardı.

Hafize Ana: Otoriteyi Sevgiyle Kurmak

Hababam Sınıfı serisindeki Hafize Ana, Adile Naşit’in Türkiye’nin ortak hafızasına kazınmasını sağlayan karakter oldu. Elindeki zille hem disiplin hem oyun getirdi; erkek egemen bir okulun içinde, otoriteyi sevgiyle kuran tek figürdü. Hafize Ana ne evlilik peşinde koşan, ne zenginleşmeyi düşleyen, ne de romantik bir hikâyenin merkezine yerleştirilen bir figürdü. O, bulunduğu mekânı daha yaşanılır kılmak için sessizce ama kararlılıkla var olan kadınların temsilcisiydi.

Hababm Sınıfı

Münir Özkul’la beraber oynadıkları filmler —Bizim Aile, Gülen Gözler, Neşeli Günler— Türkiye’de “aile” kavramının popüler imgesini yeniden kurdu. Bu filmlerde Adile Naşit’in canlandırdığı karakterler, yalnızca mutfaktaki düzeni değil, evin adalet duygusunu da taşıyan kadınlardı. Yoksulluğun, kalabalığın, sevginin ve zaman zaman kırgınlığın içinden geçen o evlerin gerçek direği oydu.

Neşeli Günler

Bir Ülkenin Ninnisi

1980’lerde TRT ekranındaki Uykudan Önce, Adile Naşit’i sinema salonlarından çıkarıp Türkiye’nin evlerine taşıdı. Çocuklara masal anlatışı, sesinin dalgalanışı, kamerayla kurduğu o doğrudan temas, onu kuşaklar boyunca “gerçek bir anne” figürüne dönüştürdü. Burada artık “anne” rolü, biyolojik ilişkiyi aşmış, kolektif bir figüre evrilmişti.

Hababam Sınıfı

Kayıp Bir Dönemle Bağ Kurmak

1987’de, 57 yaşında aramızdan ayrıldığında, Türkiye’de televizyon yavaş yavaş çoğullaşıyor, kültürel alan değişiyordu. Onun ölümü, bir bakıma o tek kanallı, tek salona sığan ortak duygulanım döneminin sona erişinin sembollerinden biri olarak hatırlandı. Bugün hâlâ filmleri izlendiğinde içimizi ısıtan duygu, sadece nostalji değil; onun sahiciliğinin hâlâ eksilmeyen yankısı.

Bir Anti-Yıldız: Adile Naşit

Ölümünün 38 yılında Adile Naşit’i anıyorken onunla ilgili yazılmış kapsamlı bir kitabı anmak zorundayız: Sibel Öz’ün Oyuncu – Yeşilçam Yıldız Sisteminde Bir Anti-Yıldız: Adile Naşitadlı çalışması, Adile Naşit’e dair yıllardır içimizde yer eden sıcak duyguyu incitmeden, onu daha geniş ve derin bir zeminde yeniden düşünmemizi sağlıyor.

Kitap, Naşit’i yalnızca filmlerdeki kahkahasıyla değil; sahneden gelen mirası, Yeşilçam’ın koşulları içinde kendi yolunu bulma biçimi ve seyircinin kalbinde kurduğu benzersiz yer üzerinden anlatıyor. Öz, Naşit’in yıldız olmaya hiç heves etmeden, hatta yıldız sisteminin kalıplarına hiç uymadan nasıl bu kadar sevildiğini incelikle açmış. Onun çok kültürlü kökenini, mahalle hayatıyla kurduğu doğal bağı, emekle örülü oyunculuk anlayışını ve kamera karşısında yarattığı o güvenli yakınlığı büyük bir anlayışla yorumlarken, Naşit’in hayatındaki acıların —özellikle oğlunun kaybının— oyunculuğuna nasıl sessiz bir gölge gibi eşlik ettiğini de büyük bir hassasiyetle ele almış.

Seyircinin kuşaklar boyu kurduğu yakınlığın nedenlerini yeniden düşünmemizi sağlayan bu çalışma, Naşit’in yıldız olmaktan çok, “herkesin hayatından bir parça” olarak var olmasını anlamlandırıyor. Sonuçta ortaya çıkan portre, Yeşilçam’ın sıcak ışıkları altında parlayan bir oyuncudan çok daha fazlasını, Türkiye’nin ortak duygulanım tarihine kazınmış bir anti-yıldızı anlatıyor. Kitap, Adile Naşit’i nostaljik bir simgeye indirgemeden, onun Türkiye’nin ortak hafızasında neden bu kadar kalıcı bir yer tuttuğunu gösteren önemli bir kaynak.

Çağan Irmak’tan Adile Naşit

Yönetmenliğini Çağan Irmak’ın yaptığı Adile Naşit filmi de, 5 Aralık’ta sinema izleyicisiyle buluştu. Başrolünde Meltem Kaptan’ın yer aldığı yapımda Seda Bakan, Özgürcan Çevik, Levent Can, Tarık Ündüz, Bülent Seyran, Berkay Tulumbacı, Serhat Tutumluer oynuyor. Filmin senaryosu ise Nermin Yıldırım’a ait.

“Hangi İnsan Hakları? Film Festivali” Başlıyor

0 0,00