Faşizm Bile, Nazizmin Yanına Yaklaşamaz -
Alman Kültürü İçin Mücadele Birliği’nin 24 Nisan 1929’da gerçekleştireceği etkinliğin afişi

Faşizm Bile, Nazizmin Yanına Yaklaşamaz

Akademisyen ve eleştirmen Eralp Osman Erden’in "Nazi Almanyası’nda Kültür ve Sanat" adlı kitabı yayımlandı. Kitap, Hitler döneminde Nazizmin sanatın yedi farklı alanındaki etkisini inceliyor. Erden, ArtDog İstanbul’a verdiği röportajda, “Nazizmin insanlık dışılığı öyle boyuttadır ki, faşizm bile ona yaklaşamaz,” diyor.

//

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nde Öğretim Üyesi olan Eralp Osman Erden, vaktiyle hocası Prof. Dr. Zeynep İnankur danışmanlığında hazırladığı Yüksek Lisans Tezi’ni baştan ele alarak, özgün ve derinlikli bir araştırma ile kamuoyunun ilgisine sundu. Faşizm, otokrasi, totalitarizm, emperyalizm, sansür, monarşi gibi ucu karanlık kelime ve kavramlara, ulusal ve uluslararası atlaslarda gittikçe aşinalaştırılmaya çalışıldığımız şu günlerde, Erden kitabında “Sanat, bir diktatörlüğün gölgesinde nasıl yaşar?” gibi hayatî bir sorunun peşine takılıyor. Çok sayıda konu başlığı ve görselle pekişen, en az 50 referans kaynağa bizleri taşıyan çalışma, “Totaliter rejimlerde üretilen sanat”ın karanlık röntgenini, en çıplak veri ve görsellerle önümüze koyuyor.

Nazi Almanyası’nda Sanatın Karanlık Yüzü

Erden, soykırımcı, sansürcü ve faşist “Üçüncü Reich” rejiminin hangi eserleri yüceltip hangilerini yasaklandığını, sanatçıların hangi yollarla susturulup bastırıldığını, sanatçıların ise bunlara ne şekilde karşılık verdiğini, eserinde mimarlıktan sinemaya, tiyatrodan edebiyata, görsel sanatlardan mimarlığa sıçrayan tüm delil ve müsebbiblere kadar irdeliyor. Erden “Nasyonal Sosyalizmin Alman Sanatına Yansıması” adlı tezinin güncellendiği kitabında, tüm bunları yaparken Alman kültürünün tarih içinde nasıl evrildiğini, bu kültürel birikimin nasıl olup da bir totaliter rejime entelektüel ve duygusal zemin hazırladığını ortaya koyuyor. Hayalperest Kitabevi’nin kendisini okura tanıttığı kelimelerle ifade edersek, “…diğer bir deyişle, şairlerin ve düşünürlerin insanlarının nasıl olup da yargıçların ve cellatların insanlarına dönüştüğünü tüm detaylarıyla okuyucuya sunuyor.” Erden, ArtDog Istanbul’un sorularını yanıtladı.


Berlin Schönhausen Sarayı. 1937 yılında toplanan modern sanat eserlerinin toplandığı depo.
Fotoğraf tarihi 1938-1939. @Staatliche Museen zur Berlin, Zentralarch

Günümüz Modern dünya ülkelerinin ulusal kültür enstitülerinin (Goethe Institut, Instituto Italiano di Cultura, Yunus Emre Enstitüsü, Institut Français vb.) niyetleri ile, Nazi rejiminin kurduğu, ve dahi Hitler’i bile üyeliğe sevk eden Alman Kültürü için Mücadele Birliği arasında vizyon ve eylemde vahim benzerlikler olabilir mi?

Günümüzde uluslararası alanda faaliyet gösteren Goethe Institut, Instituto Italiano di Cultura, Yunus Emre Enstitüsü, Institut Français gibi kurumların Weimar Almanyası’nda kurulan Alman Kültürü için Mücadele Birliği ile herhangi bir benzerlik taşıdıklarını düşünmüyorum. Alfred Rosenberg’in başında olduğu Alman Kültürü İçin Mücadele Birliği, Almanya içinde faaliyet gösteren, devletten bağımsız olarak işleyen, Weimar Almanyası’nda bir muhalefet partisi olan Nazi Partisi’ne bağlı kitlesel bir örgüttür. Amacı ise modern sanata karşı çıkarak kendi ideolojileri çerçevesinde gerçek Alman sanatını Alman halkına benimsetmektir.

Sayfa 48’den hareketle, kendisi de koleksiyoner, İtalyan Futurist Uçak Sergisi’nde deneyselliği bile yüceltmiş Goebbels’in 1935’e kadar Modernizm sevdalısı olması ve sonra yön değiştirmesini nasıl analiz etmeliyiz?

Mart 1934 tarihinde düzenlenen İtalyan Fütüristik Uçak Resimleri sergisi düzenleme komitesinin onur üyesi olan Goebbels, söz konusu serginin açılış töreninde yaptığı konuşmada modern sanatı ve sanatta deneyselliği yüceltir. Parti içindeki modern sanat üzerine gerçekleşen çekişme sol ve sağ kanat arasındaki mücadele ile örtüşmektedir. Keskin bir antisemitist olmakla birlikte üstün ırk kavramına inanmayan Goebbels, 1926 yılının sonunda sol Strasser kanadını bırakmış olmasına karşın Rosenberg öncülüğündeki sağ kanada yakınlaşmamış, sol kanadın sanat alanındaki fikirlerini benimsemeye devam etmiştir. Nazi iktidarının ilk yıllarında modern sanatı destekleyici bir tutum sergileyen Goebbels, 1935 yılının ortalarından itibaren keskin bir dönüş yaparak ülke genelinde modern sanatın varlığını ortadan kaldırma yolunda sert politikalar izler. Bu noktada Goebbels’in ne denli oportünist olduğu tekrar ortaya çıkar. 1926 yılında Adolf Hitler’in kendisine Nazi Partisi’nin Berlin örgütü sorumluluğunu teklif etmesiyle Strasser kanadını terk etmiş olan siyasetçi, bu sefer Adolf Hitler’in völkisch sanattan yana tavır koymasıyla modern sanata olan olumlu yaklaşımını yıkıcı bir yaklaşıma dönüştürmüştür. Modern sanatı desteklemeye devam etmekle Rosenberg’e karşı Adolf Hitler’in gözünde prestij kaybetmeyi göze alamayan Goebbels, sanata karşı işlenmiş en büyük suçları işlemekten kaçınmayacaktır.

Sayfa 63’e referansla, Nasyonal Sosyalist rejimin yok ettiği ilk sanat eserlerine baktığınızda ne gibi karakteristik ve ortak özellikler öne çıkar?

Weimar Almanyası’nda eyalet sistemi söz konusu olduğundan Nazi zihniyeti iktidara geldiği 1933 yılından önce sanata dair fikirlerini pratiğe dökme imkânı bulmuştur. Örneğin 1930 yılında Thüringen Eyaleti’nde iktidara gelen Naziler ilk fırsatta sanata yönelik girişimlerde bulunmuş, aralarında Otto Dix, Paul Klee, Franz Marc, Emil Nolde, Oskar Kokoschka gibi sanatçıların eserlerini kamu binalarından kaldırmış, Oskar Schlemmer’in Bau der Hochschule’deki duvar resimlerini yok etmişlerdir. Bu eserlere bakıldığında ortak özelliklerinin modern estetik ile üretilmiş olmalarıdır.

Yozlaşmış Sanat Sergisi Broşürü, 1937

Goebbels ve Hitler’in açılışına katıldığı Yoz Sanat Sergisinde, 112 Alman sanatçıya ait 730 eser iki milyonu aşan (!) ziyaretçi toplarken, sistemin propagandist büyük Alman sergisini 400 bin kişi geziyor. Bu bir ironi, değil mi?

1937 yılında organize edilen Yoz Sanat Sergisi iki milyonu aşan ziyaretçi toplarken, sanatın nasıl olması gerektiğine dair örnekler içeren Büyük Alman Sergisi’ni 400 bin kişinin gezmesi ironik olduğu kadar Alman halkının sanata olan yaklaşımına yönelik önemli bir veriyi de içermektedir. Nazi estetiği ile üretilmiş eserler henüz halkın ilgisini çekecek kadar başarılı değildir. Oysa Naziler’in ortadan kaldırmak istediği modern sanat ortaya çıktığı dönemden o zamana kadar halkta belli bir ilgi yaratmıştır.

Bauhaus’un Nazi rejimi karşısında ‘Ustalar Konseyi’ tarafından etik bir tavırla lağvedilmesi, aklıma Akademi’den MSGSÜ’ye geçiş sürecinde Türkiye’nin kültür sanat iklimini getiriyor. Türkiye, tarihinde faşizme karşı kültür sanat alanında böylesi bir tutuma tanıklık etti mi?

Bauhaus’un 1933 yılında Naziler’in iktidara gelmesiyle kendini lağvetmesi ile İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nin 12 Eylül 1980 Darbesi’ne karşı olan tutumunu karşılaştırmak çok doğru olmayabilir. Akademi yönetiminin kurumu lağ etme yetkisi olduğunu sanmıyorum. Diğer yandan YÖK’ün kurulmasıyla birlikte ülkedeki yüksek öğrenim tek bir çerçeveye sıkıştırılmış, Akademi hocaları da buna göz yummuştur. Akademi üniversiteye dönüştürülürken hocalar bir gecede profesör ünvanına sahip olmuşlardır.

Turistik replika kent kartpostallarıyla , en çok da Yahudi müşterilerle geçinirken, Hanisch tarafından dolandırılan Hitler’in tarihe yaptığı etki yine manidar değil midir? Eserlerindeki mimari vurgu, foto realist özlem, Kavgam’da kendini mimari ressam veya sanatçı olarak tabir etmesi neyle açıklanabilir? Asosyal midir? Mükemmeliyetçi midir? Taklitçi midir? Meslektaşlarının işlerine kıskanç mıdır? Bildiğimiz kadarıyla Hollywood bu süreci de Max filmiyle belgelemiştir.

Adolf Hitler hakkında en önemli biyografiyi kaleme alan Ian Kershaw diktatör hakkında şöyle bir tanımlama yapar: “Bütün konularda bildiğinden şaşmaz, gerçeklikten bütünüyle uzak fikirler nedeniyle ani ve geçici coşkuların esiri olan ve yüzeye çıktıkları kadar çabuk kaybolan tutkulu boş hayaller kuran biri.” Kershaw Hitler’in hayata karşı duruşu ve karakteri üzerine yazdığı satırlarda daha sert bir yaklaşım ortaya koyar: ”Hayallerden beslenen manik bir coşkunun ve enerjinin eşlik ettiği tembel bir hayat tarzı, sanat özenticiliği, gerçeklik duygusunun eksikliği ve kişisel duygulardan etkilenmeksizin neyin önemli neyin önemsiz olduğuna karar verebilme yetisinin yokluğu, bildiğinden şaşmaz bir otodidaktizm, benmerkezcilik, acayip bir hoşgörüsüzlük, ani kızgınlıklar ve öfke patlamaları, büyük bir sanatçı olmasını engelleyen herkese ve her şeye yönelttiği, hınç ve düşmanlık dolu tenkitler…”

Bizleri yolu İstanbul’a düşen Alman savaş ressamı Wessel ile tanıştırıyorsunuz. Özetler misiniz ?

Alman savaş ressamlarından Wilhelm Wessel, 1904 yılında Iserlohn’da doğmuş, Weimar Bauhaus’undan diploma aldıktan sonra 1926 yılında çalışmak üzere İstanbul’a taşınmıştır. Bugün ismi İstanbul Özel Alman Lisesi olan Alman Oberrealschule’de ve Fransız St. Benoit Okulu’nda öğretmenlik yapan Wessel Yunanistan, Mısır, Filistin’e ziyaretler yaptıktan sonra Almanya’ya dönerek Berlin Üniversitesi’nde Erken Hıristiyan ve Yakın Doğu sanatı üzerine dersler vermeye başlar. 1939 yılında savaşın başlamasıyla askere çağrılan Wessel, Altıncı Panzer Bölüğü’nde savaş ressamlığı görevine başlar.

Wessel aynı zamanda ressamlık görevinin yanında cephede aktif olarak savaşmış ve dört kez yaralanmıştır. 1942 yılından sonra Erwin Rommel’in ordusunda Kuzey Afrika’da ve Albert Kesselring’in ordusunda İtalya’da görev yapan Wessel söz konusu cephelerde çok sayıda yağlıboya resim yapmıştır. Savaş sonrasında yaptığı araştırmalar sonucu yüzden fazla resminin Pentagon’da bulunduğunu öğrenen Wessel, 1954 yılında Amerikan ordusuna bir dilekçe yazarak eserlerinden altı tanesinin kendisine iade edilmesini talep etmiştir. Wessel 3 Haziran 1971 tarihinde Almanya’da öldüğünde talep ettiği altı resim halen Amerikan ordusunun elinde bulunmaktaydı.

Nazi Almanyasonda Kültür ve Sanat

Okurlarla, kitabınız vesilesiyle paylaşmak istediğiniz özel mesaj nedir?

1933-1945 yılları arasında Almanya’da hüküm sürmüş Nazi iktidarı değerlendirilirken göz önünde tutulması gereken en önemli husus bu olayın tarihte tek (unique) olduğudur. Nazi ideolojisi ve onun pratiğe dökülmesine benzer herhangi bir vaka söz konusu değildir. Nazi iktidarının eylemlerini günümüzdeki başka iktidarların pratiği ile karşılaştırmak yanlış sonuçlara yol açacaktır. Nazizim o denli insanlık dışıdır ki faşizm bile kendisine yaklaşamaz.

Eralp Osman Erden Hakkında

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Batı Sanatı ve Çağdaş Sanat programında “Nasyonal Sosyalizmin Alman Sanatına Yansıması” başlıklı yüksek lisans tezini tamamlamasının ardından “Türkiye’de Güncel Sanat Alanını Şekillendiren Unsurlar” başlıklı teziyle doktor unvanını kazandı. Halen Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nde doktor öğretim üyesi olarak görevini sürdürmektedir. UNESCO’ya bağlı Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği (AICA) Türkiye Şubesi’nin 2008-2011 yılları arasında yönetim kurulu üyeliği, 2011-2014 yılları arasında başkanlık görevlerini yerine getiren Erden’in Modern Sanatın Kısa Tarihi adlı kitabı 2016 yılında yayımlandı. Erden halen Fransız Devrimi’nde Kültür ve Sanat başlıklı kitap üzerine çalışmalarını sürdürmektedir.

Sokak Hayvanlarına Yönelik Genelge Yargıdan Döndü

0 0,00