Fausto Zonaro, Füreya Koral, Alev Ebüzziya, Mehmet Güleryüz, Hoca Ali Rıza, Leonardo De Mango, Şeker Ahmet Paşa ve Halife Abdülmecid Efendi gibi sanat tarihinin önemli isimlerinin eserleriyle çalışan restorasyon uzmanı Zeynep Muazzez Akkaya, mesleki pratiğini “önce anlamak, sonra dokunmak” ilkesiyle tanımlıyor. Biz de Akkaya ile bu yaklaşımın izini sürdük.
Restorasyonla ilişkiniz nasıl başladı? Bu alana girişiniz ve eğitim sürecinizden bahseder misiniz?
Resimle ve yüzeyle ilişkim çok erken yaşlarda başladı diyebilirim. Zamanın izlerini taşıyan yüzeyler çatlaklar, solmalar, pigmentin yaşlanması bana hep bir hikâye anlatıyor gibiydi. Bu merak beni yalnızca sanat tarihine değil, malzemenin kendisine de yöneltti. Üniversitede restorasyon eğitimine başladığımda fark ettim ki bu alan yalnızca “onarım” değil, aynı zamanda “okuma” mesleği; her eser kendi dilinde konuşuyor. Özellikle İtalya’da geçirdiğim dönem, bana malzeme etiği, sabır ve ölçülülük kavramlarını çok güçlü biçimde kazandırdı.
İtalya’da aldığınız eğitim restorasyona yaklaşımınızı nasıl şekillendirdi?
Eğitimimin bir bölümünü İtalya’da, Floransa’daki Palazzo Spinelli Restorasyon okulu ve Roma’da sürdürmem, mesleki yaklaşımımı derin biçimde etkiledi. Burada, “reversibilite”, “minimum müdahale” ve “estetik bütünlüğün korunması” gibi evrensel restorasyon ilkelerini doğrudan uygulama olanağı buldum. İtalya’daki eğitim süreci, restorasyona bakışımı kökten değiştirdi diyebilirim. Floransa’daki atölye geleneği, restorasyonun yalnızca teknik bir uygulama değil, aynı zamanda tarihsel, etik ve estetik bir sorumluluk olduğunu öğretti.
Burada özellikle Cesare Brandi’nin “Teoria del Restauro” yaklaşımı üzerinden, eserin hem tarihsel kimliğini hem de estetik bütünlüğünü koruma dengesinin ne kadar hassas olduğunu deneyimledim. Her müdahalenin geri alınabilir olması, orijinalin yerine geçmemesi ve belgeye dayalı yürütülmesi gerektiği prensipleri çalışma anlayışımın temelini oluşturdu.
İtalyan yönteminde gözlem, sabır ve analitik düşünme büyük önem taşır. Bir yüzeydeki en küçük değişimi bile fark etmek, malzemenin davranışını okumak ve her kararın etik sınırlarını sorgulamak, restorasyon pratiğimin merkezinde yer aldı. Bugün hâlâ her esere yaklaşırken bu disiplinin getirdiği metodolojik titizlikten besleniyorum: önce anlamak, sonra dokunmak.
Restorasyon sizin için kişisel olarak ne anlam ifade ediyor?
Benim için restorasyon, aynı zamanda bir sabır ve dikkat disiplini. Her fırça darbesi, her malzeme seçimi bir sorumluluk taşır. Eseri “yeniden yapmak” değil, “varlığını sürdürebilmesini sağlamak” esastır. Bu yaklaşımda, estetik duyarlılıkla bilimsel yöntemin bir aradalığı, mesleğin en derin anlamını oluşturur. Kısacası restorasyon, zamanın izlerine saygı duyarak sessiz bir diyaloğu sürdürme biçimi.
Restorasyon çok kapsamlı bir alan, bu alanda uzmanlaştığınız dönemler, eserler veya malzemeler var mı?
Uzmanlık alanım ağırlıklı olarak 19. yüzyıl Oryantalist resim geleneği, klasik dönem Türk resmi, Paris ekolü sanatçılar, ikona ve seramik eserler olarak sıralayabilirim. Dolmabahçe Sarayı’nda, TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na bağlı olarak çalıştığım 15 senelik süreçte bu koleksiyonun çok sayıda önemli eserine müdahale etme fırsatım oldu. Milli Saraylar Koleksiyonu, Osmanlı’nın Batı resim anlayışıyla kurduğu estetik diyaloğu çok güçlü biçimde yansıtan bir koleksiyondur. Burada hem Avrupalı oryantalist ressamların hem de Osmanlı saray ressamlarının eserleriyle birebir çalışmak, dönemin malzeme tercihlerini, pigment yapısını ve yüzey karakteristiklerini yakından inceleme olanağı sundu. Müzeden ayrıldıktan sonra Paris ekolü sanatçılar, yaşayan Türk ressamlar, özel koleksiyonlarda yer alan yerli ve yabancı güncel sanatçılarla devam ediyor sürecim.
Bir eseri restore ederken nelere dikkat edilmeli? Esere müdahale ederken sınır ne olmalı?
Bir eseri restore ederken en temel ilke, onun tarihsel ve estetik kimliğine saygı göstermektir. Restoratör, eserin kendi bütünlüğünü koruyarak yalnızca sürdürülebilirliğini sağlamalıdır. Cesare Brandi’nin tanımladığı restorasyon etiği, her müdahalenin hem “geri alınabilir” hem de “gözle ayırt edilebilir” olmasını öngörür. Yani restoratör, sanatçının yerine geçmez; yalnızca eserin zamanla kaybolan okuma bütünlüğünü destekler.

TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı’nda uzun yıllar çalıştınız. Bu süreci sizden dinleyebilir miyiz? Hangi projeler sizin için dönüm noktası oldu? Bugünkü çalışma biçiminizi nasıl şekillendirdi?
Restorasyon serüvenim, üniversite stajım sırasında müzede başladı. Bu deneyim, Prof. Dr. Erol Eti’nin önderliğinde ve onun İtalyan-Türk hükümetleri arasında imzaladığı kültür anlaşması çerçevesinde şekillendi. Bu anlaşma sayesinde okulumuz, müzenin restorasyon laboratuvarını kurma imkânı buldu ve ben de üç yıllık periyodik restorasyon çalışmalarına hocalarla birlikte dahil oldum. Bu dönem, müze koleksiyonunda yoğun bir uygulama ve gözlem fırsatı sundu. 19. ve 20. yüzyıl Oryantalist resimler ve Türk ressamlarının önemli eserleriyle birebir çalışmak, malzeme bilgimi ve teknik yetkinliğimi derinleştirdi. Özellikle Fausto Zonaro’nun doğumunun 150. yılı sergisi, Hoca Ali Rıza, Leonardo De Mango, Şeker Ahmet Paşa ve Halife Abdülmecid Efendi’nin eserleri, Ivan Ayvazovski tabloları hem teknik açıdan hem de estetik hassasiyet açısından dönüm noktalarımdandı. Milli Saraylar’daki bu deneyim, bugünkü çalışma biçimimi doğrudan etkiledi. Eserlerle yürütülen restorasyon süreci artık sadece teknik bir müdahale değil; titizlikle belgelenen, bilimsel temellere dayanan ve eserin tarihsel kimliğine saygı gösteren bir metodolojiye dönüştü. Ayrıca bu süreç, farklı disiplinlerden uzmanlarla işbirliği yapma alışkanlığımı da pekiştirdi ve eserle kurulan ilişkiyi daha bilinçli bir zemine taşıdı.
Eserin restorasyon sürecinde hangi teknikleri tercih ediyorsunuz?
Restorasyon sürecinde, eserin malzeme ve dönem özelliklerini öncelikli kriter olarak alıyorum. Sanatçı hayatta ise onunla iletişim kurmaya çalışıyorum. Genellikle kontrollü yüzey temizliği, vernik stabilizasyonu, minimal rötuş ve malzeme uyumluluğu ön planda. Her müdahale geri alınabilir ve belgelenebilir biçimde yürütülüyor; böylece hem estetik bütünlük korunuyor hem de eserin tarihsel kimliği zarar görmüyor.
Meslek hayatınızda sizi en çok zorlayan veya iz bırakan eser ya da müdahale kararı neydi?
Meslek hayatımda en kritik kararları eserlerle ilgili alıyorum; her adımı uzun uzun tartıp ilerliyorum. Özellikle bir Fahrelnisa Zeid eseri, boya kabarması, pullanma ve dökülme riski taşıyordu. Çoğu kişi eseri rutin yöntemlerle restore etmeyi hatta rantuale önerirken, ben tuvalin ipliğini güçlendirmek ve resmi hem ön hem de arka yüzünden kontrollü şekilde nem vererek stabilize etmek yönünde bir karar aldım. Bu yaklaşım, eserin bütünlüğünü korurken, müdahalenin geri alınabilir ve eserle uyumlu olmasını sağladı. Eseri 19 sene sonra bu sene tekrar gördüm oldukça iyi durumda olduğunu izlemek beni çok mutlu etti.
15 yıldır kendi laboratuvarınızda restorasyon çalışmalarınıza devam ediyorsunuz. Laboratuvarınızda bir gün nasıl geçiyor? Çalışma sürecinizi ve bugüne dek bu laboratuvarda restorasyonuna imza attığınız eserleri detaylarıyla öğrenmek isteriz.
Kendi laboratuvarımda günüm, eserlerin ön değerlendirmesi, belgeleme ve analiz ile başlar. Ardından malzeme testi, konservasyon planlaması ve kontrollü müdahale adımları süreci takip eder. Laboratuvarda her eserin ihtiyaçlarına göre farklı yöntemler uyguluyorum. Bugüne dek birçok sergi ve koleksiyon için hazırlanan eserlerin hem teknik hem de estetik açıdan titiz bir süreçten geçerek restorasyonunu tamamladım.
Türkiye’de koleksiyonerlerin, galerilerin ve müzelerin restorasyona bakışını nasıl değerlendirirsiniz?
Türkiye’de tüm koleksiyonların, müzelerin veya galerilerin restorasyon etik süreçlerine gereken önemi verdiğini söylemek yerinde olmaz. Ancak genel olarak bu alanda bir gelişim süreci içinde olduğumuzu gözlemliyorum. Koleksiyonerler ve kurumlar, zamanla restorasyonun yalnızca eserin korunması değil, aynı zamanda kültürel mirasın gelecek nesillere aktarılması açısından kritik olduğunu daha fazla fark ediyor. Bu farkındalık arttıkça, etik ve bilimsel standartların uygulama düzeyi de yükseliyor. Kısacası restorasyon bilinci, adım adım güçleniyor ve gelişmeye açık bir alan olarak ilerleyecek.
Kurumların koleksiyon politikaları, restoratörün çalışma sürecini etkiliyor mu?
Her kurumun koleksiyonuna yaklaşımı farklıdır; hepsi aynı düzeyde restorasyon süreçlerine öncelik vermeyebilir. Ancak restorasyon koleksiyonların sürecini doğrudan etkileyebiliyor; bu durum, her projede eserin ihtiyaçlarıyla kurum ve koleksiyon beklentileri arasında dengeli bir yaklaşım geliştirmeyi gerektiriyor.
Restorasyon alanındaki çalışmaların gelişmesi için sizce neler yapılabilir?
Restorasyon alanının gelişmesi için tüm paydaşların sürece daha özenli yaklaşması gerekiyor. Koleksiyonerler, galeriler, müzeler ve kurumlar, müdahalelerin bilimsel ve etik standartlara uygun yürütülmesini desteklemeli; eğitim, belgeleme ve malzeme analizine gereken önemi vermeliler. Bu yaklaşım, hem eserlerin korunmasını hem de restorasyon mesleğinin sürdürülebilirliğini sağlayacaktır.
Mesleğe yeni başlayan restoratörlere tek bir cümleyle rehberlik etmeniz gerekse ne söylerdiniz?
Her zaman sabırlı olmalarını; her eseri kendi dili ve tarihsel bağlamı içinde anlamaya çalışmalarını; müdahalelerini minimal tutmalarını ve bilimsel, etik standartlardan ödün vermemelerini öneririm. Restorasyon yalnızca teknik bir uygulama değil, aynı zamanda kültürel mirasla kurulan bir sorumluluktur; bu bilinçle hareket etmek meslekte kalıcı bir temel oluşturur.
Türkiye’de dönem dönem gündeme gelen hatalı restorasyon uygulamaları hakkında fikrinizi merak ediyoruz. Sizce bunun sebepleri nedir? Bu uygulamaları iyileştirmek için neler yapılabilir?
Hatalı restorasyon uygulamaları, genellikle eğitim eksikliği, yeterli teknik altyapının olmaması ve sürece gereken özenin gösterilmemesinden kaynaklanıyor. Bazı durumlarda müdahaleler, eserin tarihi ve malzeme bütünlüğü yerine estetik kaygılarla veya aceleyle yürütülüyor. Bu uygulamaları iyileştirmek için, restorasyon alanında eğitim standartlarının yükseltilmesi, bilimsel ve etik protokollerin sıkı uygulanması ve kurumlar ile koleksiyonerlerin bilinçlendirilmesi gerekiyor. Ayrıca, her müdahale öncesi kapsamlı analiz ve belgeleme yapılması, hatalı uygulamaların önlenmesinde kritik rol oynar diye düşünüyorum.

31. Sayı şimdi basılı ve dijital versiyonuyla satışta.
Basılı dergi siparişiniz 5-7 iş günü içerisinde adresinize teslim edilir. Dijital sayı siparişiniz ise e-posta adresinize PDF olarak gönderilir.


