2026 yaklaşırken, İstanbul’un kültür ve sanat yaşamını İBB Kültür Dairesi Başkanı T. Volkan Aslan ile konuştuk. Aslan, 2025’te tiyatrodan müziğe, sinemadan festivallere kadar şehri sanatla dolduran adımları, genç sanatçılara açılan yeni alanları ve İBB Kültür’ün sürdürülebilir kültür ve sanat hedeflerini anlattı. Yılın değerlendirmesini ise, “2025, tüm bu çalışmaların meyvelerini toplamaya başladığımız bir yıl oldu,” diyerek yaptı.
2025 sizin için nasıl bir yıldı?
Aslında 2025 yılına, kendi bir sürü dengesi içerisinde bir bütün olarak bakmak gerekiyor. Sadece kültür ve sanat hayatı açısından değil, Türkiye’deki pek çok gelişmeyle bağlantılı bir yıl geçiriyorsunuz. Kültür ve sanat da sonuçta hayatın kendisinden bağımsız olgular değil. 2025’te kültür politikası metinlerimizde ve stratejilerimizde vurguladığımız hedefleri uygulamaya koymaya çalıştık. Bu anlamda çok verimli bir yıl olduğunu düşünüyorum. Ana bazı hedeflerimiz vardı; bunlardan biri sivilleşme politikasıydı. Bu konuda tiyatro alanında, müzik alanında ve sinema alanında, sanatın olduğu her alanda birimleşmeye ve alana dair Büyükşehir Belediyesi’nin bir yerel yönetimin yapacaklarına dair çalışmaya başlamıştık. Dolayısıyla 2025, bu çalışmaların meyvelerini toplamaya başladığımız bir yıl oldu.
“Birlikte Çözüm Ürettiğimiz Platformlar Kurduk”
Tiyatro alanında, bağımsız tiyatroların görünürlüğünü artırmaya yönelik önemli adımlar attık. Örneğin, tiyatroların sahne bulma sorununa çözüm üretmek amacıyla bağımsız tiyatrolara alan açtık; bu kapsamda Habitat Sahne faaliyete geçti. Ayrıca ücret tarifelerinde ilk kez “bağımsız tiyatro” ibaresi yer aldı ve bu sahneler, 5000 TL gibi uygun bir ücretle tiyatrolara tahsis edildi. Müzik Çalışmaları Birimi’nin hayata geçmesiyle birlikte müzisyenlere yönelik yeni eğitim programları, çalışma modelleri ve üretim alanları üzerine çalışmaya başladık. Genç müzisyenlere destek programları, “Genç Sahne” gibi genç sanatçıların yer alabileceği yeni platformlar oluşturduk. Sinema alanında ise İstanbul Sinema Ofisi, Beyoğlu Sineması ve bu yıl faaliyete geçen Sultangazi Sineması gibi projelerle sinema bileşenleriyle bir araya geldiğimiz, birlikte çözüm ürettiğimiz platformlar kurduk.
Etkinlikler açısından da oldukça hareketli bir yıldı. Mahalle mahalle, sokak sokak gezerek mobilize olmayı başardık. Hem desteklediğimiz festivallerin sayısı arttı hem de düzenlediğimiz festivallerin niteliği yükseldi. Kamu kurumlarının düzenlediği festivallerin pek ödül almadığı pek bilinmez ama biz bu yıl ödül alan bir caz festivalini organize etmenin gururunu yaşadık. Ayrıca sanat eğitimlerinde yetişen çocuklarımızın artık sanatsal olarak yetişmeye ve gelişmeye başlaması, bu eğitimlerin kurumsallaşması da 2025’te bizi en çok mutlu eden gelişmelerden biri oldu.

Bağımsız sanatçıların mekân açma politikaları oldukça beğenildi ve sıkça konuşuluyor. Habitat Sahne de bu örneklerden biriydi. Önümüzdeki süreçte buna benzer örneklerin sayısı artacak mı?
Bu konu, üzerinde çok fazla mesai harcadığımız bir mesele. Aslında mesele yalnızca tiyatrocuların meselesi değil; fakat pozitif bir yerden yaklaşıp bu soruna hızlı çözüm üreten bir yapının oluşması hepimizi memnun etti. Metrohan ve Baruthane gibi yeni miras alanlarının yanı sıra, 12 kültür merkezimizin de bu amaçla uygun koşullarda kiralanması ve tiyatroların burada gişe açabilmesi, çift yönlü bir mekanizmayı da beraberinde getiriyor. Çünkü bu kültür alanlarının yaşaması yalnızca belediye bütçesinden ayrılan payla ya da belediyenin hizmet politikasıyla sürdürülebilecek bir şey değil. Aksi hâlde, her belediye yönetimi değiştiğinde farklı etkinlik politikaları belirleniyor ve süreç buna göre değişebiliyor.
Bu anlamda bağımsız sanatçıların kültürel alanlara sahip çıkması ve bu alanlarda varlık göstermesi bu açıdan çok önemli. Tiyatro ile başlayan bu çalışmayı şimdi müzik dünyasına, sinemaya ve çağdaş sanatlara nasıl entegre edebileceğimizi değerlendiriyoruz. Tasarımcılar için de alanlar oluşturma üzerine çalışıyoruz.
Müzik, İstanbul’un en geniş ve en üretken alanlarından biri. Bu nedenle biz de bu yapının neresinde durabiliriz diye bakıyoruz. Artık bu çalışmaları yalnızca sürdürmüyor, asli görevimiz hâline getiriyoruz. İBB Kültür Dairesi Başkanlığı sadece etkinlik düzenleyen bir mekanizma olarak görülmemeli; konser ve festivaller elbette önemlidir ama biz etkinliğin ötesine geçen, kültür politikaları üreten bir yapıyı İstanbul’da ortaya koyabilmemiz gerekiyor. Bunu da Kültür Politikaları Birimi aracılığıyla gerçekleştiriyoruz.

Siz de bunu sık sık vurguluyorsunuz “alan açmak” …
Evet… Bir düşünün; bu şehirde hayata başlıyorsunuz, bir enstrüman çalmak istiyorsunuz. Belediyeyi nerede göreceksiniz, onun size nerede dokunabileceğine bakmamız gerekiyor. Enstrümanınızla ilerleme kaydediyorsunuz, orada da belediyenin rolünü tanımlamamız lazım. Bir şeyler üretmek istiyorsunuz ama ekonomik imkânlar buna el vermiyor; işte orada da kendimizi nerede konumlandırıyoruz, buna bakıyoruz. Yerel ve ilçe belediyelerin işleyişi bu sistematiğe göre planlanabilirse — ve yasalar bunu destekleyecek biçimde değişirse — gerçekten yaşayan bir kültür-sanat ortamı kurulabilir.
Tarihsel olarak belediyeler hep bir “kültürleme” görevi üstlendi; bu Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde bir ihtiyaçtı. Fakat artık yüzyıl geçti, altyapılar kuruldu. Bugün hâlâ “kültür ve sanatı her yere taşıyoruz” demek eski bir anlayış; hâlâ taşıyorsak, orada zaten bir sorun var demektir.
Bu problem nereden kaynaklanıyor? Merkezi yönetimlerden mi?
Hayır, bu daha çok bizim sürdürme biçimimizle ilgili. Devletin sanatla kurduğu ilişkinin tamamen kopması zaten mümkün değil. Çünkü bu, ekonomik olarak kırılgan bir alan. Dolayısıyla devlet her zaman olması gerektiği yerde olmalı. Ancak bu ilişkinin fonksiyonu daha çok üretimi tetiklemek olmalı. Yani “üretilmiş olanı sahnelemekten” ziyade, “üretme potansiyeli olanı desteklemeye” yönelmek gerekiyor. Bu da yasalarla mümkündür.
Yerel yönetimlerin sanatı destekleyecek güçlü yasal dayanakları yok. Tiyatro prodüksiyonlarını, genç müzisyenleri ya da festivalleri doğrudan desteklemeye imkân tanıyan mevzuat eksik. Bu yasal boşlukların giderilmesi, yerel yönetimlerin de Kültür Bakanlığı gibi fon verebilme yetkisine kavuşması gerekiyor. Ancak o zaman sanat üretimini gerçekten destekleyen sürdürülebilir bir yapı kurulabilir.
“Sanatı Özgürleştirecek Yapılara İhtiyaç Var”
Şehir Tiyatroları rekor bir sezon geçirdi. Turnelerle Türkiye’nin dört bir yanına yayıldınız. Bu başarıyı nasıl kalıcı kılmayı planlıyorsunuz?
Şehir Tiyatroları ikili bir yapı barındırıyor; bir tarafta sanat yönetimi, diğer tarafta bürokrasi. Bu iki yapının birbirini besleyebildiği anlar çok önemli. Şu anda öyle bir uyum zamanı yaşıyoruz. Yönetimin, sanat yönetiminin ortaya çıkardığı esere ya da üretim sürecine müdahil olmamaya özen gösteriyoruz. Biz, sanat yönetiminin özgür olmasını ve üretimlerinin desteklenmesini sağlamak için varız. Bu yaklaşım hem ekonomik olarak tiyatronun güçlenmesini hem de sanat yönetiminin üretim kapasitesinin sınırlanmamasını sağlıyor. Bunun kalıcı hale gelmesi gerekiyor; bu da başlı başına bir mesele. Türkiye’deki şehir ve devlet tiyatrolarının uygulama esasları ile sanat yönetimi anlayışı yeniden gözden geçirilmeli. Sanat ile bürokrasiyi yan yana yürütmeye çalışmak, baskın taraf kişiye göre değiştiğinde çatışmalara yol açıyor. Sanatı koruyacak, özgürleştirecek ve destekleyecek yeni yapılanmalara ihtiyaç var. Biz de bunu fiilen uygulayıp, Şehir Tiyatrosu’nun güçlü üretimlerini bütçesel olarak desteklemeye çalışıyoruz.

CRR Konser Salonu’nun bu yıl kapsamlı bir tadilattan geçtiğini biliyoruz. Yenileme süreci nasıl ilerliyor ve Mart 2026’ya yetiştirmeyi planlıyorsunuz; bu tarihe yetişebilecek mi?
Cemal Reşit Rey Konser Salonu,1994 yılından bu yana ilk kez geniş kapsamlı bir yenilemeden geçiyor. Kablolardan duvarlara kadar her şeyi açtıkça yeni sorunlar ortaya çıktı. Planladığımız gibi ilerleyemiyoruz çünkü içeride inanılmaz bir iş yükü çıktı. Dolayısıyla süreç uzayacak. Bu konuda biraz üzgünüz ama emniyet ve güvenlik bizim için çok önemli.
İstanbul’un dört bir yanında çok katmanlı bir program yürütüyorsunuz. İzleyici profili açısından nasıl bir değişim gözlemlediniz? Özellikle gençler ve kadınlardan nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?
Kadınlar, bizim en esas izleyicimiz. Yüzdelik oranlarda muazzam bir fark çıkıyor ortaya. Son 3-4 yılda gençlerin de bu alanlarda daha fazla yer alması çok sevindirici. Şunu net görüyoruz: İnsanlar artık sokakta olmayı, sokakta bir etkinliğin parçası olmayı; bir alanda birden çok deneyimi bir arada yaşayabilecekleri etkinlikleri seviyorlar.
Kültür merkezleri, özellikle tiyatrolar konusunda çok aktif. Her cuma bir kültür merkezinde mutlaka bir oyun sahnelenir. Çocuklara yönelik çok sayıda program da var. Genel olarak şunu söyleyebilirim; iyi geri dönüşler alıyoruz.
Peki kültür-sanatın iyileştirici gücünü en çok hangi projelerde gözlemliyorsunuz?
Sanat eğitimlerinde bunu çok net görüyoruz. Çünkü çocukların hayatına bambaşka bir şey katıyor. Ekonomik imkânınız olmasa bile katılabiliyorsunuz. Kendinize yeni bir alan açıyor, bir enstrüman çalma, dans etme, sahneye çıkma imkânı buluyorsunuz. Bu alanlar gerçekten iyileştirici çünkü özellikle kadınların sosyal hayata katılımını sağlıyor. Sadece kültür merkezleri değil; bizim çalışma biçimimizde düğün salonlarına bile gidiyoruz. Çünkü insanlar İstanbul’da bazen uzak yerlere gitmek istemeyebiliyor. Biz de en yakındaki mekâna gidiyoruz. Parklarda çocuklarla buluşuyoruz. Belki dünyalarını tamamen değiştiremeyiz ama o anda onları mutlu etmek bile çok kıymetli.

Çok Yakında: Muammer Karaca Tiyatrosu
İBB Miras’la birlikte yürüttüğünüz alanlar var. Alan açılıyor ve siz de oraya kültür-sanat adına ulaşıyorsunuz. Şehrin her noktasında… Yeni haritalar olacak mı İstanbul’da?
Şu anda biz, İBB Miras’ın yeni restorasyon alanlarının bitmesini büyük bir hevesle bekliyoruz. Muammer Karaca, Kenter, Haldun Taner, Reşat Nuri sahneleri, Artİstanbul Feshane’nin ikinci etabı, Kuyumcu Han gibi alanlarda çalışmalar sürüyor.
Her biri tamamlandığında yeni bir alan açılıyor ve biz de o alanlar için planlama yapmaya başlıyoruz. Yine birçok etkinlikle İstanbullularla buluşacağız ama bu alanlarda bağımsız sanatçıları ne kadar görebileceğimizi de hesaba katarak planlamalar yapıyoruz. 2026’da en çok heyecanla beklediğimiz konulardan biri Muammer Karaca Tiyatrosu. Nisan ayı gibi tamamlanacağını düşünüyoruz.
2026 için nasıl bir vizyonunuz var?
Yeni sezonda da hedeflerimiz arasında, sanatın demokratikleşmesi, kültür hakkı, mekânların sivilleştirilmesi, çocuk politikaları, yeni kültür ve sanat politikaları önem taşıyor. Tüm bunların yanı sıra sivilleşme politikasıyla özellikle bağımsız sanat üreticilerinin mekânlarımızda yer bulabilmesi ve üretimlerinin de en az İBB Kültür üretim ve etkinlikleri kadar kıymetli olduğunu bilerek onlara alan açmayı sürdüreceğiz. İBB Kültür’de sezon kapanmıyor; tüm arkadaşlarımızın yoğun bir emeğiyle yaz dönemini bitirdik, yaz sezonundan kış sezonuna geçiyoruz.




