Bor Sanat ve EXIT işbirliğiyle, Beral Madra, Ebru Nalan Sülün ve Missem Hancan danışmanlığında yürütülen Konuk Sanatçı Programı’nın üretimlerinden doğan MAYA sergisi, Mardin’in kültürel belleğiyle iç içe geçmiş çok katmanlı bir süreci görünür kılıyor. Dört döneme yayılan bu programda bir araya gelen Ahmet Öktem & Mehmet Akan, Fulya Çetin & Sidar Alışık, Serhat Kiraz & Ayşe Ceren Solmaz ile Handan Börüteçene & Rıdvan Aşar; kentin dokusundan, hafızasından ve birlikte üretmenin gücünden beslenen çalışmalar ortaya koyuyor.
Serginin küratörü Ebru Nalan Sülün’le MAYA’nın kavramsal çerçevesini, Mardin’in mimarisi ve kimliğiyle kurulan güçlü bağı, sanatçıların üretim süreçlerinde şekillenen etkileşimleri konuştuk. Ardından mentör sanatçılara ve genç üreticilere, bu karşılaşmanın onlarda nasıl bir iz bıraktığını sorduk.
Ebru Nalan Sülün: “Birlikte Üretmek En Çok İhtiyacımız Olan Şey”
Sergiye geçmeden önce bu edisyonun nasıl şekillendiğini merak ediyoruz. Katılımcıları belirlerken hangi kriterler sizin için belirleyici oldu? Yerel ve konuk sanatçılar arasında kurduğunuz dengeyi, projenin usta-çırak ilişkisine dayanan yapısıyla birlikte düşündüğümüzde, bu modelin günümüz çağdaş sanat ortamında nasıl bir ihtiyaca karşılık geldiğini düşünüyorsunuz?
Öncelikle bir yıla yayılan ve birlikte üretme potansiyellerinin görünür olduğu serginin süreci olan “Konuk Sanatçı Programı” na dahil olan isimlerin nasıl seçildiğine belki değinmek gerekli. Serginin özünde farklı üretim pratiklerine, jenerasyonlarına ve tecrübelerine sahip sekiz sanatçının üretim deneyimleri ve sonuçlarını izleyenlerle buluşturma pratiği yer almakta. Küratöryel kurguda da bu bağlamda bir “hikâye anlatıcılığı” refleksi ile düşündüğümü ve sergiyi bu kurguda inşa ettiğimi söylemeliyim. Dört mentör sanatçı seçimindeki kriterler arasında ulusal-uluslararası tecrübelere sahip, farklı üretim pratiklerine hâkim, geçmişte sanatçı gruplarına, kolektiflere dahil olmuş ve tüm bu deneyimleri gençlere aktarabilecek isimlerin seçimi en önemli kriterler idi. Mardin’den seçtiğimiz sanatçılarda da Beral Madra ve Missem Hancan’ın dahil olduğu danışma kurulunun portfolyo değerlendirmeleri sonucunda isimler belirlendi. Portfolyo incelemeleri sonucunda seçtiğimiz diğer dört sanatçının ise hem sanat üretimlerindeki yetilerine hem de bu yetilerinin tecrübeli sanatçılarla birlikte gelişme potansiyelleri önemli kriterler arasında yer aldı. Bu üretim modelinin farklı projelerde yaygınlaşmasını önemli buluyorum. Özellikle 1960’lardan sonra -keza özellikle günümüzde-sanat üretiminde tecrübeye saygı ve deneyimin öneminin yerini bireyselleşme ve popülerleşme eğiliminin aldığı düşünüldüğünde. Bu proje; diyaloğu, farklı kültürlerden ve jenerasyonlardan sanatçıların birlikte üretebilme dinamiğini ve paylaşımını görünür kıldı ki bu belki de şu an en çok ihtiyacımız olan şey.
MAYA sergisi dört dönemlik kolektif üretim sürecinin bir yansıması olarak şekilleniyor. Farklı arka planlara ve ifade biçimlerine sahip sanatçıların üretimlerini bir araya getirirken, küratöryel olarak nasıl bir anlatı oluşturmak istediniz? “Özün/cevherin dönüşümü” fikri bu yapının neresinde konumlanıyor?
“Maya”lanmak, mayalamak, diğer ifade ile: ortak akıl ve düşünme süreçlerinde ortaya çıkan özün/cevherin dönüşümünü ve bu dönüşümün yarattığı etkileşimleri görünür kılmak. Bu fikir; hem konuk sanatçı programının hem de serginin öyküselliğinde gizli. Sergide -daha önce de ifade ettiğim üzere- dört ayrı öykü, yan yanalık, sanat üretim pratiği mevcut. Bu öyküler sadece yan yana yaşanan deneyimlerden öte sanatçıların da bir dönüşüm öyküsünü barındırıyor. Sergideki anlatıda öncelikle bu nedenle süreçlere de odaklanan bir yapı mevcut. Tüm katılımcı sanatçılara yönelttiğim; “Bu bir aylık deneyim sizde hangi cevheri ortaya çıkardı?” sorusuna verilen çok katmanlı cevapların da izleyenlere sergide sunuluyor olması bu öykülerin önemli bir sonuç belgesi niteliğinde. Ayrıca; bu dönemler kapsamında (Fulya Çetin-Sidar Alışık) gerçekleşen faaliyetlerin hikâyesini, video ve üretim kanıtları ile sunuyor olmamda da yine süreç anlatısına verdiğim önemin etkisi büyük.

MAYA, yalnızca sanatçıların değil, aynı zamanda mekânın da aktif bir bileşeni gibi görünüyor. Mardin gibi tarihi ve kültürel olarak çok katmanlı bir şehirde bu tür bir çağdaş sanat üretim modeli nasıl bir anlam kazanıyor? Kentle kurulan bu diyalog sizin için ne ifade ediyor?
Maya sergisinde yer alan eserler, üretildiği kentin kültüründen, tarihinden, o kentte anıları olan ya da olmayan sanatçıların kolektif diyaloğu ve yaşamlarından ilham aldı. Sergi mekânının mimari yapısı, hafızası kentin kimliği ile oldukça paralel bir ilişki kurmakta. Bu nedenle de hem kentle, hem sanat izleyenleri ile hem de sergi alanı ile kurulan bağ oldukça güçlü. Ayrıca; bu proje sürecinde tüm katılımcı sanatçıların kentte yer alan tüm bağımsız sanatçı atölyelerine ziyaretleri, çağdaş sanat ve kültür üzerine gerçekleştirdikleri sohbetler, dinamikler, güzel sanatlar lisesi ve fakültesi ile kurulan bağ, eğitim alan sanat öğrencileri ile gerçekleştirilen diyalogların da dönüştürücü bir gücünün olduğunu düşünüyorum. Bu model; ancak bu şekilde anlam kazanır ve kentin kolektif bir üretim alanına dönüşmesine sebep olur. Bu model elbette farklı bir kentte de gerçekleşebilir ama yine ve her daim o kentin kültürü, tarihi, sanatsal dinamikleri, sosyal yapısı ve diğer sanatçıları ile ilişki kurduğu takdirde verimli ve kalıcı etkiler, mayalanma süreçleri yaşanabilir.
MAYA sergisi, 16 Ocak 2026’ya dek Mardin’de görülebilir.

Deneyimli Bir Sanatçının Rehberliğinde
Mehmet Akan, Sidar Alışık, Ayşe Ceren Solmaz, Rıdvan Aşar
Kendi üretiminizi, deneyimli bir sanatçının rehberliğiyle Mardin gibi bir kentte şekillendirmek nasıl bir deneyimdi? Bu birliktelik sanatsal yaklaşımınızı ya da bakış açınızı nasıl etkiledi?
Mehmet Akan: Sanat pratiğim sürekli bir dönüşüm ve araştırma süreci içinde. Mardin gibi tarihsel ve kültürel olarak çok katmanlı bir kentte üretim yapmak, mekânın belleğiyle ilişki kurmamı ve kendi iç dünyamla çevresel etkiler arasında bir denge arayışına girmemi sağladı. Bu süreçte deneyimli bir sanatçının rehberliğiyle çalışmak, hem üretim biçimimi hem de düşünsel yaklaşımımı önemli ölçüde etkiledi. Daha önce ağırlıklı olarak tuval üzerine yağlı boya çalışmaları üretiyordum. Ancak bu süreç, sanatın yalnızca tuvalle sınırlı olmadığını bana açık bir şekilde gösterdi. Farklı malzemelerin, biçimlerin ve tekniklerin sanatsal ifadeyi nasıl derinleştirebileceğini deneyimledim. Sanatın, malzemeyle kurulan bu çeşitlilik üzerinden ne kadar zenginleşebileceğini görmek benim için oldukça ilham vericiydi. Ahmet Öktem ile bir araya gelmek benim için dönüştürücü bir deneyimdi. Onun sanata bakışı, süreç odaklı yaklaşımı ve figürlere yüklediği anlamlar, kendi çalışmalarımı yeniden düşünmeme yol açtı. Bu etkileşim sonucunda kompozisyonlarımda ve figür anlayışımda değişimler yaşadım; figürlerim daha hareketli, daha ifadesi güçlü ve duygusal olarak daha yoğun hâle geldi. Bu deneyim, sanat pratiğimi yalnızca biçimsel olarak değil, düşünsel olarak da dönüştürdü. Artık üretimlerimde daha geniş bir perspektifle bakabiliyor, farklı disiplinler arasında geçişler kurabiliyorum. Mardin’deki bu süreç bana hem sanatsal hem de kişisel olarak yeni bir alan açtı. Bundan sonraki çalışmalarımda bu deneyimin izlerini taşımayı, sanatı daha çok yönlü bir araştırma ve ifade alanı olarak sürdürmeyi hedefliyorum.
Sidar Alışık: Uzun süredir yaşadığım ve mekânsal dokusuyla üretimlerime yön veren bu kentte çalışmak, çoğu zaman dönüştürücü bir deneyim oldu. Misafir sanatçı programı kapsamında Fulya Hoca’yla yollarımızın kesişmesi ve bir aylık süreci birlikte geçirmemiz, her karşılaşmanın kendine özgü etkisini taşıdı. Exit binasının da içinde bulunduğu tarihi alanda yaşıyor olmam, bu sokaklardan defalarca geçmeme, aynı yüzleri ve mekânları tekrar tekrar görmeme neden olmuştu. Ancak bu kez aynı sokaklardan Fulya Hoca’nın bakışıyla, yani kente yeni gelen bir gözle geçmek; beni durmaya, aşina olduğum ve belki de körleştiğim ayrıntılara yeniden bakmaya davet etti. Onun gözünden kente bakmak, kendi bakışımı da dönüştürdü; adımlarımın ritmini, düşüncelerimin yönünü ve not defterimin sayfalarını yeni meraklar ve farkındalıklarla doldurdu.
Ayşe Ceren Solmaz: Serhat Kiraz ile Mardin’de birlikte çalışmak, hem düşünsel hem de biçimsel anlamda üretimime yeni bir derinlik kazandırdı. Onun araştırma ve kavramsal yaklaşımı, benim de bakış açımı dönüştürdü. Ürettiğimiz iş, mekan odaklı olup, doğrudan mekanla diyalog kuran bir yerleştirmeydi. Bu deneyim, üretimimde mekana ve malzemeye bakışımı yeniden düşünmemi sağladı.
Rıdvan Aşar: Handan hocamın adına “yaratıcı süreç” verdiği 6 aylık bir atölye süreci geçirdik. Bu yaratıcı süreç Mardin’e ayak bastığı ilk gün ile başlamış oldu. Bütün atölye süresi boyunca resim yapmak dışında bir yapıtın yapıt olabilmesi fikri üzerine keyifli ve düşündüren bir süreç yaşadık. Tabii ki de bana fayda sağlayan, görmeyi zorlandığım yerlerde hocamın dokunuşları ile yapıtın ortaya çıkması, sürecimizi dahada pekiştirdiğini söyleye bilirim. Bakış açısı sorusu üzerine şunu söylemeden geçemeyeceğim; sanatın aslında sanatçıyı iyileştiren bir güç olduğuydu. Bütün süreç boyunca odağımızda bunu düşünüp durduk ve yapıtı ortaya çıkardık. Bütün sürecimizde bize yol arkadaşı olan Konstantinos Kavafis’in de dediği gibi, “eşikte durmak” söylemi, sürecimizi en anlamlı kılan şeylerden biriydi.

Genç Bir Sanatçıyla Üretmek…
Ahmet Öktem, Fulya Çetin, Serhat Kiraz, Handan Börüteçene
Genç bir sanatçıyla, Mardin gibi güçlü bir yerel bağlama sahip bir şehirde üretim sürecini paylaşmak sizin için nasıl bir karşılaşmaydı? Bu deneyim, yıllar içinde şekillenen sanat pratiğinizi nasıl etkiledi?
Ahmet Öktem: Burada, üretim sürecini genç bir sanatçı ile paylaşmanın zorluğundan söz edilebilir. Kendi arka planımda resim eğitiminin olması durumu daha da kolaylaştırdığını söyleyebiliriz. İşin genel çerçevesi üzerinde anlaştıktan sonra, ben kendi yolumdakileri sonuçlandırdım, Mehmet Akan da kendi işini aktardı. Doğrusu yerel bağlamlar üzerinde konuşmadık bile. Bu tür pratikler, yolumuzun üzerinde -M. Akan’da dahil- nasıl değişikliğe uğrar bunu bilemem, bu gibi durumların çözümleyicisi “zaman” olur genelde.
Fulya Çetin: Mardin’i daha önce görmüştüm ama ilk kez bir ay kadar uzun bir süre orada bulundum. Sidar’la ilk kez orada tanıştık; hiç tanımadığınız biriyle, çok iyi bilmediğiniz bir şehirde birlikte düşünmek, yürümek ve üretmek benim için dönüştürücü bir deneyimdi. Sidar bildiği yerlere benim gözümden yeniden baktı, ben de onun gözünden Mardin’i yeniden keşfettim. Şehirde birlikte dolaşırken birçok sanatçı atölyesini ziyaret ettik, başka sanatçıları da davet ederek ortak üretimler, ortak düşünme alanları ve kolektif fikirler oluşturduk. Bu süreç, diyalog temelli üretim anlayışımı Mardin bağlamında yeniden deneyimlememi sağladı. Aslında ben onun dünyasına bir kapı açtım, o da benimkine; böylece iki farklı dünyayı birbirine bakan, birbirinden beslenen bir üretim alanında buluşturduk.
Serhat Kiraz: Mardin’e Exit Kollektif ve Bor Sanat’ın daveti üzerine, programlandığı gibi birlikte çalışmak için katıldım. Genç sanatçı Ceren Solmaz ve diğer Exit üyesi sanatçılar ile tanıştım. Mehmet Çimen ve Hesen Chalak’ın da katılımı ile atölyeleri ve Mardin’i dolaştık, konuşup tartışarak nerede, nasıl ve neler yapabileceğimizi düşündük.
Sonuçta sanat mekânı olmayan yerel bir mekânda, çevremizi oluşturan ancak sanat değeri olmayan nesneleri malzeme olarak kullanarak bu çalışma mekanını izleme alanı olarak oluşturduk.
Mardin’in yeraltı sularını gösteren bir harita, yeraltı su kuyuları ve onların bağlandığı çeşmeler bu çalışma alanının içeriğini oluşturdu. Mardin gibi güçlü bir yerel bağlama sahip bir şehrin görünen yüzünün var olması için görünmeyenin de düşünülmesi gerekliğinin açığa çıkarılması isteği idi. Çalışmamız bu yönde gelişti ve izlediğiniz şekilde sonuçlandı.
Yıllar içinde şekillenen kendi sanat pratiğimde kullandığım bu yaklaşım ve bakış açımı paylaşmanın, sanatsal birikimin aktarılması ve genç sanatçıların dinamik yaklaşımlarından yararlanmanın çağdaş sanat ortamının değişmesine ve gelişmesine katkı sağlayacağını umuyorum.
Handan Börüteçene: Öncelikle kent olarak Mardin’le değil, Mardin’li genç bir sanatçıyla çalışmak için oradaydım. Eğer bir coğrafyadan bahsediyorsak ben Rıdvan Aşar’ın her manadaki coğrafyası içinde çalıştım. Aslında bu karşılıklı bir alışverişti; birlikte yol aldık, istediğimiz yere ulaşınca yapıt artık karşımızdaydı.


