Molohiya Sofrasından Lefkoşa Bienali'ne Bakmak - ArtDog Istanbul
Osman Atila Keten, Artwork no:1, karışık teknik, 2025.

Molohiya Sofrasından Lefkoşa Bienali’ne Bakmak

Lefkoşa Bienali, "merhamet" temasıyla 7 Kasım - 6 Aralık tarihlerinde 11 farklı mekânda. Nihat Özdal, merhametin ve empatinin hayatımızda yavaş yavaş sönümlenen yerini sorgulayan Bienal hakkında yazdı.

/

Lefkoşa Bienali bu yıl ilk defa kapılarını açtı. Daha önce sergiler, konuşmalar, pulya kuşları için çok defa gittiğim adada bu sene bienalin odağındaki “merhamet” davet ediyordu. Uçakta yol boyu Ibrahim Maalouf’un True Sorry parçasını dinledim. Özellikle dakika 3.58 sonrasını. Bir yazının başlangıcı neresi ya da bir serginin. Oraya götüren, sürükleyen, yol boyunca yaşadıkların, gördüklerin, kokladıkların, hatta yediklerin bunun parçası değil mi?

“Merhamet” kelimesi, Arapça “raḥmah” kökünden gelir; bu kök, “rahim” (anne karnı) kelimesiyle aynı kökü taşır. Bu kökbenzerlik, merhametin, yaşamı koruyan, içe alan, saran bir varoluş hali olduğunu da gösteriyor. Dil, burada bedenle birleşiyor: rahim nasıl ki yaşamı barındıran bir mekânsa, merhamet de ruhun içinde hayatı barındıran bir mekân.

Eski Süryanice ve İbranice metinlerde aynı kök, “rahmana” ya da “rakhman” biçiminde Tanrı’ya atıfta bulunur: “Şefkatli olan, acıyan, esirgeyen.” Bu anlamda merhamet, sadece insanın insana değil, varlığın varlığa karşı sorumluluğu olarak okunabilir. Felsefi açıdan bakıldığında, Aristoteles’in eleos (acıma) kavramından ayrılır; çünkü Aristoteles için eleos, trajedide izleyende uyanan bir duygu; oysa merhamet, acımanın ötesine geçip eyleme çağıran bir yakınlık hâline dönüşür.

Emmanuel Levinas, başkasının yüzüyle karşılaşmayı “etik sorumluluğun başlangıcı” olarak tanımlar. O yüz, bizden bir yanıt ister; merhamet, bu yanıtın biçimi olarak okunabilir, başkasının kırılganlığının bizi sorumluluğa davet ettiği bir eşik.

“Arendt’te merhamet ‘görünmeyen bir iç eylem’, kişisel bir deneyim alanı olarak kalır.”

Hannah Arendt’in On Revolution ve Vita Activa’da geliştirdiği düşüncede ise, merhamet kamusal bir erdem değil, daha çok bireysel bir duygudur; çünkü duygular kamusal alanın eylem mantığına taşındığında politik olanı zedeleyebilir. Bu nedenle merhamet, Arendt’te “görünmeyen bir iç eylem”, kişisel bir deneyim alanı olarak kalır.

KAPPA- Kaori and Patrick Jones, “Tabaka”, Kappa tarafından tasarlanan ve elle dikilen desenlerden kesilmiş kumaş; Kappa tarafından yaratılan ve dökülen reçine kalpler; kordon, elyaf, ahşap ve metal iskelet, 2025.

Budist düşüncede “karuṇā” (şefkat), aydınlanmanın dört yüce hâlinden biridir, burada merhamet, başkasının acısına açık olma ve tüm canlıların ıstırabından özgürleşme arzusudur.

Sanatta ise merhamet, bir temsil biçiminden çok, diyaloğun biçimi olarak belirir.

Lefkoşa Bienali’nin “Merhamet” teması, bu kadim duyguyu yeniden tartışmaya açıyor. Buradaki merhamet, başkasına acımaktan çok; yeniden bakmak, yeniden görmek, yeniden duymak anlamlarında… Bir duvarın, bir sınırın, bir yemeğin ya da bir sanat eserinin içinde bile saklı olabilecek yumuşak bir çekirdek. Merhameti, dünyanın keskin kenarlarında, kalbin bir anlık titremesi olarak tanımlayamaz mıyız? Benim damağımı da titretti…

Mekân açılışları 15.00 olunca şair arkadaşım Gürgenç’in daveti ile öğle yemeği için Sare A’ba’da buluştuk. Molohiya yedik. Bilmeyenler için biraz molohiyadan bahsedeceğim.

“Bir bienal yazsında molohiyanın ne işi var?”

Molohiya adıyla bilinen yemek, aslında Corchorus olitorius (çoğu kaynakta “jute mallow”, “Jew’s mallow” olarak geçer) türü yaprakların pişirilmesiyle hazırlanır. Bu bitki hem besin hem lif kaynağı olarak pek çok bölgede kullanılmıştır. Coğrafi olarak ise Orta Doğu, Kuzey Afrika, Akdeniz adaları arasında yayılmış; Kıbrıs’ta da “molohiya” biçimiyle geleneksel bir yemek haline gelmiştir.

Bir bienal yazsında molohiyanın ne işi var?

Tam da bu: sofranın, yemeğin, paylaşmanın o görünmez ama dönüştürücü alanını yeniden hatırlatmadan nasıl olur? Yapay zeka çıkınca yazı süreçleri biraz değişti. Birbirine çok benzeyen kalıplar, ruhun ve hayatın silikleşmesi, şükür yapay zeka henüz yemek yemiyor. Bienaller çoğu zaman sergiler, açılışlar, duvarlar ve metinler arasında sıkışıp kalıyor; merhametten konuşacaksak insanı insana yaklaştıran şey, çoğu zaman bir tabak sıcak yemek değil mi? Birbirine bakma, dinleme, bekleme hâli… Sanatın soyut dilinde çoğu zaman unutulan “birlikte yaşama” deneyiminin, en sade ve kadim formudur sofra.

Molohiya, bunun için ideal bir başlangıç noktası oldu bienal turuna başlamadan önce. Aslında bu sofra da bienale dahil. Kurutulmuş yaprakların suyla buluşması, her tencere molohiya, sabrın, emeğin ve hafızanın kaynadığı bir sahne.

Sedef Nur Merve Özbek, “İktidarın Vicdan Mezarlığı”, Enstalasyon, değişik ölçüler, 2025.

“Bir yemeği aynı anda iki ayrı mutfakta, iki ayrı dille, iki ayrı bellekte pişirmek, belki de merhametin en lezzetli biçimi.”

Molohiyanın Kıbrıs’ta hem kuzeyde hem güneyde pişiyor oluşu, bu yemeği sıradan bir mutfak öğesinden çıkarıp birlikte var olma metaforuna dönüştürüyor. Bir yemeği aynı anda iki ayrı mutfakta, iki ayrı dille, iki ayrı bellekte pişirmek, belki de merhametin en lezzetli biçimi. Çünkü merhamet, bazen sadece anlamaya değil, birlikte yaşama ihtimalini saklı tutmaya dair. Tıpkı aynı kokunun iki tarafta aynı anda yayılması gibi: görünmez ama hissedilir bir birlik. Antik dünyada Kıbrıs deyince asma çiçeği kokularının akla gelmesi boşuna değil.

Sofra, bir bağlamda sanat yapıtı kadar karmaşık, bir o kadar da yalındır. Ortasında bir tencere, etrafında bekleyen insanlar… Kimin önce uzanacağı, kimin bekleyeceği, kimin susacağı, hepsi görünmez bir etik düzenin parçasıdır. Sofrada her şey yavaşlar: kelimeler, çatallar, hatta bakışlar. Belki de bu yüzden, merhamet ile yemeği paylaşmak arasında doğrudan bir bağ var.

Molohiya, sanatın ne olduğuna dair bir soru. Birini gözetmek, ona yer açmak, onunla aynı sofrada oturmayı kabul etmek. Sınırları, belleği, sabrı ve en önemlisi, birlikte kaynamanın inceliğine doymuş olarak başladım bienal turuna.

Bienal mekânları yokuşsuz olan başkentte ziyaretçileri yormayan bir parkurda gezilebilir: İsmet Vehit Güney Sanat Merkezi, Atatürk Kültür Merkezi, ARUCAD Artspace, Büyük Han, Bedesten, Bandabuliya, Tanzimat 54, Eski Fransız Kültür Derneği, Ermeni Kilisesi ve Arabahmet Kültür Evi.

Bir sıra ile gezdim elbet ama bu sırayla anlatmayacağım, tüm eserlerden bahsetmek de bu yazının da kendimin de sınırlarına merhametsizlik olur. Önünde daha çok durduğum, bazı işler:

Mehveş Beyidoğlu, “Rahm (Ters Merhamet/Kimse merhamet istemedi)”, karma teknik heykel, 2025. Ses tasarımı: Ateş Kozal.

“Bir odayı kaplayan iş, önce sesi ile çağırıyor. Sonra rahmine alıyor.”

Kelimenin etimolojisi ile hazırlıklı başlayınca ilk iş Rahm (Ters Merhamet/Kimse merhamet istemedi), Mehveş Beyidoğlu’u Ada’da yaşayan sanatçılardan. “ne kadar kutsal veya besleyici görünse de daha sorunlu bir şeye de işaret eder: merhamet, rahim gibi yönlüdür. Birinden diğerine akar. Sürdürür, ama aynı zamanda kimin veren, kimin bağımlı olduğunu da belirler,” diyor. Bir odayı kaplayan iş, önce sesi ile çağırıyor. Sonra rahmine alıyor. Uzaktan bakınca anlaması zor bir iş, dahası sabit bir yerde durmaya da izin vermiyor. Rahatsız da ediyor. “şefkatin, duygusal olarak dokunaklı olmasına rağmen etik olarak tarafsız olmadığı fikri.” merhamet fikrinin, biraz da bulunduğunuz konum, mesafe ile ilişkili olduğunu vurguluyor.

Çağla Meknuze daha önce çalıştığım sanatçılardan, sanatçı aynı zamanda performans yönü ağırlıkta bir şair olunca farklı ilişkilenmeler bekliyor. İşinin adı PASS. Bazı kalıplara öyle bağlanıyoruz ki insanlığın binlerce yıllık tarihi sanki bu kalıplardan bağımsız değil gibi geliyor. Oysa pasaportun hayatımıza dahil oluşu 100 yıl kadar öncesi. Vizeler, sınırlar, kontrol noktaları insanlığın büyük tarihini düşününce… PASS. Sınırların sorgusuz sualsiz, pasaportsuz, vizesiz geçildiği bir gelecek kurgusunu, günümüz dünyasının resmî olarak bölünmüş tek başkenti olma özelliğini taşıyan Lefkoşa’da, işlevini kaybetmiş, terk edilmiş görünümü veren bir pasaport kontrol noktası yerleştirmesiyle var ediyor ve deneyime açıyor. Yerleştirmede yer alan masa üzerinde sanatçı tarafından tasarlanmış olan ve izleyicinin kullanımına açık pasaport defterleri ile bir mühür bulunuyor. Mevcut herhangi bir pasaporta benzemeyen, kapağında yalnızca dünya logosu ve ‘passport’ yazan bir etiket bulunan pasaport defterleri ile üzerinde belirgin şekilde PASS ve bütününe bakıldığında silik bir şekilde COMPASSION yazan pasaport mühürleri bienal izleyicisinin kullanımına açık. İzleyiciler pasaport defterlerini kendi isimleriyle kişiselleştirmeye, masa üzerinde bulunan mührü basmaya ve defterleri bedelsiz bir şekilde almaya davetli. Sınırı geçmek bu kadar kolay…

“Aynaya bakan seyirci hem kendini hem dolandırıcı Tavuri’yi, hem de aynaya yerleştirilen Hermes resmini aynı anda görüyor.”

Sinema dünyasından tanıdığımız bir isim Derviş Zaim. Filmlerini elbette Tabutta Rövaşata’yı bu bienal teması ile düşününce “Birine merhamet etmekle, onu gerçekten görmüş olur muyuz?” sorusunu aklıma getirdi. Bienaldeki yerleştirmesinin adı Ayna, Tavuri belgeselinin çekimleri esnasında filmin kahramanı, dolandırıcı Mustafa Serttaş Tavuri ile yapılan görüşmelerin video enstalasyonlarından oluşuyor. Tavuri’nin hikâyesini anlattığı videoların karşısına bir ayna yerleştirilmiş. Aynada, hırsızlıkla ilişkilendirilen mitolojik Hermes karakteri yer alıyor. Aynaya bakan seyirci hem kendini hem dolandırıcı Tavuri’yi, hem de aynaya yerleştirilen Hermes resmini aynı anda görüyor. Bağışlama ve yüzleşme aralığında bir davet…

Muhammet Bakır, “Merhamet Yumruğu”, çoklu malzemeyle Karışık Teknik – Deri, kauçuk, sünger, dantel, kumaş, iplik, 2025.

Diğer bir iş Muhammet Bakır’ın Merhamet Yumruğu. Merhameti bir savunma sanatı olarak sergi salonunun ortasına bırakmış. Ama eserin etrafının camla kapanması merhametsiz geldi. Dantellerden yapılan boks eldiveni ile ziyaretçi daha yakın bir temas kurmalı, temas ortadan kalkınca emekli olmuş bir boksçunun eldivenlerinin sergilenmesi gibi, emekli olmuş bir merhamet duygusunun sergilenmesi izlenimi verdi.

Marisa Merlin’in derisi yüzülmüş ve çok kırılgan izlenimi veren, sıcak ve yumuşak kırmızı bir malzeme ile kapladığı bir dizi ayakkabı “kabuğu”ndan oluşturduğu yerleştirmesinin adı Kendini Başkasının Yerine Koymak. Empati duygusu ile hareket etmiş sanatçı. Ayakkabı kabuklarını görünce bir taziye evi kapısında olduğumu düşündüm. Ama eser Ermeni Kilisesi’nin tam ortasındaydı. İş empati kurmaksa ev sahipleri nerede?

Sanatçı ikilisi KAPPA, Kaori ve Patrick Jones işi insan piramidi şeklinde düzenlenmiş 25 adet gerçek boyutlu kumaş figürden oluşan bir heykel enstalasyonu. Kumaş, iplikler, düğmeler; bir malzeme olarak merhamet duygusuna çok yakın.

Ardan Özmenoğlu, “Dikkatle taşıyın / Aşırı dikkatle”, pembe neon ışık, pleksi kutu, 22×60 cm, derinlik 6 cm, 2025.

“Merhamet, yalnızca başkalarına değil, kendimize de gösterilmesi gereken bir özen biçimidir.”

Ardan Özmenoğlu Dikkatle Taşıyın/ Aşırı Dikkatle diyor. Neon yerleştirmesinde, kırılgan nesnelerin üzerine yazılan bir uyarıdan “Handle with Care”’ten yola çıkmış. Merhamet nesneler ile ilişkilerimizden bağımsız mı? Parlak pembe neon ışık, dikkat çekici bir uyarıdan çok bir hatırlatma gibi: Merhamet, yalnızca başkalarına değil, kendimize de gösterilmesi gereken bir özen biçimidir. Sanatçının doğanın döngüsüyle insan duygusunun kırılganlığı arasında bağlar kurduğu Harfler işini ise bir şiir olarak gördüm/okudum.

Peki merhamet sadece insan ilişkileri ile ilgili bir mevzu mu? Şehri paylaştığımız hayvanlar, köpekler… Sedef Nur Merve Özbek “Merhamet yalnızca acıma hissi değil; harekete geçme, koruma ve saygı gösterme dürtüsüdür.” dediği yerleştirmesinde zincirler ve tasmalar ile sahipli, sahipsiz olmasına bakılmaksızın köpeklerin yok edilmesine dikkat çekiyor. Çöp poşetlerini ise bir nesne olarak sadece atıkları değil, sistematik olarak görünmez hâle getirilen, yok sayılan ve değersizleştirilen hayvanların yaşamlarını temsil etmek için kullanmış.

Kemal Behçet Caymaz, “Yaratılış”, yerleştirme, karışık malzeme – geri dönüşüm el yapımı kağıt hamuru, renkli led aydınlatma, ses düzeni, beyaz döküm kili, 2018.

Erdil Yaşaroğlu’nun Totem ve Tavşan Kulesi yerini çok seven işlerdendi. Kemal Behçet Caymaz’ın Genesis’indeki seramik spermler, izleyiciyi hem bireysel bir doğum hikâyesine hem de kolektif bir birleşme özlemine tanık ediyordu. Osman Atila Keten’in yerleştirmesi kapitalin insafına kalmamayı deniyordu.

Bienal kelimesi Ada’da taze tartışmalar başlatmışken bu yazıyı tamamlıyorum. Ayrıca çok fazla paralel etkinlik, performanslar, konserler konuşmalar bir ay boyunca planlanmış. Bir sofranın etrafında buluşmanın kıymetini unutmadan gezilmeli. Elbette molohiya!

 

Previous Story

Salt Araştırma’da Fulya Erdemci Arşivi

0 0,00