İstanbul Tophane’de dört katlı eski bir bina olan Tütün Deposu’nda 2005 yılı 9’ncu Uluslararası İstanbul Bienali’nden bugüne sergi ve proje alanı olarak faaliyet gösteren Depo, 8 Kasım’a kadar misafir edeceği Gazze Bienali‘nin açılışını, 19 Eylül Cuma akşamı yaptı.
Yine bir bienale paralel olarak, 18. Bienal sırasında Depo’nun iki katında düzenlenen ve çeşitli etkinliklerle zenginleşecek Gazze Bienali İstanbul Pavyonu: Elimde Bir Bulut sergisi için yaklaşık 500 kişinin katıldığı açılış, yoğun dakikalara sahne oldu.
Etkinlikte 13 ayrı duvar kesiti ekseninde, Gazze Bienali İnisiyatifi’ne dahil onlarca sanatçının çalışmaları, 8 Kasım’a kadar sergilenmeye başladı.
Depo’nun verdiği resmi bilgiye göre, 2024’te, Gazzeli sanatçılar, Ramallah Al Risan dağındaki Forbidden Museum Al Risan (Ramallah) işbirliğiyle bir sanatsal direniş eylemi olarak kuşatma altındaki bir kumsalda başlayan Gazze Bienali, dünyanın çeşitli yerlerindeki sanat kurumları, ulusal temsillerin yerine ulusötesi bir sanatsal yakınlık ve ittifak pratiğini ortaya koyan diasporik dayanışma eylemleriyle, Gazze Bienali Pavyonları’na ev sahipliği yapıyor.
House of Taswir’in (Tasvir Evi) öncüsü, küratör Almut Shulamit Bruckstein Çoruh’un Depo’da 19 Eylül akşamı yaptığı duygusal konuşma ile başlayan bienalde, soykırım mağduru Filistin’in çeşitli bölgelerinde tutsak ve etkinliğe yapıtlarıyla katılan sanatçılarla da ‘online’ temas kuruldu ve mesajları sık sık alkışlarla kesilmek suretiyle dinlendi. Kurulan canlı bağlantıya, Filistin’de, Gazze ile Han Yunus’tan Motaz Naim, Tasneem Tareq, İbrahim Alsulta gibi isimler de katıldı.
House of Taswir ve proje ortaklarının küratörlüğünü üstlendiği Gazze Bienali’nde, Addar Center Istanbul ile, Forbidden Museum Al Risan – Ramallah İşbirliği ile, Gazze ve Filistin’in dışında farklı coğrafyalardan, 50’nin üzerinde sanatçının eserleri yer almaya başladı.
Depo Koordinatörü Günal’dan Kavala Mesajı
Elimde Bir Bulut sergisi açılışında, ev sahibi Depo İstanbul Proje Koordinatörü Asena Günal da bir sunuşta bulundu. Türkiye’de sanatta sansürü belgeleyen önemli kaynaklardan Siyah Bant’ın da kurucusu Günal, konuşmasında senelerdir tutuklu bulunan Depo ve Anadolu Kültür Kurucusu Osman Kavala’nın da açılışa ilettiği kısa mesajını katılımcılarla paylaşıp, özetle şunları dile getirdi:
“Bu bienal de, aslında Gazze’nin işgal edildiği, soykırımın BM tarafından tescillendiği bugünlerde, ısrarla Gazze’yi konuşmanın bir yolu. Depo olarak, bu bienale ev sahipliği yapmaktan gurur duyuyor ve emeği geçen herkese çok teşekkür ediyoruz.
“Anadolu Kültür ve Depo’nun (depoistanbul.net ) kurucusu Osman Kavala, haksız bir şekilde sekiz yıldır hapiste. Bu sorunu yakından takip ediyor. Kendisinden de bu açılış için bir not istedik, şimdi size onu okumak istiyorum:
“Değerli sanatçı dostlarımız, değerli konuklar… Gazze’de yürütülen vahşetin artarak devam ediyor olması, bunun engellenmemesi hepimizin yüreğini yakıyor. Bizleri insanlığımızdan utandırıyor. Kültür alanında çalışan insanların, doğrudan siyaseti etkileme gücü çok sınırlı. Buna karşılık, insanlık değerlerini koruma ve en samimi biçimde yansıtmada öncü rolü oynuyorlar.
“Buna karşı, sokaklardan ve kültür-sanat dünyasından çok güçlü sesler yükseliyor. Bu insanlık korosuna katılanlara ev sahipliği yapmak, bize büyük bir onur veriyor. Kötülüğün yenileceğine dair umudumuzu koruyoruz. Teşekkürler, selamlar, sevgiler.”
Küratör Bruckstein’dan duygu dolu açılış sözleri
Açılışta daha sonra, Bienalin “Yüz Yüze” duvarı ve yerleştirmesine kurulu canlı ekrana karşı söz alan House of Taswir (taswir.org) inisiyatifi kurucusu, küratör Almut Shulamit Bruckstein Çoruh ise, Arapça ve İngilizce çeviriyle zenginleşen sunumunda, açılışa online katılan Gazzeli sanatçılara hitaben ve özetle şu ifadelerde bulundu:
“Gazze Bienali’nin sevgili sanatçıları… Sizleri derinden özlüyor, size teşekkür ediyoruz. Ancak bu teşekkür yalnızca bizleri sizin bu eşsiz sanat eserlerinizi İstanbul’a taşıma gayretimizle sınırlı değil, size müteşekkiriz, sizler ki hepiniz birer ayna vazifesi görüyor, cesaret ve esnekliğinizle, yaratıcılığınız ve yaratmaya devam edişinizle bu dayanılmazlığa direniyorsunuz. Böylece, bedenleri, yürekleri ve ruhları ortadan kesiveren, acımasız bir ölüm makinesinin tam ortasında, ayakta kalmayı sürdürüyorsunuz.”
Filistinli sanatçıların sesi İstanbul’da yükseldi
Öte yandan açılışta Filistin’den söz alan genç kadın sanatçı Tasneem Tareq ise, Arapçadan İngilizceye tercüme edilen teşekkür konuşmasında, özetle şu ifadeleri kullandı:
“Harfler ve kelimeler dallanıp, budaklandı. Hepimiz farklı hikâyeler anlatıyoruz. Hakikati pek çok biçim ve şekilde belgesel kılıyoruz. Ancak bunların tümü, ister yazı, edebiyat veya isterse performans veya sanat olsun, hayatın bize verdiği tutkularla birleşiyor. 50’den fazla sanatçı. Ruhları olan, evlatlarıyla, aileleriyle, ortaklarıyla ve sevdikleriyle gökyüzüne ulaşan insanlar. Onlar ki, kendilerini aramaya başlayanlar, yerinden edilmenin yıkıcı kudretiyle baş başa kalanlar. Tarihin yıkıcı etkisine haiz, normal yaşamlarını yitirmiş halde, bir savaştalar. Bir savaş ki, artık her gün tek bir lokmanın bile derdine düşmüşler. Tıpkı bir petrol pazarındaki gibi, tüm izleriyle yanık halde, sonsuz kuyruklar içindeler. Çocukların ihtiyaçları, suya olan hasretlikleriyle, eli boş dönmekteler. Akıllarını, varlıklarını yitirmenin eşiğindeler.
“Peki hakikatin resmini nasıl yapacaklar? Gökyüzü altında, aç bilaç halde bebeklerinin önünde, peki bu nasıl olacak? Etraflarında uçuşup duran bir şarapnelin resmini, nasıl yapacaklar? Tuvalleri yırtılıp yakılırken, evleri ve atölyeleri yok olurken bu nasıl olacak? Tüm bunların resmini, tek bir kalemi bile, bir boyası, fırçası olmaksızın kim, nasıl yapabilecek?
“Resimlerine renklerini, içtikleri acılığın içinden bulup çıkaracaklar. Yemek için yaktıkları ateşin, artık alması bile mümkün olmayan o kahvelerinin telvesini, küllerini kullanacaklar. Bu yaşanan, kendi zirvesinde bir trajedidir. Deliliğin ta kendisidir. Evinizi, çocuğunuzu, yakınınızı ateşe atıyorsunuz; ardından oraya geri dönüyor, tanıması hayli zor bir şeyi yapmaya çalışıyorsunuz. Artık kış mevsiminden tanıdık bulamıyorsunuz. Çünkü zaman, artık size ait değil. Hatta soluduğunuz hava dahi, sizin değil.
“Tüm bunlar karşısında yine de Gazzeli sanatçılar, itibarlarını, sanatlarının onurunu üzerlerine geçirerek, kullandıkları malzemeler, biçimler ne kadar katı da olsa bunu yapmaktalar. Çünkü yaptıkları işin ihtiva ettiği kırılganlığı, acıyı ve bunların içerdiği bükülmüş yolları, ya da tek bir rengi veya tek bir çizginin manasını biliyorlar.
“Kuşatılmış, aç bırakılmış ve yok edilmiş Gazze’den çıkan sanat eserleri adına ne söylenebilir ? Bu imkânsız olanın tabiridir. İlk başta küçük bir grup ki, kendini insanlığa, adalete ve amaçlarına adayarak yola çıkmıştır. Bu uğurda Gazze adına uluslararası bir bienal düzenlemek, bunda başarılı olmak uğruna, bunu zamanın şu anında yapmak ne anlam taşıyabilir ? Bu şu anlama gelir: Bizlerin kudreti, hayal gücünün de üzerindedir. Bu şu anlamı taşır: En saf yürekler, en açık vizyonları içinde barındırır. Bu da ortaya, görsel bir ‘epik’ çıkarır ki, Filistin hikâyesi tüm gurur vericiliği ile, böylece anlatılırken, ne bir makyaj, ne de bir kılık değiştirmeye gerek duyar.
“Bugün, Gazze Bienali’nin Uluslararası İstanbul Pavyonu’nu açıyoruz. Gazzeli sanatçılar, buradan seslerini yükseltiyor. Yaşam, sevgi ve umutla alkışlıyoruz. Tarihin, bu eyleme, anlamı olan bu kültürel eyleme de bir ibare koyacağı hiç kuşkusuzdur. Burada birleşen irade ve eller, adalete inancın, sanatın kudretinin dünyayı harekete geçireceğine olan inancın elleridir.
“Gazze’den bizleri yalnız bırakmayan herkese teşekkürler. İnsanlık ve ahlak adına çaba gösteren herkese teşekkürler. Sanat ve onun içerdiği özgürlük, artık her nevi hesabın da üstünde bulunmaktadır. Gazzeli sanatçılara teşekkür ediyoruz. Bizi bu noktaya getiren her engele karşı gösterdikleri mücadeleye teşekkürler. Bunu dünyanın dört yanındaki Gazze Bienali ile gösteriyoruz. Onlara inanan, yoldaşlık ve destek halinde olan herkese de teşekkürler.
“Gazze Bienali’ne katılan her kimse ve her ekip üyesine sevgilerimizi, ayrıca İstanbul Pavyonu’nun küratörüne de, bu düşün gerçekleştirilmesi, bu eserlerin İstanbul üzerinden dünyaya erişmesinde gösterdikleri katkı adına minnet duygularımızı yolluyoruz.
“Ve en derin teşekkürümüzü de üstlendikleri her bir rol üzerinden buradaki herkese yolluyoruz. Onlar bizim ahlaki ve insancıl gerekçemizle baş başa oldular. İnsanlık, sanatla özgürleşecektir. Gazze’nin kalbinden, tüm özgür insanlara barış dileğimizi sunuyoruz.”
Sergiden ilk izlenimler: Tüm yapıtlar direnişin yoldaşı
Gazze Bienali İstanbul Pavyonu açılışında gözler, İKSV’nin düzenlediği Üç Ayaklı Kedi bienalinin bu yıl Filistinli sanatçılara yer vererek yerinde bir duruş sergileyen Lübnanlı küratörü Christine Tohme’yi de aradı. Türkiye’den birçok sanatçı, küratör, yayıncı, çevirmen ve Filistin yoldaşının katıldığı sergide, Adların Evi, Minnettarlık Festivali, Kırkın Duvarı, Yakınlıkların ve Uzaktaki Birlikteliklerin Müzesi, Yüz Yüze, Çeviride Kaybedilen, Koleksiyoncunun Köşesi, Bekleyenlerin Duvarı, Yakında, Yazmanların Aygıtı ve Filistin Ajansı ile, Düşünürler Masası ve İnancın Nişanları gibi farklı alanlarda yapıtlar sergilenmeye başlandı.
Posterleri ve Kırkın Duvarı bölümü başta olmak üzere, birçok sanat eserinin sanatçılarla dayanışma adına özel olarak satın da alınabildiği bienalde – tüm sanatçıların emeği birbirine koşulsuz eşit kıymette olmakla birlikte – dikkat çeken bir çok yapıt da izleyici karşısına çıktı.
Tüm yapıtların soykırıma direnişe yoldaşlık ettiği etkinlikte, ilk katta Muhammad Alhaj ile Furkan Akhan’ın ozan Mahmud Derviş’in dizelerinin refakati ile sundukları, birinci kattaki büyük beyaz duvar resimleri de yer aldı. Derviş’in At Şiirden Düştü isimli yapıtının “At kanlar içinde düştü / şiirimle birlikte / ve ben de kanlar içinde düştüm / atın kanıyla…” dizeleriyle yan yana sergilendiği devasa siyah beyaz kolaj, akla kübist sanatçı Pablo Picasso’nun faşizm karşıtı soyutlaması La Guernica’yı getiren bir yaklaşımla izleyici karşısına geldi. Kolajda ‘Intifada’ üyeleri ile Mescid-i Aksa gibi unsurlar da yer alırken, yıkım, yaşam, göç, kültürel miras, geçim, ekoloji, hafıza ve umut gibi temalar, özgürlükle iç içe bir yaklaşımla birbiriyle bütünleşiyor.
Herkes Yasmeen Al Daya’nın insanlık ikonasını konuşuyor
Hiç kuşkusuz, bienalin posteriyle de simgeselleşen Yasmeen Al Daya’nın kum ve toz ruhlu ürpertici soyut figür çalışması, simgelediği yaşam-ölüm maskı ve bizi buna şahit kılan çaresizliği ile, suç, adalet, masumiyet ve insanlığı harmanlayan güncel bir ikona haline geliyor.
Bienalde ayrıca, Adların Evi adlı duvar kesiti altında etkinliğe emeği ve yoldaşlığını kazıyan isimler simgelenirken, aynı kesitte “Minnettarlık Festivali”ne katılan sanatçılar arasında, Shirin Neshat veya Alfredo Jaar ile, Eyal Weizman / Forensic Architecture, Walid Raad, Angela Harutunyan ve Michael Barenboim ve Kenize Mourad gibi imzalar da seçilebiliyor.
Bienalin ilk katında altı çizilecek bir diğer yerleştirme, Ghanem Al Den’den geliyor. İllüzyon ve hakikati çarpıştıran Ayna Sensin isimli yalın düzenlemesinde sanatçı, bir roketin silueti ile bir havuç imgesini bir araya getiriyor. İki karşılıklı aynanın kullanıldığı çalışmada izleyici, hakikat ve zihinsel yanılsama arasında bırakıldığı önemli bir karar anının kucağına düşüyor.
Al Den, algı, vicdan ve hafızayı birbirine düşüren, insanlık testi misali son derece çarpıcı, optik ve naif çalışmasında ziyaretçi / izleyiciye özetle, şu manzum çağrıyı yapıyor:
“Kendini görmek için – çünkü özünde / sen bir aynasın / Roket de olabilirsin, havuç da, ya da / belki ikisi birden, ve her durumda, hedef sensin. / Roket ve havuç, sahnenin belirleyici unsurlarıdır. Yine de, kendini roketin dağınık parçaları arasında şiddet zamanlarında seni susturmak için sunulan büyük havucun cazibesine kapılmış bulacaksın…”
Mohanad Al Sayes, grafik ve sayılarla “Hala Hatırlıyorum”
Bienalin referans verdiği önemli dönüm noktalarından birini, bölgede hakikati sahiplenip dünyayla paylaşırken canını veren basın mensuplarına dönük çalışmalar da oluşturuyor. Bu anlamda sergide artık her biri bir istatistik numarasına dönüştürülen soykırım kurbanlarına da gönderme yapılarak, özgür Filistin ve yaşam hakkı uğruna dünyaya barıştan yana açık bir grafik mektup yollayan sanatçı, tuval üzeri akrilik eseri Hâlâ Hatırlıyorum ile Mohanad Al Sayes oluyor.
Sergide “Sürgün olmadığında ne yapacağız?” diye soran Basel Zaraa ise, Tophane’ye kurduğu çadır, ağaçlar ve türlü nesneler eşliğinde izleyiciyi bir kampa dahil olup olmamak arasında bırakan bir içtenlik ortaya koyuyor. Toprak, zeytin ve limonlarla simgeselleşen dramatik eser, görsel yalınlığı kadar, yaptığı çağrının derinliğiyle de yoğunluğunu artırıyor.
Memleketim Filistin’in manzaraları diyen ressam
“Elimde Bir Bulut” diyerek, hakikat ve iç hakikat arasındaki varlık mücadelesinin en değerli örneklerini fırçalarıyla gösteren diğer sanatçılar arasında, ressamlar Motaz Naim ile, Alaa Al Shawa geliyor. Naim’in, hani bir bakıma ‘oto-gerçekçi’ manzara üçlemesi Batı Şeria’nın Dağları, Ein Karem Kasabası ve Zeytinlikler kompozisyonları, bu esnada ‘yurt’ mefhumunun hem sanat tarihsel, hem düşsel hafızası ile kucaklaşırken, ütopya ve hatıra arasından kendine yol arayan köksüz insan belleğine de adeta derin, kökünden haklı bir göndermede bulunuyor.
Bunun gibi, aynı ruhsal ve görsel ikilemi taşıyan Alaa Al Shawa’nın dışavurumcu ikili portresinde de, akraba bunalımların varoluşsal, katmanlı dışavurumlarıyla baş başa kalmamak, neredeyse imkânsız görünüyor.
Silvina Der-Meguerditchian’ın antik bir görsel kozmetikle ürettiği, 2018 tarihli Kolyeler 1 dörtlemesinin gelirinin yarısı ile Gazze Bienali’ne destek verdiği etkinlikte ayrıca, Zor Egzersiz başlığı ile göze çarpan bir diğer manzum söz, şöyle kayda geçiyor: “Gazze’de / nefes almak bir görev, / gülümsemek ise / kendi yüzümüze yaptığımız / estetik ameliyattır / ve sabahları uyanmak / bir gün daha / hayatta kalmak için / ölümden geri dönmektir.”
Shirin Neshat’ın “Erkeksiz Kadınlar”ından bir örnek de bienalde
Shirin Neshat’ın 2008 tarihli bir gelin kompozisyonu, Erkeksiz Kadınlar Serisi, Pari ile yer verilen Bekleyenlerin Duvarı’yla zenginleşen bienalde öte yandan, 2025 tarihli figüratif dışavurumcu iş Gözetim Altında da not ettiğimiz yapıtlar arasındaki yerini alıyor. Hamada Elkept’e ait, 100 x 100 cm. ebadındaki tuval üzeri akrilik işte, rönesans klasiği La Joconde / Mona Lisa edasıyla etrafı gözetim kameralarıyla çevrili, kırmızı kefiyeli bir kadının kayıtsız bakışı, kuşkusuz dikkat çekiyor. Sanatçının bir diğer yapıtına da, destek amaçlı satın alınabilen “Kırkın Duvarı”nda rastlanıyor. Ressam burada da yine kefiyeli bir kadını, yine tepesinde bir İHA gözetim ve saldırı uçağı ile betimliyor.
Acının artık giderek bir soyut kompozisyona dönüştüğü inanılmaz detaylı fotografik üçlemesi Yıkıntılardan Bir Görüntü ile Mohammad Suliman’ın da yer aldığı bienalde, bunların dışında aynı soyutlama güdüsünden mustarip bir diğer grup sanatçı ise, Kırkın Duvarı‘ndaki çarpıcı tuval veya fotografik kompozisyonlarıyla, Morad Al Assar, Liza Madi, Essam Mkheimer, Wafaa Alkhahlout gibi imzalar halinde art arda geliyor.
Serginin ikinci katındaki çarpıcı düzenlemede ise, “orası” ve “burası” arasındaki zaman ve mekân ölçeği, Khaled Tanji’nin devasa yerleştirmesi Yeniden Bağlanıyor ile anıtsallaşıyor. Bu canlı anıtta sanatçı, telefon kulübesi biçimli ahşap kutularda, 25 video portre ve tüplü televizyonda üç renkli projektör ile bizleri Filistin konusunun başat figürleriyle doğrudan iletişim haline sokuyor. Bu portreler izleyicilere, Filistin’de halihazırda yaşanan akıl almaz sosyal ve kamusal baskı rejiminin ipuçlarını, mağdurların dili ve gözlemleriyle ilk kez servis ediyor.
Alfredo Jaar ile Maresh Ayas sergiyi ruhsal bir doruğa taşıyor
Bienale eseriyle katkı sunan sanatçılardan Alfredo Jaar ise, etkinliğe 2018 tarihli bir çalışmasıyla katılıyor. Jaar’ın eserinin adı da, gündeme dair bir yorum gibi okunabiliyor. Sanatçının ikonografik ve optik etkili çalışması bize “Hayatın tamamı gözyaşlarına neden olurken, bazı anları için ağlamaya ne gerek var?” diye soruyor. Jaar eseri için su bazlı boyalar ile cam üzerine baskı, paslanmaz çelik çerçeve ve led aydınlatma ile çalışmış bulunuyor. Sanatçı tarafından bağışlanan yapıt da, diğerleri gibi satın alınabiliyor.
Jaar’ın bu eserine yoldaşlık eden bir diğer çalışma ise, mermer figüratif heykeli ile Maresh Ayash oluyor. Bu, dramatik aydınlıkta izlenen, yüksek olasılıkla bir çocuk-ergen kızı betimleyen işinde Ayash, ayağındaki kauçuk terlikleri, kısa eteği ile ‘Aslan’ adlı bir kadın figürünü tam da ortadan ikiye bölerek izleyicinin algı, ilgi ve dikkatine bir bomba aniliği ile servis ediyor. Mermer ve çimentodan muhteva, etekleri kırık kesik bu yapıt olanca ağırlığı ile, aynı anda hem varlığı, hem de önlenemez hiçliği vurgulayan şizofrenik bir durumun altını ‘bam diye’ çizerek, kalıcı, geçici veya gerçek ya da sözde olanı tüm tartışmalı haliyle önümüze koyuyor. Bizi yok oluşa da, var oluş denli tanık bırakıyor.
Sergide aynı ağıdı görsel manada yakan bir diğer ressam da, Güvercinler Yuvalarını Kaybetti diyen ressam, Hamada Elkept oluyor.
Ziyaretçileri video, resim, yerleştirme gibi bir çok alanda daha pek çok doğrudan ve dolaylı tanıklığın beklediği, Eylül ayı sonuna dek ve Ekim ile Kasım aylarında da bir çok paralel etkinliğin yaşanacağı bu nadir sergiye ilişkin son bir söz söylemek gerekirse, işte onu da 2024 tarihli kolektif bildiriden şu alıntımız, yeterince yapıyor: “Hiç bir savaş, hayalperestlerin hayallerini durduramaz, hiç bir tahakküm mekanizması, yaratıcıların kalplerindeki ve zihinlerindeki ışığı söndüremez.”
Bilgi: depoistanbul.net
Fotoğraflar: Evrim Altuğ