İstanbul’un Sanatçıları - ArtDog Istanbul
Hanefi Yeter

İstanbul’un Sanatçıları

İstanbul’da 50 Sanatçı 50 Atölye, Galeri Selvin’in imzasını taşıyan, çağdaş Türk sanatının 50 önemli ismini atölyelerinde ziyaret eden özel bir yayın. Kitabın ortaya çıkış sürecini Selvin Gafuroğlu’yla konuştuk.

İstanbul Boğazı’nın kadim semtlerinden Arnavutköy’de, şirin mi şirin bir sokakta bu yıl sessiz sedasız 40’ıncı yaşını devirdi Galeri Selvin… Hiç kuşkusuz bu kırk yıl, ekonomik, siyasal ve toplumsal hareketliliğin gölgesinde var olmaya çalışan Türk çağdaş sanatı için hatırı sayılır bir zaman dilimi… Galeri Selvin her ne kadar bugün İstanbul şehriyle bütünleşse de, 1985 yılında Selvin Gafuroğlu tarafından Ankara’da Bestekar Sokak’ta kuruldu. Ardından 2006 senesinde İstanbul’a, Arnavutköy’e taşındı. “Ankara’da doğup büyüdüm ama kendimi hep İstanbul’a yakın hissettim,” diye özetliyor bu taşınma öyküsünü Selvin Hanım. İstanbul’a olan sevgisi ve bağlılığı, İstanbul’da 50 Sanatçı 50 Atölye adlı bu özel yayına da önayak oluyor.

Mehmet Güleryüz

50 Sanatçı

Kimler yok ki bu kitapta… Naile Akıncı, Mehmet Pesen, Adnan Çoker, Özdemir Altan, Devrim Erbil, Mehmet Güleryüz, Muhsin Kut, Mehmet Aksoy, Tomur Atagök, Neş`e Erdok, Mustafa Pilevneli, S. Saim Tekcan, Nur Koçak, Seyyit Bozdoğan, Alaettin Aksoy, Ali İsmail Türemen, Ergin İnan, Halil Akdeniz, Koray Ariş, Can Göknil, Berna Türemen, Mustafa Altıntaş, Hüsamettin Koçan, Hanefi Yeter, Ekrem Kahraman, Bihrat Mavitan, Resul Aytemür, Yusuf Taktak, Şahin Paksoy, Nedret Sekban, Gürbüz Doğan Ekşioğlu, Murat Morova, Yunus Tonkuş, Nejdet Vergili, Rahmi Aksungur, Kezban Arca Batıbeki, Serpil Yeter, Bedri Baykam, Alev Ermiş Mavitan, Maria Kılıçlıoğlu, İrfan Önürmen, Temür Köran, Feridun Oral, Akın Yıldırım, Zerrin Tekindor, Mehmet Uygun, Mustafa Horasan, Filiz Öztürk Doğan, Serdar Tekebaşoğlu ve Malik Bulut…

Neş`e Erdok

Her biri, Türkiye’nin çağdaş sanat yolculuğuna yön veren isimler; kendi sesleri, üslupları ve üretim alanlarıyla bu kitabın sayfalarında bir araya geliyor. Sadece sanat izleyicileri için değil, aynı zamanda sanat dünyasında yer almak isteyen yeni kuşak sanatçılar için de önemli bir referans kaynağı oluşturuyor bu kitap. Aynı zamanda her bir sanatçının biyografisi, sanata yaklaşımı, atölyelerindeki doğal ortamları ve çalışma alanlarından fotoğrafları bir araya getiren önemli bir başvuru kaynağı.

Alaettin Aksoy

Selvin Gafuroğlu, uzun soluklu ve titizlikle yürüttüğü çalışmaların ürünü olan İstanbul’da 50 Sanatçı 50 Atölye adlı kitabın öyküsünün, 2009 yılında tüm Avrupa’da İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olacağına dair söylentilerin dolaşmaya başlamasıyla şekillenmeye başladığını söylüyor ve öyküyü daha da derinlere taşıyor:

“İstanbul’u hep sevdim. Ankara’da doğup büyümeme rağmen hep İstanbul’a yerleşmek istedim; çünkü işimin merkezi orasıydı. O dönem Ankara’da sanata açık, nitelikli insanlar vardı. İstanbul’daki sanatçılarla çalışır, onları Ankara’ya sergiye getirirdim. Geldiklerinde de memnun ayrılırlardı; çünkü Ankara’nın ayrı bir sıcaklığı, samimi bir ortamı vardı. Eşimi ikna etmem zaman aldı ama sonunda 2000 yılında İstanbul’da devam etmeye karar verdim. O günden beri burada üretmeye devam ediyorum. Bu projeyi de İstanbul’daki sanatçılarla gerçekleştirdim.”

Mehmet Aksoy

“Sanatçı Atölyelerini Hep Merak Ettim”

Selvin Hanım, zamanla yurt dışındaki sanat kitaplarını karıştırırken özellikle sanatçı atölyelerine odaklanan yayınlar görür. “Fark ettim ki herkes sanatçının çalışma alanını, üretim sürecini merak ediyor. Ben de hep merak ederdim: Bir eser nasıl bir ortamda doğar? O yaratımın kokusu, ışığı, dağınıklığı nasıldır?”

Ama hemen arkasından önemli bir detaya da dikkat çekiyor: “Biliyorum ki bu alanlar çok kişisel. Çoğu sanatçı atölyesini paylaşmak istemez. O kapılar kolay kolay açılmaz.”

Ergin İnan

İstanbul’da 50 Sanatçı 50 Atölye kitabının serüveni de o kapıların aralanmasıyla başlıyor. Her atölye ziyaretinde sadece bir mekânı değil, bir hayat tarzını, bir yaratım biçimini keşfediyor Selvin Hanım. Bu yüzden sadece sanatçıların eserlerini değil; o eserlerin doğduğu ortamları, atmosferleri, anları da bir kitapta kayda geçirmeyi önemsiyor.

“Atölyeler, sanatçılar için oldukça mahrem alanlardır. Genellikle herkesi içeri almak, o özel alanı paylaşmak istemezler.”

Bihrat Mavitan

Kitap için sanatçıların atölyelerine nasıl girdiklerini şöyle anlatıyor: “Bazı sanatçılarla zaten güçlü bağlarımız vardı; daha önce sergilerini yapmıştım ya da sergi olmasa bile dostluklarımız oluşmuştu. Bazılarına daha temkinli yaklaştık ama onlar da sıcak karşıladılar. ‘Sen varsan, tamam,’ diyenler oldu. Başta sadece ben ve bir kameramanın geleceğini sananlar vardı. Oysa bu ciddi bir prodüksiyondu: sinema ışıkları, ışıkçılar, sanat yönetmeni, fotoğrafçı, ben ve asistanlardan oluşan sekiz kişilik bir ekiple çalıştık. Bu kalabalık bazılarını şaşırttı: ‘Bu kadar insan ne için?’ diye soranlar oldu. Ama zamanla hepsini ikna ettik. Kimi ‘Buyurun, gelin,’ dedi; kimi biraz düşündü, sonra kabul etti. Seçtiğim 50 sanatçıdan yalnızca biri projeden çekildi.”

Kitapta tek firelerinin Ömer Uluç olduğunu belirtiyor: “Ömer Bey çok arzu etmişti ama eşi istemedi, diye de ekliyor.

Berna Türemen

“Sanatçıların Üretim Alanlarını Görmek Heyecan Vericiydi”

On beş yıl gibi uzun bir zamana yayılan kitaba dair unutamadığı şu anıları paylaşıyor:

“Bu proje çok heyecan vericiydi tabii. Bazen ‘Bu sanatçıyı ne kadar iyi tanıyorum,’ diye düşündüğüm oldu. Çünkü bir atölye, sanatçının kişiliğini yansıtır. Hayran olduğum sanatçıların o alanlarında bulunmak benim için çok özel bir duyguydu. Bazıları yanımızda resim yaptı. Çekimler sabah başlayıp akşama kadar sürüyordu, bazıları iki gün bile sürdü. İlk gittiğim sanatçılardan biri, çok sevdiğim Feridun Oral’dı. Diğerlerine göre daha gençti ama sanatına büyük saygım vardı. O kadar heyecanlanmıştım ki, o gün yemeği erkenden hazırlayıp çıkmıştım. Ama o heyecanla tencerenin altını açık unutmuşum. Akşam döndüğümde her yer yanmıştı, mutfak simsiyah. Neyse ki evi son anda kurtardık. Unutamadığım anılardan biridir. Yemek olayı unutulmaz ama başka pek çok güzel anımız oldu. Teknoloji o zaman daha farklıydı; ışıklar, makineler… Bir gün elektrik kesildi, başka bir gün sanatçı bambaşka bir istekle geldi. Örneğin rahmetli Mehmet Güleryüz, çekim sırasında bilgisayarda kendi fotoğrafını ilk kez gördü. O kadar mutlu oldu ki fotoğrafçımıza sarıldı, likör ikram etti. Çok değerli anılar bunlar.”

Bedri Baykam

“Fiziksel Kitabın Değerine Hâlâ İnanıyorum”

15 yıl süren bu yolculuk vesilesiyle, yıllardır tanıdığı sanatçıların atölyelerini bir bir geziyor Selvin Hanım. “Sadece bir sanat kitabı değil bu; bir dönemin tanıklığı, bir bellek çalışması,” şeklinde tanımlıyor bu kapsamlı yayını.

“Ne yazık ki kitap basılana kadar dokuz sanatçımızı kaybettik. Bu anlamda kitap sadece bir arşiv değil, aynı zamanda bir vefa projesi. Dönemin sanatçılarını belgeleyen çok önemli bir kaynak oldu.”

Devrim Erbil

Kitabı eline alıp sayfalarını çevirirken şöyle diyor: “Dijital çağdayız ama ben fiziksel kitabın değerine hâlâ inanıyorum. Sayfaları çevirmek, o görsellerle göz göze gelmek başka bir deneyim. Kitabın zamansız olduğunu düşünüyorum. 50 yıl sonra bir yenisini yapsam, bambaşka bir jenerasyonla karşılaşırız elbette. Ama bu kitap, bu dönemin ruhunu taşıyor.”

İstanbul’daki sanatçılarla başlayan bu çalışma, şimdilerde yeni bir projeye de kapı aralıyor: “Kayseri, İzmir, Bursa gibi şehirlerde de birlikte çalıştığımız sanatçılar var. Onları da kapsayan bir kitap yapmak istiyorum. Bu ilk kitabın ortaya çıkması 15 yılımı aldı. Zordu ama değdi. Sonucu çok kıymetli oldu.”

Genellikle sergilerden sonra kitap hazırlanır; bu projede ise kitap önce geldi. “Bu durum sergi fikrini hiç aklınıza getirmedi mi?” diye merak ediyoruz.

“Zaten ilk hedefim buydu. Büyük bir mekânda, her sanatçının bir işiyle bu kitabı sergiye dönüştürmek istiyorum. Hatta sadece burada değil, yurt dışında da… Gezici bir sergi olarak dünyanın büyük şehirlerini dolaşması hayalim.”

Kitabın Türkçe ve İngilizce hazırlanmasındaki amacı ise şöyle açıklıyor:

“2015’ten beri Art New York, Art Miami gibi uluslararası fuarlarda yer alıyorum. Ve şunu çok net gördüm: Sanatçılarımız gerçekten çok güçlü. Bu yüzden kitabı iki dilli yaptım. Dünya müzeleri, kütüphaneler, araştırmacılar Türk çağdaş sanatını daha yakından tanısınlar istedim.”

“İstanbul En Ruhsuz İnsanı Bile Etkiler”

Sohbetin sonunda konu İstanbul’a geliyor: “İstanbul büyük, karmaşık ama çok besleyici bir şehir. Bazen en ruhsuz insanı bile etkiler. Sanatçılar burada yaşayıp ürettikçe, şehrin kendine has enerjisiyle olağanüstü işler çıkıyor ortaya. Hâlâ şehir turlarına katılırım. Her gün başka bir detay, başka bir köşe çıkıyor karşıma.”

Bir an durup gülümsüyor: “Anneannem 70’lerde bile ‘İstanbul’un çivisi çıktı’ derdi. Ama ben katılmıyorum. İstanbul’un çivisi hiç çıkmaz. O hep güzel, hep özel.”

Previous Story

Bir Yanda İklim Krizi Bir Yanda “Sahnelenmiş” Gerçeklik

0 0,00