Ellerin Kirletildiği Bir Üniversite - ArtDog Istanbul
Sinan Arkın, Fotoğraf: İsmail Gökçe.

Ellerin Kirletildiği Bir Üniversite

Sanatın estetiğiyle bilimin analitiğini bir araya getiren Sinan Arkın, Kıbrıs’ta yalnızca bir üniversite değil, kültürel bir dönüşüm kuruyor.

//

Kıbrıs’ta yalnızca sanat ve tasarıma adanmış bir üniversite kurmak, sadece bir eğitim projesi değil; aynı zamanda bir kültür dönüşümünün, toplumsal bir vizyonun ifadesi. Sinan Arkın’ın babasıyla birlikte hayata geçirdiği ARUCAD (Arkın Yaratıcı Sanatlar ve Tasarım Üniversitesi), hem Kıbrıs’ın kültürel potansiyeline hem de Türkiye’deki yerleşik ezberlere karşı duran özgün bir girişim. ARUCAD Mütevelli Heyeti Başkanı Sinan Arkın’la tüm bunları konuştuk.

ARUCAD nasıl kuruldu, nasıl bir fikirden yola çıkıldı?

ARUCAD sadece sanat ve tasarım odaklı bir üniversite. Kuruluş fikri babamın hayalinden doğdu. Hep sanat odaklı bir eğitim kurumu kurmak istiyordu. Aslında bu işin başlangıcı, onun sanata olan tutkusudur. Üniversite fikri tartışılırken benim akademik geçmişim daha çok bilime dayanıyordu. Bu süreçte hep şöyle denirdi: “Hadi Sinan oğlum, senin konularını da ekleyelim, bir üniversite kuralım.” Ama o dönemde bu fikre tamamen karşıydım. Çünkü sanat bölümleri genelde üniversitelerde köşeye atılmış, hak ettiği değeri görmeyen bölümler oluyor. Bunu değiştirmek için sadece sanat, tasarım ve iletişim alanlarına odaklı bir üniversite kurulması gerekiyordu. Biz de bu kararı aldık ve bence çok iyi bir karar oldu.

Performans sanatları yeni eklendi değil mi?

Performans sanatları açısından da iki yıl önce bir adım attık. Bu da yine babamın vizyonuyla gerçekleşti. Tiyatro, dans ve müzik alanında bir bölüm açtık. Şimdilik konservatuvar değil ama ileride orayı da bir konservatuvara dönüştürmeyi umuyoruz. Kıbrıs’ta bu tür bir fakülteye ihtiyaç var. Tiyatro burada oldukça popüler. Çevremde amatör olarak tiyatro yapan çok sayıda insan var; kulüplerde, belediye tiyatrolarında oynayanlar. Adanın böyle bir bölüme ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca bu fakülteyi daha da geliştirmek için ileride Türkiye’den önemli isimleri buraya getirmeyi hedefliyoruz. Tiyatro, oyun, dans gibi etkinlikleri burada gerçekleştirebilirsek bizim için çok iyi olacak.

Gençleri de bu sürece dahil etmek amacınız galiba.

Kesinlikle. Gençleri, çocuklarımızı bu sürece dahil etmemiz lazım. O fakültenin ileriye gitmesi konusunda umutluyuz.

ARUCAD’ın vizyonunu nasıl tanımlarsınız?

Üniversitenin vizyonundan bahsedecek olursam… Avrupa’da pratik eğitimle teorik eğitim ayrılıyor. Bu sadece sanatta değil, bilimde de böyle. Benim fizikten uzaklaşma sebebim de bu. Fizikte ya deneysel fizikçi oluyorsunuz ya da teorik fizikçi. Bu kadar özelleşme bilimin doğasına aykırı. Sanatta da Avrupa’da fikirsel üretime daha çok önem veriliyor ama materyal kısmı geriye atılıyor. Biz ise teorik ve pratik eğitimi eşit ağırlıkla vermek istedik. Çünkü bir tasarımcı materyali bilmeden tasarım yapamaz. Malzemenin neye elverişli olduğunu bilmesi lazım.

Bizim temel vizyonlarımızdan biri bu: teori ve pratiği birleştirmek. Hep kullandığımız bir tabir var: “Öğrenciler ellerini kirletmek zorunda.” Sürekli üretim içinde olmalılar. Ayrıca biz sadece akademisyen yetiştirmeyi hedeflemiyoruz. Endüstriye, akademi dışına, sanat ve tasarım alanında meslek olarak çalışacak bireyler yetiştirmek istiyoruz. Doktora programlarımız var, akademisyen de yetiştiriyoruz elbette, ama temel hedefimiz üreten insanlar. Akademisyen de üretir elbette, fikir üretir. Ama biz gerçek objeler, işler ortaya koyan bireyler yetiştirmeyi hedefliyoruz. Yükseköğretimin genelde üstten bakan bir yanı vardır. Biz bunu istemedik. Bu yüzden Sürekli Eğitim Merkezimizi kurduk, hatta üniversiteden önce kuruldu. Milli Eğitim Bakanlığı’ndan izin alarak başladık. Seramik, resim, cam gibi alanlarda halka açık kurslar verdik.

Sürekli Eğitim Merkezi kursları nasıl işliyor?

Sürekli Eğitim Merkezi, üniversitenin önemli bir parçası. Her dersin sonunda öğrencilerden bir ürün ortaya koymaları bekleniyor. Çünkü işe girdiklerinde onlardan da üretim bekleniyor olacak. Biz, bu becerileri öğrenciler mezun olmadan kazandırmak istiyoruz.

Uluslararası işbirlikleriniz var mı?

Evet, Manchester Üniversitesi ile bir işbirliği gerçekleştirdik. İtalya’da Domus ile ikili işbirliği programlarımız var. Bunlar hem deneyim kazanımı hem de pazarlama açısından önemli. Avrupa’nın itibarının Kıbrıs’tan daha yüksek olması bizim için bir gerçek. Ne yazık ki Kıbrıs’ın ciddi bir “repütasyon” sorunu var. Kıbrıs zaten kara para, kumar gibi haberlerle gündeme geliyor. İyi bir şey yapmaya çalışan bizler bu nedenle hep eksiden başlıyoruz.

Kıbrıs Üniversiteler Birliği’ni kurduk. Şimdi bu oluşumu resmi yönetmeliklere eklemeye çalışıyoruz..

The Great Orion Nebula (M42) from Bellapais.

ArtDog bu sayıda Kıbrıs’a odaklanıyor. Kıbrıs’ın sadece kumar cenneti olmadığı aslında hatırı sayılır bir kültürü olduğu düşüncesiyle…

Kıbrıs çok zengin bir kültüre sahip. Sayıca az ama çok iyi birkaç sanat galerisi var. Sanat ve tasarıma odaklı bir üniversite kurma vizyonu var. Dünyanın sayılı Rodin koleksiyonlarından biri burada. Yakında Asil Köylü adında anıtsal bir heykel inşa edilecek. Barbunya adlı yeni bir performans ve tiyatro sahnesi açtık. İskele Art Hotel ise gelişme aşamasında. Tüm bunların dışında tabii burada çok önemli bir tarih var.

Kıbrıs’ta toplumun karşı karşıya olduğu meseleler sizce neler?

Çok ciddi meseleler var. Göç en büyük sorunlardan biri. Rum tarafıyla olan ilişkiler başka bir mesele. Konu oldukça karmaşık ve çok katmanlı. Türkiye’de bu konular ezberden anlatılıyor. Elbette Türkiye’ye herkes minnettar, ama komşu tarafta da durum karışık. Rumlar arasında da aydınlar var elbette ama çok daha güçlü bir milliyetçi kesim var orada ve onlar dominant.

Türkiye’de Kıbrıs “yavru vatan” olarak algılanıyor ama Kıbrıs bundan çok daha fazlası. İnsan gerçekten keşfetmek istiyor. Kıbrıs Türkiye’nin bir eyaleti değil. Aynı dili ve parayı kullanıyoruz ama kültürler farklı. Asıl mesele bu yerleşik algıyı kırmak. Kıbrıs’la ilgili Türkiye’deki algıyı değiştirmek çok önemli.

Babanızın mezuniyet töreninde yaptığı konuşma sizi etkiledi mi?

Çok. Duygulandım. “Hayatımda yaptığım en önemli şey bu üniversiteyi kurmak,” dedi. Bu söz, ticaretle uğraşan bir insanın böyle bir şey söylemesi çok kıymetliydi. Üniversiteden maddi bir beklentimiz yok. Bizim gelir kaynaklarımız başka yerlerden. Kıbrıs’taki birkaç vakıf üniversitesinden biriyiz. Kar amacı gütmüyoruz ama üniversitenin kendini döndürebilir hale gelmesi lazım. Tabii burada bazı handikaplarımız da var.

Asil Köylü devasa bir heykel olarak Karpaz’da inşaat edilecek.

Karpaz Marina arkasındaki bir arazide yapılacak. Dünyanın en yüksek heykellerinden biri olacak. 45 metre yüksekliğinde olacak ve Kıbrıs köylüsünü yücelten bir anıt olacak. Bronzdan yapılacak. Döküm parçaları yaklaşık 2 metrelik olacak. Büyük ihtimalle döküm atölyesini orada kuracağız. Bu proje, Atatürk’ün köylüye verdiği önemle de örtüşüyor.

Siz aynı zamanda fotoğraf da çekiyorsunuz. Özellikle uzay fotoğrafları… Arkın İskele Art Hotel’de gördüm. Biraz bundan bahseder misiniz?

Evet, küçük yaştan beri astronomiye ilgim vardı. Fizikte de bu konuları hep okudum. ODTÜ’deki işimden ayrıldıktan sonra bir şey aramaya başladım. Bu alan sardı beni. Bir teleskop aldım. Ama bu öyle hemen yapılacak bir şey değil; sistemin kurulumu, kullanımı oldukça karmaşık. Bilgisayar kontrollü bir süreç. Yani ciddi şekilde öğrenmeniz gerekiyor.

Matematiksel bir yönü var mı bu işin?

Elbette var ama en çok sabır istiyor. Saatlerce pozlama yapmanız gerekiyor. Çünkü gökyüzü hareket ediyor ve çektiğiniz objeler sabit değil. Teleskobu gökyüzünü takip eden bir düzeneğe monte etmeniz gerekiyor. Bayağı teknik bir iş yani. İlk bir senemi hiç fotoğraf çekmeden sadece bu sistemi kurmak ve öğrenmekle geçirdim. Sonra başladım çekmeye. İlk başta sadece hayranlıkla birkaç kare yakalamak istemiştim ama artık çok fazla vaktim olmadığı için çok nadir çekebiliyorum. Yine de benim için sanata bir adım gibiydi bu. Çünkü yaptığınız şey bilim değil, sanat. Bir şey göstermeye çalışıyorsunuz. Bilimsel olması için bir sonuç, bir bulgu elde etmeniz gerekir. Ama burada bir ifade var. Bu süreç, benim sanata olan ilgimi bir adım öteye taşıdı diyebilirim. Keşke sanatı daha iyi bilsem, bu fotoğrafları da daha iyi yapabilsem.

Nereden çekiyorsunuz bu fotoğrafları?

Hepsini kendi evimden çektim.

O renkler gerçekten öyle mi?

Hayır, objelerin gerçek renkleri değil onlar. Gerçek renkleri yakalayabilmek için çok az ışık kirliliği olan bir yere gitmeniz gerekir. Karpaz böyle bir yer. Kormacit de fena değil ama orada da biraz kirlilik var. Yani kamp yapmanız gerekiyor bu çekimler için. Bu yüzden “narrowband” dediğimiz bir filtreleme yöntemi kullanıyoruz. Bu filtrelerle ışığın sadece çok dar bir dalga boyu aralığını çekiyorsunuz. Örneğin hidrojen gazının yaydığı dalga boylarını. Evrende en yaygın gaz hidrojen gazıdır. O yüzden onun detaylarını çekebiliyoruz. Bu şekilde çok güzel formlar, şekiller ortaya çıkıyor. Normal renklerle çektiğinizde her şey daha sönük ve birbirine karışık oluyor. O çekimlerin de ayrı bir güzelliği var ama sınırlı: genelde pembe ile kırmızı tonları arasında kalıyor.

Bir fotoğraf için ne kadar vakit harcıyorsunuz?

Çok fazla. İlk başta iki haftalık bir süreç oluyor. Yaklaşık 15 saat pozlama yapmanız gerekiyor. Lensin açık kalması, gökyüzü koşulları, ayın durumu, hava kirliliği gibi pek çok etken çekimi etkiliyor. Bu yüzden bir fotoğrafı çekmek 2-3 haftayı bulabiliyor. Üstelik o 5 dakikalık pozlamalarla çekilen her bir karede sadece 2-3 yıldız görünüyor. Sonra onları dijital olarak “stretch” etmeniz, yani karanlık histogramı aydınlığa taşımanız gerekiyor. Ancak bunu yaparken görüntüdeki kirliliği de beraberinde getiriyorsunuz. Asıl mesele bu kirliliği baskılayabilmek.

Andromeda küçük.

Yani aslında hem sanat hem teknik bir iş…

Kesinlikle. Bu yüzden çok teknik bir alan. Her lensin bir “curvature” yani eğriliği var. Kenarlardaki objeleri deforme edebiliyor. Bunu düzeltmeniz gerekiyor. Ayrıca tamamen objektifi kapatıp karanlık kareler çekiyorsunuz ki kameranın kendi iç kirliliğini, özellikle termal kirliliği tespit edebilin. O kadar hassas ki bu sistemler, kameranın iç sıcaklığı bile görüntüde parazit yaratıyor.

Peki, bu termal kirlilik nasıl yok ediliyor?

Birkaç yöntemi var. En etkilisi özel bir kamera kullanmak. Bu kameralar CCD çipini -30 dereceye kadar soğutuyor. Böylece termal kirlilik azaltılıyor. Ayrıca çekilen yüzlerce kareden ortalama alıyorsunuz. Kirlilik rastgele olduğu için bu kareler bir araya geldiğinde birbirini nötrlüyor. Böylece sinyal net çıkıyor. Bu yöntemle o parazit ortadan kalkıyor.

Bunları kendi başınıza deneye yanıla mı öğrendiniz?

Evet. Tüm bunları bir yıl içinde kendi kendime öğrendim. Derin uzay fotoğrafçılığı, diğer fotoğraf türlerinden çok farklı. Çünkü çektiğiniz objeler çok sönük ve sürekli hareket ediyorlar. Gezegen çekimi nispeten daha kolay çünkü daha parlaklar. Ama nebulalar, galaksiler çok uzak ve sönük. Ayrıca dünya döndüğü için onlar da hareket ediyor gibi görünüyor. Uzun pozlama ve hareket birleşince teknik olarak çok zorlu bir süreç oluyor. Ayrıca atmosferin nemi, havanın durumu gibi değişkenler de çözünürlüğü etkiliyor. Her detay önemli. Sönüklük ve hareket, bu işi çok teknik ve zor kılıyor.

Kıbrıs’ta bu işi yapan başka biri var mı?

Kuzey Kıbrıs’ta bildiğim kadarıyla iki kişi daha var.

Peki dünyada bu işle uğraşan çok kişi var mı?

Dünyada on binlerce kişi var. Astrobin.com diye bir site var. Benim de orada bir hesabım var. Orada amatörlerin ne kadar harika işler çıkardığını görebilirsiniz. Bu hobi hem çok cezbedici hem de ekonomik açıdan ucu açık. 500 dolarla da başlayabilirsiniz, 5 milyon dolar harcayan da var. Amerika’da 2 metrelik teleskopuyla kendi gözlemevini kuran amatörleri tanıyorum. Limiti yok bu işin. Uzaya kadar gidebilirsiniz.

Çok eğlenceli, cezbedici bir şey yani.

Cezbedici ama bir sürü sanat dalının aksine ego arttırıcı değil, ego bastırıcı. Çünkü her karede insan ne kadar küçük ve önemsiz olduğunu hissediyor.

Previous Story

Emin Çizenel: “Ne Yaşadıysam Onu Resmettim”

0 0,00