Toplumsal kırılmaların, ekonomik sıkışmaların, politik baskıların, ifade özgürlüğü kısıtlamalarının ya da kişisel endişelerin gölgesinde sanat nasıl var olur? Zor zamanlarda sanat anlamını mı yitirir yoksa işlev mi değiştirir? Sanat üretmek, sunmak, sadece bir direnç biçimi mi yoksa aynı zamanda bir tanıklık ve aktarıcılık alanı mıdır?
ArtDog Istanbul olarak bu soruşturma dizisinde; gündemin ağırlaştığı, şartların zorlaştığı dönemlerde sanatın nasıl şekillendiğini, sanatçıların, sanat emekçilerinin üretim motivasyonlarını ve bu süreçte estetik ile etik arasındaki dengeyi nasıl kurduklarını sorduk.
Devam edecek soruşturma dizimizin ilk konukları Çağla Köseoğulları, Süreyyya Evren ve Alp İşmen.
Çağla Köseoğulları: “Sanat Bu Karmaşanın İçinde Bana Nefes Alacak Bir Alan Açıyor.”
Sanatla kurduğum ilişki, hayatın içindeki kırılmalarla, baskılarla, belirsizliklerle birlikte yaptığım, yapacağım şeylere etki ediyor, dönüşüyor. Toplumda olan biten her şey –ekonomik daralmalar, politik sıkışmalar, ifade özgürlüğünün daraldığı anlar– ister istemez bende bir iz bırakıyor. Bu iz yaptığım şeylere de yansıyor. Sanat, benim için sadece bir üretim alanı değil; olup bitene içeriden, duygusal bir yerden bakabildiğim, anlam arayabildiğim bir alan.
Bazen dışarıda olanlar karşısında kelimelere ya da imgelere sığınmadan sadece bakıyor ama aynı anda bir mesafede duruyor; eyleme geçmekten çok anlamaya çalışıyorum. Ve o bakış bile bazen bir şeylerin başlangıcı olabiliyor.
“Bazen Sadece Var Olmaya Çabalıyorum.”
Zorlayıcı dönemlerde üretmeye dair isteğim bazen kırılabiliyor. İçimde tutmaya çalıştığım o motivasyon, dışarıdan çok kolay beslenmiyor. Hayat giderek daralırken, geçim derdi her şeyin önüne geçerken, ifade alanları kısıtlanırken… kendi içimde o kıvılcımı canlı tutmak çok zorlaşıyor. Bazı dönemlerde sadece izlemekle yetiniyorum. Anlamaya çalışıyorum. Bazen sadece var olmaya çabalıyorum. Üretim dediğimiz şey ise o dönemlerde askıya alınmış gibi oluyor.
Bu duraklamalar uzadığında, zamanla içimdeki ifade alanlarının da küçüldüğünü fark ediyorum. Bu sadece bireysel bir mücadele değil; sanki kolektif bir tıkanıklık gibi. Bazen ne hissettiğimi bile çözemiyorum. Ne söylemek istediğimi bilmiyorum. Bu karışıklığın içinde sadece duruyorum. Ama bir yandan da biliyorum ki bu durma hâllerinin içinde bir şeyler filizleniyor. Yeni yollar, yeni anlatım biçimleri, yeni anlamlar kendiliğinden ortaya çıkıyor.
“Ve Bu Tanıklık Sadece Bir Direnme Biçimi Değil; Aynı Zamanda Hafıza Tutmak, Aktarmak, Paylaşmak Anlamına Geliyor.”
Kendime sık sık şu soruyu soruyorum: Bunca zorluk varken, temel haklarımız bir bir elimizden alınırken, hayata tutunmaya çalışırken sanatın nasıl bir anlamı var? Ne işe yarıyor? Kesin yanıtlarım yok, ama içten içe şunu hissediyorum: Sanat bu karmaşanın içinde bana nefes alacak bir alan açıyor. Duygularımı fark etmeme, zorlandığım yerleri görünür kılmama yardımcı oluyor. Kendimi ifade etmeye çalışırken, bir yandan da yaşadıklarıma tanıklık ediyorum. Ve bu tanıklık sadece bir direnme biçimi değil; aynı zamanda hafıza tutmak, aktarmak, paylaşmak anlamına geliyor.
Zor zamanlarda sanatın anlamı kaybolmuyor aslında; sadece şekil değiştiriyor. Bazen açık bir direnç oluyor, bazen sessiz bir iz, bazen de sadece içimde duran ama beni ayakta tutan bir duygu. İfade alanı daralabiliyor ama zamanla yeniden genişliyor. Ve ben, her seferinde bu dönüşümün içinde kendime yeni bir yol bulabiliyorum.
Süreyyya Evren: “Ama Belki de Muhteşem Direnç, Tanıklık ve Aktarıcılıkların Alanıdır, Kimbilir…”
Salt bugüne bakmak duyguların analizleri bulanıklaştırmasına yol açabiliyor, çünkü bugünü duygularla yorumlama eğilimimiz hâliyle güçlü, dahası bizi varsayımları olgu takibinin önüne çıkarmak zorunda bırakabilir. Daha somuttan gidelim, yani “nasıl olur?” diye değil de “nasıl oldu?” diye soralım, Türkiye güncel sanat ortamının son 23 yıllık üretimine bakarak zor zamanlarda sanat ne yapmış, neler yaşamış anlamaya çalışalım. “Toplumsal kırılmaların, ekonomik sıkışmaların, politik baskıların, ifade özgürlüğü kısıtlamalarının ya da kişisel endişelerin gölgesinde” sanat ne eylemiş? Hadi 23 yılı bırakalım, Gezi’den sonrasına göz atalım. Son 10-12 yılın üretimine, sergi metinlerine, yayınlarına, eserlerine ve tartışmalarına bakarak ülkenin bu 10 yıllık dönemde nelerden geçtiğine dair –direnç göstermeyi geçelim– bir fikir edinmek ne kadar mümkün? Böylesi bir incelemeye girişecek geleceğin sanat tarihçisi, sadece pandemi döneminde ve ekonomik kriz sırasında sanatçıların zorluklar yaşadıkları sonucuna varmasın? Politik baskı deyip durmak kolay ama tarihçi bu dönemde mesela sansürlenen hangi işler var diye bakacaktır, yeni projelerini anlatırken otosansürden ve ifade edecekken edemediklerinden hangi sanatçılar nasıl bahsetmiş diye bakacaktır. Ne bulacak? Edebiyatın, tiyatronun, özellikle de sinemanın, zor zamanlara yanıt üretmek, tanıklık ortaya koymak, neden ve nasıl böyle burada olayların böyle geliştiğini sanatsal formlarla anlamak ve taşımak için çabalar ortaya koyduklarını görüyorum. Sanatta bu arzu nerede, öteyi beriyi omuzlama nerede?
“Bu Nasıl Bir Kötülük Toplumudur, Bizim de İçimize İşlemiş Olmalı Dışımızda Olamaz Kültürümüze Bu Denli Dahilse…”
Kendi bakışımdan basit bir özet yapmayı deneyeyim: Türkiye’de biz muhalefet olarak ideolojik bir farklılaşmaya ve birliğe dayanmıyoruz, farklı ideolojilerden de olsak bizi muhalefette birarada tutan şey temelde etik bir bağ. Tırnak içinde de olsa ‘daha “iyi” olmak isteyenlerin birliği’ karşısında da ‘”kötü” kalmakta sorun görmeyenler’in birliği var gibi. Yoksa muhalif blok bir sürü farklı ideolojiden grubu içeriyor ama ortak yönümüz bu, öyle ya da böyle ‘daha iyi olmaya çalışanlarız’. Gelgelelim toplumun yarısı, “kötü” dediğimiz değerleri ve pratikleri bu denli güçlü biçimde, 2023 seçimlerini kazandıracak denli sözgelimi, benimsiyorsa eğer, şu sorular belirir: Bu nasıl bir kötülük toplumudur, bizim de içimize işlemiş olmalı dışımızda olamaz kültürümüze bu denli dahilse, o zaman bu nasıl bir hayattan, nasıl pratiklerden doğmaktadır (bizim de dahil olduğumuz)? Politik sanat bunu mesela merak edebilir miydi – sinema ediyor sözgelimi ve didikliyor kötülüğümüzü. Sanatta aktivist veya politik sanat jesti/edimi veya pratiği denince bugün daha ziyade kariyere artı puan yazacak, uluslararası puan da getirme ihtimali olan, politik olarak tanınmış (ülkelerin tanınmasındaki gibi ‘tanınma’ anlamında) çekmeceleri çekip içlerine başvuru mektuplarını bırakmak gibi bir şey anlaşılıyor.
“Yaşanan Hiçbir Şeyi Göremiyoruz Son 10 Yılın Sanatında…”
Sanatımızın son 10 yılda masaya getirdiklerinde ne ev içleri var, ne mesai saatlerinde artan ölümler (iş cinayetleri denilen), ne yoksulluğun gündelik hâlleri, ne suçun hâlleri, ne yenilenen taşra ve genişleyen kentler, ne tiktokun ve diğerlerinin kültüre etkileri, ne boş gösteren (yani illa ideolojik olmayıp simgesel gibi duran) milliyetçiliğin bugünkü farklı mevcudiyeti, ne şu ne bu… detaylandırmak uzar da kısaca yaşanan hiçbir şeyi göremiyoruz (tekil bir iki örnek dışında diyeyim gene de) son 10 yılın sanatında… O zaman zor zamanlarda sanatın ne olduğunu son 10 yıla bakarak özetlemek mümkün demektir, hiç spekülasyon yapmaya gerek duymadan: Ekonomik sıkışmanın etkilerinin görüldüğü, ama buna karşın mesela sanatın kitlesini genişletmek gibi önlemlerin akla gelmediği, politik eleştiri getirme tekelini elinde bulundurduğuna inananların sanat eserinin politik değerine ve etkisine inanmadıkları için hep “doğru sergide misin?” “doğru konumda mısın, doğru tarafta mısın, doğru şeyi mi destekliyorsun, doğru yer tarafından mı destekleniyorsun, doğru yerde misin?” diye diye sanatçıları teste soktukları, ama “ne üretiyorsun?” pek demedikleri, sanatçının da ne ürettiğine değil, nasıl dolaşımda tutacağına odaklanmanın kendisini politik olarak tanıklık etmiş ve reaksiyon vermiş gibi kayda geçireceğini öğrendiği ve bu bilgiyle ne yapacağını kestirmeye çalıştığı yer midir günümüz sahnesi? Belki. Ama belki de muhteşem direnç, tanıklık ve aktarıcılıkların alanıdır, kimbilir…
Alp İşmen: “Sanat Üretmek, Sanatı En Saf Eylem Olarak Yaşamak Politik Bir Tutumdur.”
Sanatçı neden ve nasıl üretir? Bir akademisyen olmaktan çok uzak olduğum için kendi sübjektif görüşüme göre bu iki soru düştü peşime.
“Zor Zamanlar Yaşayan Bir Sanatçı İçinde Yanan Ateş ile Yaşadığı Kıstırılmışlıktan Üretimi ile Zor Olsa da Mutlaka Yükselir.”
Sanatçı için kolay bir zaman var olmuş muydu, yapıtlar sanat olarak adlandırıldığından beri? Bir soru daha! Sanat üretmek, sanatı en saf eylem olarak yaşamak politik bir tutumdur. Zor zamanlar yaşayan bir sanatçı da bence içinde yanan ateş ile yaşadığı kıstırılmışlıktan üretimi ile zor olsa da mutlaka yükselir.
Sanatla zor zamanların müsebbibine direniş protest tavırlarıyla her devirde var olmuş ve olacaktır. Nazım Hikmet şiiri bu direnişe dünyanın en güçlü örneklerindendir. Keza resim sanatında siyasi eleştirileriyle öncü bir figür olan George Grosz’tan da örnek olarak bahsetmek isterim. Weimar dönemi sonrası Nazi Almanyasında burjuvaziyi, militarizmi ve rejimi yeren grotesk resimler üretti. Otto Dix, Käthe Kollwitz, Ernst Ludwig Kirchner bunlara eklenebilir.
Ahmet Arif, Yılmaz Güney, Ferhan Şensoy, Ahmet Kaya, Selda Bağcan, Hafriyat Gurubu, Erinç Seymen ve tüm sanat emekçileri ülkemizin farklı dönemlerinde üretimlerini protest tavırlarıyla sürdüren canlardır.