Tekstil, yalnızca bir kumaş parçası değil, aynı zamanda geçmişin izlerini taşıyan bir anlatı biçimi. Türkiye Tekstil Bienali, bu yıl Dalga Kumaş temasıyla, dokuma ve doğa arasındaki ritmik ilişkiye odaklanıyor. Akdeniz’in dalgaları, tarihsel dokular ve sanatçılar tarafından yeniden yorumlanan tekstil mirası, bienalin izleyiciye sunduğu çok katmanlı deneyimin temel taşlarını oluşturuyor. Bienalin küratörü Nihat Özdal ile, bienalin kavramsal çerçevesini, mekân seçimindeki dinamikleri ve tekstilin doğayla kesişen hikâyesini konuştuk.
Bu yıl Türkiye Tekstil Bienali “Dalga Kumaş” temasıyla izleyiciyle buluşuyor. “Dalga Kumaş” teması ilhamını nereden aldı, fikir nasıl ortaya çıktı?
Bienal adresi Gazipaşa ve Alanya olunca, dokuma tezgahına eşlik eden Akdeniz dalgaları da kumaşın bir parçası oluyor. Dalga Kumaş, doğanın, denizlerin, nehirlerin ritmik hareketleri ile dokumanın temel prensipleri arasındaki paralellikten ilham alıyor. Dalgaların kıyıya vuruşu, rüzgârın doğada otları dalgalandırışı, kumaşın dokuma tezgâhında düğüm düğüm şekillenişi gibi süreçler, birbirini çağrıştıran hareketler barındırır. Antik çağlardan beri su ve tekstil arasında derin bir bağ var; nehirlerin kıyısında kurulan ilk medeniyetler, dokuma sanatını da suyun döngüsel doğasıyla birlikte geliştirdi. Dalga Kumaş, bu kadim bağı yeniden hatırlatarak tekstilin sadece bir nesne değil, bir akış, bir süreç, bir hafıza mekânı olduğunu vurguluyor.
Bu temayı aynı zamanda bir metafor olarak da okuyabilirsiniz: Kültürel mirasın, el sanatlarının, modanın, kumaşın, toplumsal dokuların dalgalar gibi değişip dönüşmesi, her dalgayla yeniden şekillenmesi… Bienal, bu dalgalanmayı izleyiciye bir deneyim olarak sunarken, tekstilin akışkanlığı üzerinden tarihsel ve ekolojik bir bilinç oluşturmayı amaçlıyor.
Bienalin düzenlendiği mekanlar arasında Selinus, Lamos, Syedra gibi antik kentler var. Eserler tarihi mekanların ruhuyla nasıl bir diyalog kuruyor?
Tekstil, insanlık tarihi boyunca yalnızca bir ihtiyaç değil, aynı zamanda bir ifade biçimi oldu: Antik Mısır’da keten, Roma’da ipek, Mezopotamya’da yün dokumalar toplumların kimliklerini de şekillendirdi. Kumaşın tarihi ile ilgili en önemli veriler genelde ağırşaklar oluyor. Bu dokuma ağırlıkları ile çoğu antik kentte karşılaşabilirsiniz. Syedra Antik Kenti’nde ise bugüne kadar bir kentte gördüğüm ağırşakların katlarca fazlası vardı. Bienalin bu durağı sanatçıların eser yerleştirmelerinden çok, bölgenin tekstil arkeolojisi ile ilgili bilgilere ulaştıkları, bu arkeoloji içinde dolaşarak hazırlık yaptıkları bir mekan.
Lamos ve Selinus Antik Kentleri ise açık hava toplantıları, hafıza yürüyüşleri gibi paralel etkinlikler için kullanacağımız mekanlar. Alanya Kızılkule ve Tersane, sanat eserlerinin çoğunun görülebileceği mekanlar. Eserlerin ses, deniz, dalga ilişkileri bu mekanlara dağılımda önemli rol oynadı. Ayrıca Kızılkule üçüncü katta, düzleştirmenin tarihine atıfla, antika ütülerden geçici bir “ütü müzesi” kuruldu. Bu bölüme özel bir kitap da yazdım.
Tekstil endüstrisi su tüketimi ve atık üretimi açısından büyük bir ekolojik ayak izine sahip.Bienal, tekstil üretiminin doğayla iç içe geçmiş hikayesini merkezine aldığı bir anlatı kuruyor. Neler söylersiniz?
Tekstil, insanın doğayla kurduğu ilişkinin en somut izlerinden biri. Pamuk tarlalarından ipekböceği kozasına, keten liflerinden yüne kadar tekstilin hammaddesi doğanın kendisi. Ancak modern tekstil endüstrisi, doğanın döngüselliğini bozan bir sistem haline geldi; kontrolsüz su kullanımı, kimyasal atıklar ve hızlı tüketim kültürü tekstili bir hafıza taşıyıcısı olmaktan çıkarıp bir kriz nesnesine dönüştürdü. Bu söyleşide çok fazla sayı kullanmak istemiyorum ama dünya genelinde su kirliliğinin %20 si ne yazık ki tekstil kaynaklı.
Bienal, bu ekolojik çelişkiye dikkat çekerek tekstilin doğayla olan kadim ilişkisini yeniden hatırlatmak istiyor. Belki de en önemli sorulardan biri şu: Kumaş, sadece bir malzeme mi, yoksa bir ekolojik zaman kapsülü mü? Su ve tekstilin iç içe geçmiş tarihini düşündüğümüzde, bir nehrin kıyısında yıkanan ilk kumaştan, bugün mikroplastik içeren sentetik elyaflara uzanan bir hikâyeyi okuruz. Bienaldeki çoğu eser, tekstili yalnızca bir tüketim nesnesi değil, suyu, emeği, doğayı ve kültürü içine dokuyan bir hafıza alanı olarak yeniden ele alıyor.
Bienal geleneksel tekstil teknikleri ile çağdaş sanat pratikleri arasında nasıl bir köprü kuruyor?
Geleneksel tekstil teknikleri, binlerce yıllık zanaatkârlık bilgisini taşırken, çağdaş sanat ise bu bilgiyi yeni bir bağlamda yeniden yorumlama gücüne sahip. Bienalde, dokuma, doğal boyama, kırkyama, keçe gibi geleneksel yöntemler, video sanatından enstalasyona, performanstan yeni medya sanatına kadar geniş bir yelpazede yeniden hayat buluyor.
Bienalin en güçlü yönlerinden biri, zanaatkârlar ve çağdaş sanatçılar arasında kurduğu bu diyalog. Tekstil, bir zamanlar kolektif bir üretim biçimiyken, günümüzde bireyselleşmiş bir endüstri haline geldi. Bienal, bu kolektif hafızayı yeniden canlandırarak, çağdaş sanatı ve geleneksel teknikleri birbirine düğüm düğüm bağlıyor.
Bienalin sunduğu çok yönlü deneyim hakkında neler söylersiniz?
Bienal, yalnızca bir sergi mekânı olmanın ötesine geçerek, izleyiciyi sürecin aktif bir parçası haline getiren paneller, atölyeler ve performanslar içeriyor. Bu çok yönlü yapı, tekstilin yalnızca bir malzeme değil, bir deneyim biçimi olduğunu da hatırlatmak için; ziyaretçilerin, doğayla, tarihsel mekânlarla ve insan emeğiyle kurdukları bağı yeniden düşünmelerini sağlayacak paralel etkinlikler planladık. Adnan Memiş’in Anadolu’daki oya hafızasına konsantre olan belgeseli bienal kapsamında gösterilecek. Tekstili konu alan edebiyat metinleri üzerine bir panel ve okumalar olacak. Muz lifleri ile kumaş oluşturmak, ekolojik boyalar, keçecilik gibi konularda atölyeler olacak
Alanya ve Gazipaşa’nın ev sahipliği yaptığı 2. Türkiye Tekstil Bienali, 13 Nisan 2025 tarihine kadar görülebilecek.