Su Kaynakları İçin Sanatsal Bir Çağrı: Proje Su - ArtDog Istanbul
Margaret Ross Tolbert

Su Kaynakları İçin Sanatsal Bir Çağrı: Proje Su

Amerikalı ressam Margaret Ross Tolbert’in liderliğinde hazırlanan "Proje Su" kitabı, sanat ve suyun derin bağlarını gözler önüne seriyor. Türkiye’nin kadim su kültüründen Florida’nın artezyen kaynaklarına uzanan bu yolculuk, suyun sadece coğrafyalar üzerindeki etkisini değil, aynı zamanda kültürler arasındaki bağlarını ve bu hayati kaynağın korunması için yapılması gerekenleri de vurguluyor.

/

Amerikalı ressam Margaret Ross Tolbert, yalnızca görsel sanatlarla değil, aynı zamanda su kültürünün tarihsel ve çevresel önemine olan ilgisiyle de dikkat çeken bir isim. Tolbert’in liderliğinde hayata geçirilen Proje Su (Water Project: Leto Joins the Springs) kitabı, sadece suyun coğrafyalar ve kültürler üzerindeki etkisini değil, aynı zamanda bu hayati kaynağın korunması için harekete geçme gerekliliğini de gözler önüne seriyor. Amerika, Türkiye ve Avrupa’da aynı anda yayımlanan, yerel halktan kişilerin rehberliğinde Türkiye’deki kadim su kültürünün izinin takip edildiği kitapta, Tolbert’in yanı sıra projeye katkıda bulunan Gökhan Türe, Yusuf Yavuz, Can Denizman, Aidan Koch, Neriman Polat, Emine İncirlioğlu, Sidney Wade, Yeşim Ağaoğlu, Mel Kenne, Naziha Mestaoui, Jarrod Ryhal ve Anna Lowdin’in yazıları, görüşleri, seyahat notları ve sanatsal kaynak haritaları da yer alıyor. Kitap, bölgedeki su ve kaynaklara ilişkin sanatsal bir rehber niteliğinde.

Kültürel Miras Olarak Su

Tolbert’in Türkiye ile bağı, 1980 yılında İstanbul’a yaptığı ilk ziyaretle başlamış. Ayasofya’nın büyüleyici mozaiklerinden Yerebatan Sarnıcı’nın derinliklerine, Topkapı Sarayı’ndaki el yazmalarından Selçuklu çinilerinin zengin mavisine kadar pek çok kültürel unsur, sanatçının hem sanatsal bakış açısını hem de suya olan yaklaşımını köklü bir şekilde dönüştürmüş. Proje Su, Türkiye’nin Likya bölgesinden Florida’nın artezyen kaynaklarına kadar uzanan bir araştırma ve sanat yolculuğunu kapsıyor. Kitap, Türkiye’nin su kültürüne hem de çevresel sorunlarına ışık tutuyor. Proje Su kitabı, sadece bir sanat eseri değil, aynı zamanda bir çağrı, bir harekete geçme daveti. Tolbert’in dediği gibi, “Biz suyuz. Hadi bunu geri alalım!” Margaret Ross Tolbert’le tüm bunları konuştuk.

1980 yılında Türkiye’ye ilk kez adım attığınızda Ayasofya ve Türk müziği gibi kültürel unsurlardan etkilendiniz. Tüm bunlar sanat anlayışınızı nasıl dönüştürdü ve su kültürüne dair bakış açınız nasıl şekillendi?

İstanbul’a ilk ziyaretimde, Ayasofya’yı gezmek beni derinden etkiledi. Duvarları, akan su gibi görünen mozaiklerle ve kitap sayfaları gibi eşleştirilmiş mermer yüzeylerle kaplıydı. Divan Yolu boyunca uzanan taş ve demir işçiliğinin desenleri ise bitmeyen bir hareket ve canlılık duygusu veriyordu. Kendimi, önceki seyahatlerimde karşılaştığım ayrı formlar ve objelerin ötesinde, sanat ve hayatın sürekliliği içine adım atıyormuş gibi hissettim. Bu desen ve yüzey ifadelerinde kendini gösteren bir enerji akışını fark etmeye başladım. Topkapı Sarayı’ndaki el yazmalarının renklerini gördüm; bunlar sanki zamanın geçişinin tonlar üzerindeki etkisini parlak bir şekilde kaydeden eserlerdi ve bu yazmaların pigmentleri ve yüzeyleri, renge başka bir boyut daha kazandırıyordu.

Bu Eserlerin Ana Konusu: Su

Rengi, zamandan ve deneyimden bağımsız bir ton olarak görmek yerine, onu tarih ve derinlik barındıran boyutlu bir kap olarak yeniden anlamlandırdım. Selçuklu sanatındaki mavi çini karolarını gördüm. Bu dünyada mavi, ne şeffaf bir atmosfer rengi ne de sert ve düz bir tondu; zenginlikle dolu, içine girmeye ve bütünleşmeye davet eden bir dünyaydı. Çiniler ile olan bu karşılaşmalarım, özellikle tatlı su kaynaklarının rengini, yoğunluk, derinlik, doygun renklerle, güçle ve hayatla dolu bir yer ve bir varlık olarak ifade etmeme olanak tanıdı.

Yüzeyin üstünde ve altında hayat barındıran yerler deneyimledim; örneğin, Yerebatan Sarnıcı, suyun depolanması ve kutlanması için bir tapınak gibiydi. Bu benim için tamamen yeniydi. Daha önceki deneyimlerimde, su ele alınacaksa genellikle barajlar gibi büyük mühendislik projelerinde suyu zapt etmek ve akışını yönlendirmek ya da kamu hizmetlerinde onu faydacı bir şekilde borular ile taşımak için işlenirdi. Ancak bu eserler, suyu bir hazine olarak tasvir ediyordu. Su, bu eserlerin ana konusuydu!

Türk su kültürünün ve “Su gibi git, su gibi gel” gibi ifadelerin eserlerinize etkisi nedir?

Sonunda, suyla ilgili birçok Türk atasözü ve deyimi fark ettiğimde, Türkiye’de hayatın temellerinin büyük ölçüde suya duyulan bu farkındalıkla şekillendiği benim için belirgin bir hale geldi. Türkiye’de ve burada, Florida’da olduğu gibi, bazı bölgelerde yerin altında görünmeyen bir su tabanı akar gibi. Bu ifadelerin sadece geçmişteki tarih ve kültüre bir övgü olmadığını, aynı zamanda bu suya olan inanılmaz bağlantının bugüne kadar devam ettiğini, Türkiye’deki birçok insanın davranışlarında, alışkanlıklarında, ritüellerinde ve uygulamalarında görüldüğünü fark ettim. İnsanlar bu konuda rahat ve farkında gibi görünüyor, birçoğu bu su uygulamalarını konuşmayı ya da açıklamayı seviyor. Kimse sebebini bilmiyor, ancak bu yalnızca hâlâ varlığını sürdüren bir kalıntı değil.

Proje Su kapsamında ziyaret ettiğiniz bölgelerde gözlemlediğiniz en büyük çevresel sorunlar nelerdi?

Sürekli gördüğüm ana kriz, suyun yer altı su kaynağından aşırı pompalanması, aşırı tüketimiyle ilgili sonuçlar oldu. Bunun yanı sıra, bazı korkutucu alg patlamalarıyla birlikte su kirliliğiyle de karşılaştım. Su sıkça azalıyor, ta ki hiçbir akış kalmayana kadar.

Akış, nehir yataklarında mevsimsel olarak düşük veya hiç olmayan bir şekilde tanımlanıyordu, ancak hangi mevsimde ziyaret edersem edeyim bu akışı hiç görmedim. Bazı kesimlerde, suyu doğal sistemlerinde takdir etme bilgeliğine dayanmaktan ziyade, suyu kanalize etme, borulama, yönlendirme ve barajlarla kontrol altına alma yönünde büyük bir altyapı projesi heyecanı vardı. Nehirlerin yerleri değiştirildi, barajlar inşa edildi, kaynaklar kayboldu; sanki insanların suyun nerelerden çıktığı ve nasıl aktığına dair sahip oldukları büyük bilgi gizlenmeye çalışılıyordu. Bunun yerine su, bir kutu oto parçası veya işlenmiş gıda paketi gibi bir emtia haline getiriliyordu.

Kuruyan Avlan Gölü. Fotoğraf: Naziha Mestaoui

Su koruma, bizim kültürel mirasımızdır. Su, eylemlerimizin, duygularımızın ve kullanımlarımızın bir deposudur. Su, hayatı beslerken ve ateşi tutuştururken, deneyimleri kaydeder. Sanatçılar olarak, ister istemez izleyicileri etkileriz. Çünkü (beni şaşırtan bir şekilde) sanatın deneyimlendiği ‘yer’ (hem mekân hem de onu deneyimlemek isteyen zihinsel durum), özellikle sanat özgün bir ifade ve çaba ise, insanların yeni fikirleri ve olasılıkları güvenle göz önünde bulundurabilecekleri bir yerdir.

Proje Su, Türkiye ve Florida’daki su ekosistemleri arasında nasıl bir bağ kuruyor ve bu bağ neden önemli?

Proje Su, Türkiye ve Florida’daki su ekosistemleri arasında güçlü bir bağ kuruyor. Bu bağ, her iki bölgenin de hayatta kalmak ve yaşamla bağlantıyı sürdürmek için güvendiği yer altı su kaynaklarına dayalı olması nedeniyle büyük önem taşıyor. Florida’daki AQUIFERious projesi gibi, Proje Su‘nun da bu “bağlı sular”ı birleştirmesini, Türkiye ve ABD arasında bir su bağlantısı kurmasını istiyorum. Bu bağ, suyun doğal yerlerinde korunması ve değerli hale getirilmesi adına ortak bir harekete dönüşebilir. AQUIFERious, güneydoğu ABD’de birçok sergi düzenledi, sanat, bilim ve mağara dalgıçlarının haritalarını sergiledi; aynı şekilde, Proje Su‘nun da Türkiye’deki kaynakları ve su ekosistemlerini koruma ve iyileştirme adına benzer bir etki yaratmasını arzuluyorum.

Bu bağ, ulusal sınırları ve farklılıkları aşan bir su bilinci oluşturuyor. Proje Su, insanların kendi kaynaklarıyla ve yer altı su yollarıyla bağlantı kurmalarını teşvik ediyor. Florida’daki AQUIFERious’ta olduğu gibi, insanlar suyu keşfederken, yaşamlarını ve yaratıcılıklarını güçlendirecek bir bağ kuracaklar. Proje Su’nun, hem Türkiye’de hem de ABD’de ses getirmesini, suyun korunduğu ve ilk sıraya konduğu bir paradigma değişikliği yaratmasını umuyorum. Bu bağ, suyun doğal yerlerinde en önemli unsur olarak kabul edilmesini sağlamayı, tüm insanları suyu koruma adına harekete geçirmeyi amaçlıyor.

Margaret Ross Tolbert, Hamamtaşı.

Kitap, birçok sanatçı ve bilim insanının katkılarını içeriyor. Bu iş birliği kitabın içeriğini ve etkisini nasıl şekillendirdi?

“Beş kör adam ve fil” gibi, her bir kişinin filin belirli özelliklerine ilişkin sınırlı deneyimi, sonunda bütünün zengin çeşitliliğine ilişkin bir farkındalığa katkıda bulundu. Su hakkındaki bu farklı sesler, gerçek temas ve deneyim (e bazen, tamamen içine girerek!) yoluyla, büyük ve şaşırtıcı derecede çok yönlü bir konuya bir bakış açısı sağlamaya yardımcı oluyor. Bu içerik çeşitliliği, akifer yolları boyunca seyahatin akışıyla birbirine bağlanan çok çeşitli görüşlerden oluşan kitabın biçimini, uzunluğunu ve farklı hissini şekillendirdi. Bu görüşlerin her biri “doğru” ve toplamda konunun enginliğini gösteriyor. Ve bu kitap, sınırlı bir araştırmanın sadece anlık bir görüntüsü. Akifer yollarını takip ederek bu yerler hakkındaki tüm bilgileri tek bir ciltte toplamak imkânsız.

Proje Su’nun suyun korunması ve kültürel miras konusunda kamuoyunda nasıl bir farkındalık yaratmasını umuyorsunuz?

Bazı insanlar bu su bağlantısını anlayacak, diğerleri ise uyanarak bunu hatırlayacak ve kendilerini yeniden yönlendirecekler. Umarım herkes bu konuyu önceliklendirecek, politikacılar ve hükümet temsilcileriyle tartışmalarına dahil edecekler. “Biz suyuz.” Hadi bunu geri alalım! Su için olan kutlamaların yeniden öne çıkmasını umuyorum. Su kültürünün, doğal su sistemlerinin, bunların korunması ve saflığının birçok yönü, gezegen üzerindeki korunmamızın anahtarıdır. Proje Su, yeniden bağlantı kurma ve harekete geçme çağrısı olarak tasarlandı. Su kültürü ve kültürel miras bir madalyonun iki yüzüdür.

Ve yerel düzeyde, neden bir kaynağı restore etmeyelim, bir nehrin kıyılarındaki sert zeminleri kaldırmayalım, bir alanı sulak alana dönüştürmeyelim? Neden antik bir nymphaeum (antik çeşme) etrafındaki çöpleri temizlemeyelim ve kendi su projemiz için bilgi toplayıp sanat yaratmayalım? Küresel farkındalık, yerel eylemlere dönüşmelidir. Bu eylemler, topluluk hissiyatını güçlendirecek ve suyla olan bağlantı yaratıcılığı teşvik edecektir.

Proje Su’nun amacı katılım ve tartışma için etkinlikler düzenlenmesine önayak olmak. Bazıları, Proje Su’da tanımlandığı gibi su yollarını takip etmek için yapılan yürüyüşler gibi daha eyleme yönelik olacak veya kendi yerel alanlarımızda başkalarıyla paylaşabileceğimiz su yollarını takip etmek gibi etkinlikler düzenleyecek diye umuyorum.

Likya’da gözlemlediğiniz çevresel yıkımlar ve su kaynaklarına yönelik tehditler hakkında en çok endişelendiğiniz durum nedir? Sizce bu sorunlar yerel mi, yoksa küresel bir sorun olarak ele alınmalı mı?

Aşırı su tüketimini, hem yerel hem de küresel anlamda devasa bir çevresel felaket olarak görüyorum. Suyun doğal deşarjı/akışı, doğal sistemlerin çalışmasını sağlar; suyun akış hızının ve aktivitesinin, kaynaklar ve nehirler için sağlıklı olan bitki ve hayvanları (örneğin salyangozlar) iyileştiren ve koruyan çözünmüş oksijen üretmesine yardımcı olabilir. Bilimsel deneylere göre, su yeterince hızlı akar ise, alglerin oluşması engellenebilir. Ancak belirli bir akış hızının altına düştüğünde, su ekosistemi ve saflığına zarar verecek şekilde algler oluşabilir. Ayrıca, suyun aşırı pompalanmasıyla, karst sistemlerinin temel destekleyici işlevinin kaybolmasına yol açan çöküşler olabilir. Kirlilik de büyük bir sorun, sadece su yollarındaki plastik ve çöp adaları gibi belirgin şekillerde değil, aynı zamanda suyun saflığını bozan aşırı gübre ve besin kullanımı gibi gizli etkilerle de.

Dalışlardan ilham alarak büyük tuvaller üzerine ışık oyunlarıyla suyun içsel dünyasını yansıttığınız resimlerinizde, izleyiciye hangi duyguları ve hikâyeleri aktarmayı amaçlıyorsunuz?

Su kaynaklarına girdiğimde ve sulara katıldığımda büyük bir özgürlük hissi duyuyorum ve bu deneyimi bir şekilde izleyiciye aktarmak, belgeleyerek ve “yeniden yaratarak” resim süreciyle bunu iletmek istiyorum. İzleyicinin bir şekilde bu deneyimi hissetmesini sağlamak istiyorum. Bu, didaktik bir deneyim değil, benim deneyimime katılmaya davet niteliğinde bir çağrı oluyor.

Küresel ısınma, su krizleri ve çevresel bozulma gibi konularla ilgilenen sanatçılara ve bilim insanlarına bir mesajınız var mı?

Hepsi birbirine bağlıdır; doğal su sistemlerinin korunması, özellikle suyun yeraltı suyu olarak filtrenmesi ve daha sonra kaynaklardan içme suyu olarak çıkan ormanların, özellikle havsa (bahar havzaları) bölgelerinde korunması gereklidir. Çevresel bozulma sorunları ve iklim değişikliği sorunları da birbirine bağlıdır. Suya olan sevginizin çağrısına uyun, çünkü bu, tüm bu sorunların çözülmesine yardımcı olacak önemli bir adım.

* Proje Su kitabı Minoa Kitabevi şubelerinden ve online mağazasından edinilebilir.

Previous Story

Jason Stopa’dan “Interior Monument” Sergisi

Next Story

“Var Kalma Pratikleri”

0 0,00