Ahmet Rüstem Ekici ve Hakan Sorar ile Vision Art Platform’da açılan Bir Varış Bir Yokuş sergisi ölüm, kalıcılık, iz bırakma ve dijital dünyanın sunduğu olanaklar ekseninde insanlığın varoluşsal sorgulamalarına odaklanıyor. Dijital imgeler, geleneksel zanaat ve yapay zeka araçlarıyla bir araya gelerek geçmişle bugünü, fiziksel ile dijitali buluşturuyor. Bu röportajda, serginin derin kavramsal altyapısını, yapay zekanın sanattaki rolünü ve teknoloji ile geleneksel sanat arasındaki dengeyi keşfetmeye çalıştık.
Bir Varış Bir Yokuş serginiz ölüm, kalıcılık ve iz bırakma süreçleri üzerine odaklanıyor. Dijital teknolojiler ve sanat bu kavramları nasıl buluşturuyor?
Ahmet Rüstem & Hakan Sorar: Bir Varış Bir Yokuş sergisi, tarih boyunca insanın en temel varoluşsal sorularından biri olan ölüm ve kalıcılık üzerine odaklanıyor. Fakat bu sergide sadece ölümün fiziksel boyutunu değil, insanın ardında bıraktığı izlerin dijital çağda nasıl evrildiğini de araştırıyoruz. Dijital teknolojiler, bizim için bir anlatım aracı olmanın ötesine geçiyor; insanın hafızasını, kimliğini ve zamanla olan ilişkisini yeniden şekillendirme imkânı sunuyor.
Dijital teknoloji, düşüncelerimizi farklı formlara dönüştürme kapasitesi ile ön plana çıkıyor. Örneğin, bir fikir önce kelimelere dökülüyor, ardından bu kelimeler imgeler, sesler, 3D modeller ve nihayetinde fiziksel nesnelere evriliyor. Sergimizde bu süreci görselleştirmek istedik. Polaroid baskılar, 3D kil ve porselen baskılar gibi araçlar, imgelerin fiziksel dünyaya aktarımını mümkün kılıyor. Yani bu sergide yalnızca dijital imgeler üretmedik; o imgeleri nesneye dönüştürerek, iz bırakma sürecini kalıcı hale getirdik.
Bu anlamda, sergi dijital dünyanın geçiciliğine bir duraklama getiriyor. Polaroid film kullanmamızın sebeplerinden biri de bu. Dijital imajların kaybolup gitmesine karşı, onları fiziksel olarak somutlaştırarak, dijital dünyanın akışkan ve hızlı doğasına direnç gösteren bir illüzyon yaratmak. Günümüzde özellikle ölüm üzerine çok fazla dijital sahada çalışmalar yapılıyor. Dijital ikizler, anı aktarımları, hologram teknolojileri varlığımızı geleceğe aktarma konusundaki adımlardan sadece bazıları. Biz de çeşitli tekniklerle bedenlerimizden, anlarımızdan aktardığımız bazı parçaları bu sergide bir araya getirmeye çalıştık.
Koç biçimli mezar taşlarından esinlenmeniz sergide nasıl bir anlatıya dönüştü? Bu geleneksel sembollerle dijital teknolojiler nasıl birleşti?
Ahmet Rüstem & Hakan Sorar: Tunceli’de sıkça karşılaştığımız koç biçimli mezar taşları, bize hem geçmişin sessiz tanıklığını hem de kültürel hafızanın gücünü hatırlattı. Bu taşlar, bir toplumun kimlik ve hafıza kavramlarını yüzyıllar boyunca nasıl koruduğunu gösteriyor. Bir canlının iz bırakma nesnesine dönüşmesi ve ona medeniyetler, çağlar boyu yüklenmiş anlamları nasıl yapı bozumuna uğratabiliriz sorusu bizim için önemliydi.
Yapay zekâ burada devreye girdi. Koç figürlerini ve üzerlerindeki desenleri yeniden canlandırırken, bu sembollerin çağdaş bir sanat dilinde nasıl anlam bulabileceğini keşfetmeye çalıştık. Fakat bu, basit bir reprodüksiyon değildi. Desenler ve imgeler, yapay zekâ ile yeni bir bağlama yerleştirildi ve farklı formlar kazandı. Videoda, Polaroid baskılarda, 3D kil baskılar ve hologramlar aracılığıyla bu imgeleri yalnızca dijital platformda değil, fiziksel nesneler olarak da yeniden yaratmaya çalıştık. Bu süreci “zaman içinde iz bırakma” olarak tanımlayabiliriz. Koç figürleri, tarihsel bir sembolden dijital dünyada evrilen birer sanat nesnesine dönüştü. Bu da kültürel mirasın, geçmiş ve gelecek arasındaki köprü olarak nasıl yeniden yorumlanabileceğini gösteriyor.
“Semiha Berksoy Berlin’de” Sayısı
ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.
Kapak: Semiha Berksoy, Sound, sunta üzerine yağlıboya, 1970. ©️ Semiha Berksoy ve GALERIST’in izniyle. Hamburger Bahnhof – Uluslararası Çağdaş Sanat Müzesi.
Dijital sanatın yeni teknolojilerle birlikte yaratıcılığı nasıl dönüştürdüğünü düşünüyorsunuz? Bu sergide yapay zeka sanatçının rolünü nasıl etkiledi?
Ahmet Rüstem & Hakan Sorar: Dijital sanatın yaratıcı süreçleri dönüştürdüğü en büyük alanlardan biri, düşüncelerin formlara çok daha hızlı ve çeşitli yollarla dönüşebilmesi. Yapay zekâ bu noktada önemli bir araç haline geldi. Ancak yapay zekâ sadece hız kazandırmıyor, aynı zamanda sanatçının düşünce yapısını, imgeleri ve hikâyeleri daha önce erişilemeyen yollarla keşfetmesine olanak sağlıyor.
Bu sergide, yapay zekâyı yalnızca bir araç olarak değil, sanat üretiminde bir ortak olarak düşündük. Yaratıcı süreçte yapay zekânın sunduğu belirsizlik ve sürpriz unsuru, bizim için önemli bir yenilikti. Sergide, imgelerin sadece dijital olarak üretilmesiyle kalmadık, yapay zekânın sunduğu bu belirsizliklerle imgeleri yeniden yorumladık. Polaroid baskılar ve 3D modeller aracılığıyla, bu dijital imgeleri fiziksel dünyaya aktardık. Polaroid’in kendine has belirsizliği ve yapay zekânın öngörülemezliği, yaratıcı süreci daha dinamik ve çok katmanlı bir hale getirdi.
Yapay zekâ, yaratıcı sürecin bir parçası olarak sanatçının kontrolü dışındaki faktörleri oyuna dahil ediyor. Bu da aslında sanatçının klasik anlamda yaratıcılığını yeniden tanımlamasını gerektiriyor. Ancak burada önemli olan, yapay zekânın bir araç olarak sanatçının ifade gücünü zenginleştirmesi; onu sınırlayan değil, genişleten bir unsur olarak yer alması.
Tarih boyunca insanlar iz bırakma arayışında oldular. Dijital sanat, bu iz bırakma sürecini nasıl dönüştürüyor ve serginizde bu tema nasıl işleniyor?
Ahmet Rüstem & Hakan Sorar: İz bırakma, insanın ölüm ve yok oluş karşısında verdiği en derin cevaplardan biri. Mağara duvarlarına yapılan çizimlerden, mezar taşlarına kazınan sembollere kadar, insanlar hep bir iz bırakma çabasında oldular. Dijital sanat, bu iz bırakma sürecine yeni bir boyut ekliyor. Çünkü dijital dünya, çok hızlı bir şekilde değişen ve kaybolabilen bir ortam sunuyor. Ancak biz, bu geçiciliği kalıcı hale getirmenin yollarını arıyoruz.
Dijital imgeler, sergimizde yalnızca geçici birer görüntü olmaktan çıkıp, fiziksel nesnelere dönüştü. Polaroid baskılar ve 3D baskılar aracılığıyla, dijital imgeleri somutlaştırdık ve iz bırakma sürecini bir adım öteye taşıdık. Böylece, dijital dünyanın hızlı değişen doğasına karşı bir duraklama yaratmaya çalıştık.
Dijital imgeler artık sadece ekranlarda değil, baskılar gibi fiziksel formlarda da karşımıza çıkıyor. Bu, aslında iz bırakma sürecinin hem geleneksel hem de modern bir yorumu. Geçmişte insanların taşlara kazıyarak bıraktığı izler, bugün dijital imgeler aracılığıyla fiziksel dünyada yer buluyor. Ancak bu, sadece geçmişin izlerini takip etmek değil; aynı zamanda geleceğe de yeni bir iz bırakma biçimi yaratmak anlamına geliyor.
Geleneksel zanaat ve dijital teknolojilerin bu sergide bir arada bulunması nasıl bir anlam taşıyor? Bu iki dünya arasında nasıl bir denge kurdunuz?
Ahmet Rüstem & Hakan Sorar: Geleneksel zanaat, insanın el emeği ve sabrının bir ürünü; dijital teknolojiler ise hız ve esneklik sunan modern bir yaratım alanı. Bu iki dünya, birbirinden çok farklı gibi görünebilir, ancak sergimizde bu iki boyutu bir araya getirmeye özen gösterdik. Çünkü biz, hem geçmişe saygı duyan hem de bugünün teknolojilerini kullanan bir sanat dili geliştirmeye çalışıyoruz.
Sergide kullandığımız 3D baskı teknikleri, aslında geleneksel zanaat tekniklerinin modern bir yorumu. Örneğin, Uruk mozaiklerinden ilham aldığımız eserlerde, pişmiş kil çivileri dijital dünyada yeniden canlandırıldı. Ancak bu imgeler dijitalde kalmadı; onları fiziksel dünyaya aktardık, böylece dijital ile gelenekselin bir arada var olabileceğini gösterdik. Zanaat ve dijitalin bir araya gelmesi, sanatın sürekli dönüşüm içinde olduğunu hatırlatıyor. Geleneksel zanaatın sabırlı süreci ile dijital teknolojilerin hız ve esnekliği bir araya geldiğinde, çok katmanlı ve derinlemesine bir yaratım süreci ortaya çıkıyor. Dijital imgeleri fiziksel nesnelere dönüştürerek, bu iki dünyanın sınırlarını birleştiriyor ve yeni bir sanat dili inşa ediyoruz. Disiplinler arası çalışmayı çok önemsiyoruz. Bu noktada sergimizde Artun İmamoğlu’nun ço değerli dijital prodüksiyon katkıları var. Aynı zamanda 3D çamur ve porselen baskılarımızı Adana’da Solidified Design atölye ve laboratuvarlarında geliştirildi ve basıldı. Ahşap işçiliğinde ise hem geleneksel hem de dijital yöntemlerden faydalandık.