2. Kommagene Bienali, Türkiye’nin birçok bölgesini olduğu gibi Adıyaman’ı da derinden sarsan 6 Şubat 2023 depreminin ardından, manevi ve ekonomik yeniden doğuş temalarının etrafında biçimlenen İyileşmek başlığıyla 24 Ağustos’ta açıldı. Macaristan’dan Prof. Eros Istvan’ın küratörlüğünü üstlendiği, 8 Kasım’a dek süren Bienal’e, iyileşme olgusunu sanatın bu süreçteki rolü perspektifinden ele alan 20 ülkeden 53 sanatçı katıldı. LAM Derneği koordinasyonunda, Adıyaman Valiliği ev sahipliğinde ve SANKO Holding ana sponsorluğunda gerçekleşen Bienal, ilkinde olduğu gibi ikincisinde de; Nemrut Dağı, Kahta Kalesi, Cendere Köprüsü̈, Karakuş̧ Tümülüsü, Belören Köyü ve Perre Antik Kenti gibi hem doğa hem de arkeolojiyle iç içe geçmiş̧ yerleri kendine mekân edinerek, açık hava yerleştirmelerine tanıdığı alanla kendine ayrıksı bir yer kazandı. Bienal’deki açık hava yerleştirmeleri, kent ve izleyici arasındaki duvarları ortadan kaldırırken, iş birliğine önceleyen yaklaşımıyla kent halkını da üretim sürecinin içine çekti. Bienal’den önce iki hafta süreyle işleri ortaya çıkaran sanatçılar, marangoz, demirci gibi yerel zanaatkârlarla bir arada çalıştı.
Bienal direktörü Nihat Özdal, mekâna özgü çalışılan işlerin, bölgeyi hem arkeolojik hem de çağdaş sanat eserlerini gezen izleyicilere bağlam kurmakla ilgili ilham sunduğunu belirtiyor, bunun yanı sıra sanatçıların bölgeyle her anlamda ilişki geliştirmelerine ön ayak olduklarını ekliyor. Bienal’in ayrıksı yanlarından biri de Fırat Nehri üzerinde oluşan adanın müze adaya dönüştürülme hikâyesi. Şu âna dek yirmiye yakın işin yerleştirildiği ada için bir de sanatçı evi projesi mevcut. Proje kapsamında davet usulüyle sanatçılara konaklama imkânı sağlanacak. 2. Kommagene Bienali, gündoğumu okumaları ve paralel sergilerle beraber devam ediyor.
“ALGININ SINIRLARI” Sayısı
ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.
Kapak Fotoğrafı: Doug Aitken, 3 Modern, Figures (dont forget to breath), 2018, Fotoğraf: Hadiye Cangökçe.
Öne Çıkan Eserler
Bienal’de sergilenen işler arasında Martin Fred’in Uyuyan adlı heykeli dikkat çekiyor. Hurda tahtalardan ortaya konan heykel, Atatürk Baraj Gölü’nün üstünde konumlanmış. Sanatla doğa, görünen ile görünmeyen arasındaki bağı temsil ederken, izleyicileri gerçeklikle hayal gücünün birleştiği bir alana davet ediyor. Bienal’den bir başka iş de Gonca Dicle Akça Gonca’ya ait. Binlerce yıldır Mezopotamya’da halk hekimleri tarafından fiziksel ve ruhsal iyileşmede kullanılan üzerlik bitkisi (Peganum Harmala) üzerine okuması olan iş, geçmiş ritüellerle bugünü harmanlıyor.
Chrisel Attewell’in Birçok El aldı ortak enstalasyonu ise Kâhta topluluğuyla birlikte yaratılan bir paylaşım ve şifa alanı niteliğinde. Gönüllülerin Nemrut Dağı’ndan bir taş seçip jüt halatla sabitleyip, çelik yapıya asmaya davet edildikleri iş, aynı zamanda ziyaretçilerin içinde bir araya gelebildikleri, paylaşımlarda bulundukları bir yapı oluşturdu. Belören Köyü’ünde köy çocuklarıyla gerçekleştirilen iş birliği sonucu ortaya çıkan Karin van der Molen’in Kommagene Kintsugi heykel/enstalasyonu ise kırılanı onarmak, yeniden doğrulamak ve değişimi kabul etmek anlamına gelen Japon bir kavram olan “kintsugi”den esinlenerek ortaya konuldu. Bienal’in paralel sergileri arasında Onur Polat’ın Sırtlan Bilgisi ilgi çekenler arasından. Polat tarafından doğanın en gizemli ve yanlış̧ anlaşılan yaratıkları olarak tanımlanan çizgili sırtlanların fotoğraflarından oluşan sergide, sırtlanların Adıyaman’daki varoluşlarına ışık tutuluyor. Serginin küratörü Prof. Eros Istvan sanatçı ve Macar Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde profesör. Doktora çalışmalarını 2009 yılında Pécs Üniversitesi’nde tamamladı ve 2015 yılında profesör olarak atandı. Baskı resim, enstalasyon, video ve performans sanatı gibi çeşitli sanat formlarında işler üretti. Son yirmi yıldır ağırlıklı olarak doğa sanatı (nature art) yapmaktadır. Macar sanatçılar için çeşitli Asya ve Orta Amerika ülkelerinde dokuz kez düzenlenen uluslararası değişim sergisi “SZEGMENS” serisinin yaratıcısı ve organizatörüdür. 2010’da kurulan Szeklerland Grafik Bienali’nin kurucusu ve danışmanı olan Istvan, 2021’den bu yana Macar Güzel Sanatlar Üniversitesi rektörü olarak görev yapıyor. 2. Kommagene Bienali’ni Prof. Eros Istvan ile konuştuk.
2. Kommagene Bienali land art’ın (arazi sanatı) iyi bir örneği. Land art’ı ve Bienal’deki uygulamasını nasıl tanımlarsınız?
2. Kommagene Bienali klasik bir Land Art etkinliği değil, daha ziyade sanatçılar tarafından gerçekleştirilen özel bir mekâna özgü müdahaleydi. Ancak sanat ve doğa arasındaki doğal, programatik, fiziksel karşılaşma 1960’larda Amerika’daki land art hareketi ve Avrupa’daki arte povera hareketi bağlamında meydana gelmiştir. Bundan sonra, sanat eserlerini doğal ve kırsal bir bağlama yerleştirmek tamamen kabul gören bir uygulama haline geldi. Bu pratiğin yaygınlaşması; sempozyumlarını ve etkinliklerini kasaba ve şehirlerin eteklerinde, küçük köylerin parklarında, kalelerde, kıyılarda veya terk edilmiş kömür madenlerinde, tarihi alanlarda düzenleyen bir dizi sanat merkezinin kurulmasına yol açtı. 1990’lara gelindiğinde, doğayla ve açık hava alanlarıyla sanatsal etkileşim pratiği çağdaş sanatın içine yerleşmişti. Günümüzde giderek artan sayıda sanatçı, çalışmalarında doğal malzemeleri, nesneleri, enerjileri ve mekânları doğrudan kullanarak doğayla uyumu yeniden yaratmaya çalışıyor. Doğayla doğrudan fiziksel temas kurmak, yaratıcı sürecin özünü oluşturuyor. Bu sanatçılar eserlerini kentsel çevreden uzakta, genellikle doğal ve hatta kırsal bir ortamda, çoğunlukla zanaat teknikleri ve nadiren mekanik araçlar kullanarak yaratırlar. Bu şekilde yaratılan “işaret”, manzaranın özgünlüğünü ve benzersizliğini pekiştirir. Birbirlerine bağlılıkları değişmezdir ve eserler bu özel çevresel bağlamın dışında var olamazlar. Sanatçı, eserlerini üretirken genellikle çevrede bulunan, geçici ve bozulabilir doğal malzemeler kullanır.
Bienal öncesinde, sanat eserlerinin üretimi açısından yerel halkla, özellikle de yerel zanaatkârlarla bağlantı ve iş birliği nasıl ilerledi?
Bu örnekte sadece sanatsal alan değil, aynı zamanda “doğanın gerçek sanatçıları” olan köylüler ve yerel zanaatkârlarla etkileşim de özel bir önem taşıyor. Sanatçılar genellikle yerel halkla birlikte çalıştılar (Belören köyünde Karin van der Molen’e 10-12 yerel çocuk, adadaki sanatçılara “Kaptan” Mehmet ve diğer yerel köylüler yardım ediyordu) ve 15-20 zanaatkâr yaratıcı sürece aktif olarak katıldı (Ergül Mobilya, Adıyaman ve Kahta’dan tekstil ve demir atölyeleri).
Bu yılın teması “iyileşmek”. Sanatın iyileştirici gücüne inanıyor musunuz? Bu kavramı örneklerle ayrıntılandırabilir misiniz?
Sanatla nadiren temas eden insanlar için, bir sanat eserinin yaratımına katılma deneyiminin, koşulları yaratma görevinin ve ortak bir amaca adanmış katılımın, bu yabancılaşma sürecini yavaşlatmak ve engellemek için bir araç olabileceğine inanıyorum. Buna ek olarak, bu tür bir iş birliği sonucunda ortaya çıkan çalışma, katılımcıların, yani köylülerin, çağdaş formların izlerini taşıyan sanat eserlerini sahiplenme duygusu hissetmelerine yol açarak alımlama kanallarını önemli ölçüde genişletir; ortaya çıkan sanat eserlerinin geçici de olsa toplumu zenginleştirdiği “yan etkiden” bahsetmeye bile gerek yok. Ortak yaratıcı çalışmaların, ekolojik kaygıların çok yönlü sanatsal bir şekilde ve altta yatan bir içerikle ifade edilmesine yardımcı olabileceğine ve katılımcıların çevrelerinde doğanın bozulmasına ilişkin endişeleri etkili bir şekilde iletme ve kültürel mirasın korunmasının önemi konusunda farkındalık yaratma olasılıklarının daha yüksek olacağına inanıyorum.
“İyileşme” temasının süreç ve emeğe dair güçlü kökleri var. Sizce 2. Kommagene Bienali, yürütülmesi sırasında tüm bu unsurları bir araya getirerek başarılı oldu mu?
Sanatçılar ve yaratıcı süreçteki katılımcılar, yaratıcı çalışmaları aracılığıyla, sanatçının toplumdaki konumunun, sorumluluğunun ve kamusal meselelere aktif katılımının öneminin yeniden değerlendirilmesi konusunda sadece teoride değil pratikte de sanatsal-toplumsal söylemin bir parçası haline geldiler. Amacımız buydu ve sanırım bunu başardık.
1. Kommagene Bienali sanatçıları arasındaydınız. Adıyaman ve Türkiye’deki sanat ortamına dair gözlemleriniz nelerdir?
Bienalin ilk edisyonunda uluslararası sanatçıların yanı sıra İstanbul, Ankara ve İzmir’den Türk sanatçılar da yer almış ve mükemmel eserler yaratmışlardı. Bu yılki Bienal’e Kahta ve Adıyaman’dan yerel genç sanatçılar da davet edildi ki bunu mükemmel bir girişim olarak görüyorum. Bu buluşma onlar için önemli bir fırsat olabilir, Türk ve uluslararası sahneye dahil olmalarına yardımcı olabilir ve değerli profesyonel bağlantılar kazanabilirler. Travma yaşayan bölgenin şu anda ihtiyacı olan şey budur.