Barbare Bağları’nda Celine Topsakal’ın öncülüğünde kurulan Barbare Studio üç yıllık bir araştırma, sergi programını T. Melis Golar’ın küratörlüğünde başlatıyor. Barbare Studio sergiler, atölye çalışmaları ve araştırmalar ile Tekirdağ bölgesinde sanat için aktif alanlardan biri haline geliyor. T. Melis Golar’ın üç yıl sürdüreceği programın ilk sergisi Yer Duygusu ise Barbare Studio’nun bağ ve bağcılık, kökler, tarım ve üzüm, mitoloji, tarih, bereketli geçmiş, iklim, çevre, yuva ve kucak açmak gibi derin kavramlar arasında şekilleniyor. Karma sergi olarak kurgulanan proje, sanatçıların Barbare Bağları’nı keşfettiği, bağı, araziyi ve üzümü tanıdığı, tarım, tarih, mitoloji, toprak ve kültür arasında köklü bağlar kurduğu kapsamlı bir sergi araştırma projesi. 14 Eylül’de açılan sergi 13 Kasım 2024’e kadar Tekirdağ Barbare Bağları’nda yer alan Barbare Studio’da izlenmeye devam edecek. Celine Topsakal ve T. Melis Golar sorularımızı yanıtladı.
Barbare Studio’nun kuruluş amacı, misyonu nedir ve Tekirdağ’da, Barbare Bağları’nda bir sanat platformu oluşturmanın arkasındaki motivasyon nedir?
Celine Topsakal: Barbare Bağları, bir aile işletmesi olarak babamın 2002 yılında başlattığı bir yolculuğun ürünü. Aile olarak, pratiklerimizi yavaş yavaş bu alana entegre edebileceğimiz bir “ev” olarak düşündük burayı. Babam şarap üretimiyle, ablam otelcilikle, ben ise sanat ve mimarlıkla bu sürece katkıda bulundum. Mimarlık pratiğimi geliştirdikçe, kültürel ve kolektif bilinci desteklemeye yönelik projelerde yer aldım. Barbican Müzesi’nin mimari yenilenmesi ve Museum of London sergi tasarımı gibi kültürel projelerde çalıştım. Resolve Collective ile, Victoria and Albert Müzesi ve Design Museum gibi büyük kurumların sergileme alanlarında, yerel ölçekte gençlere dokunan kamu programları yürüttük. Genç bir mimar olarak, sanatçılar ve bu alanda öğrenmeye açık gençlere alternatif alanlar yaratmanın önemine inanıyorum.
Burada ilgimi en çok çeken yaşanan multidisipliner etkileşimler ve bunun yarattığı özgüven, açtığı kapılar. Çok basit bir sorudan ortaya çıktık: “Sanatçılara ve düşünürlere bu coğrafyada nasıl etkileşimli alanlar açabiliriz?”. “Şehirden kaçmak” kavramı burada daha kapsamlı bir anlam taşıyor. Kurumsallıktan kaçmak, büyükşehrin sakladıklarını kucaklamak, samimi ilişkiler kurmak ve kırsal alanın sınırlarına sığınmak. Barbare Studio, statik bir yapı olmaktan ziyade, kırsal ve kentsel alanların ilişkisiyle sürekli evrilen bir çatı niteliğindedir.
Barbare Studio’nun uzun vadede özellikle yerel topluluğa, bölgeye ve sanat dünyasına katkı sağlamayı hedeflediği alanlar, içerikler nelerdir?
C.T: Barbare Studio, Tekirdağ’da yerel sanatçılara destek vermeyi ve kültürel bir mekân yaratmayı hedefliyor. Bunu ise konuk sanatçı ve küratör programları, sergiler, etkinlikler ve atölye çalışmaları ile yansıtmayı planlıyoruz.
Herhangi bir galeri veya müze deneyiminden farklı olarak, araziyle kurulan ilişki aracılığıyla yerel bir sergi politikası geliştirmeyi önemsiyoruz. Tüm malzemeleri Tekirdağ’dan kendimiz alıyoruz; bu sayede samimi sohbetler kurarken zanaatkârların hikayelerini dinliyoruz, bu benim için çok değerli.
Küreselleşen dünyada sanat ve toprak aracılığıyla topluluk bilincini geliştirmek ve işbirliğini teşvik etmek beni heyecanlandırıyor. Yeni sanat işbirliklerini teşvik etmek ve yeni platformların doğmasına destek olmak istiyorum. Bu yıl Tekirdağ’da misyonumuzu paylaşan ODD ART (Furkan Öztekin ve Kaan Sarı) bizim elimizden tuttu. Edirne ve Tekirdağ Güzel Sanatlar öğrencileri sürecimizin bir parçası haline geldi, ekip olarak öğrenirken “açık kapı” kültürü ile herkesi dahil ettik.
Hiç beklemediğimiz bir yerde, bağların ortasında atölyemizi kurduk ve buradan kopamadık. Sergi koordinatörümüz Leyla Bayrı ve misafir sanatçılarla el ele kurduğumuz atölye, fikirlerimizi yansıtmak için bir saha oldu. Yerli ve yabancı, ilk defa sergileyen ve deneyimli sanatçılardan oluşan grubumuz, aslında pek de bir arada göremediğimiz isimlerden oluşuyor. Zenginlik olarak gördüğüm çeşitlilik, atölyemizdeki çalan müziklerden, konuşulan lisanlardan, yapılan işlere kadar hepimizi besliyor. Melis ve Leyla ile aramızda kurulan iletişim arazinin bize sunduğu doğal, hiyerarşisiz yapıya uydu. 360 derecelik bir manzaranın her açısından baktığımızda aynı cümleleri kurduk.
Melis Golar: Bize sunduklarına ve yasakladıklarına kulak verdik
Yer Duygusu sergisini hazırlarken küratör olarak bu özel coğrafyadan ve bağcılık kültüründen nasıl beslendiniz, coğrafya nasıl bir aktarım ile sergide yer alıyor?
Melis Golar: Öncelikle Celine’in bahsettiği uyum bize efektif bir ortak zemin sundu. Burası gerçekten de özel bir coğrafya, insan elinin değdiği yaşayan bir yer. Sergi projesinin başından itibaren fiziki olarak burayı deneyimlemek önemliydi bu yüzden bağa sanatçılarla birlikte iki ayrı zamanda keşif gezisi yaptık. Buradaki gıda mühendisi ve bağ uzmanı ile uzun yürüyüşler yaptık, onlara birçok soru sorduk. Yalnızca bağcılıkla ilgili değil bu coğrafyanın ekosistemi, arkeolojisi, tarihinden de ilham aldık. Bağın işleyişine uyumlu bir çalışma prensibi ile oldukça hassas davrandık. Üzüm bağlarında yıllardır çalışan insanların güçlü deneyimlerini dinlememize rağmen, üzüm köklerinin hangi koşullara tam olarak ne tür tepkiler verdikleri konusu hâlâ muğlak kalıyor. İklim değişikliğiyle iyiden iyiye artan bu belirsizlik, bağın içindeki işlemeyi değiştirdiği gibi sanatçıların sürekli kendilerini ortama adapte etmelerini gerektiren bir sistemi bize dayattı. Bağcılıkta üzüm köklerinin küsmesi gibi bir terim var. Beklemedikleri bir koşul altında kendilerini dondurarak fotosentez üretmeyi bırakıyorlar ve bir tür kış uykusuna yatıyorlar. Biz onları küstürmek yerine onların bizden beklentilerini dinlemek hassasiyetini taşıdık. Kısacası yerin bize sundukları ve yasakladıklarına kulak verdik ve ona göre bu sergiyi kurmaya çalıştık.
Sergide yer alan eserler, “terroir” kavramını nasıl yansıtıyor? Sanatçıların bağbozumu sırasında ürettikleri eserlerde bölgenin ve coğrafyanın etkileri, doğa ve insan arasındaki ilişki nasıl izleniyor?
T.M.G: Terroir şarap üretiminde kullanılan, şarabın kendine özgü karakterini veren toprak, iklim ve çevre gibi faktörlerin birleşimi anlamına geliyor. Bağlara adım attığınız an sizi olağanüstü bir manzara karşılıyor deniz, dağlar ve yıl içinde renkten renge giren bereketli tarlalar. Gördüğüm bu manzaranın içinde hangi hikayeler saklı ve acaba gözden kaçıp unutulanları nasıl birlikte gün yüzüne nasıl çıkarıp, arşivleyebiliriz gibi sorular sormaya başladım. Nitekim, Celine de benzer bir istekle yola çıkmış.
Bu yüzden de serinin ilk sergisi mekânı sanatçıların geliştirdiği yöntemlerle keşfetmek üzerine kurgulandı. Rüzgârın esme yönü, ufuk çizgileri, kendiliğinden oluşan yükseltiler, insan işgaliyle araziyi terk etmiş hayvanları hatırlamak veya toprağı kazdığımızda altından çıkacak arkeoloji ile üstüne kurduğumuz yeni dünyaların şimdiki varlığını anlamlandırmak istedik. Aslında tek yaptığımız dikkatlice etrafı izlediğimizde ve biraz da dinlediğimizde hali hazırda gözümüzün önünde olanı sanatçıların yaratıcı bakışlarıyla yeniden canlandırmak oldu.
Serginin bağbozumu sırasında gerçekleşmesi sanatçılar ve işçilerin üretim ve verimliliği ile ilgili iki ayrı yapıyı paralel bir düzleme soktu. Burada bir süre vakit geçirdiğinizde aslında doğadan çok insanın baskın olduğunu hissetmeye başlıyorsunuz. Bağlara baktığınızda yapılan bakımı, titizliği ve iş gücü görebiliyorsunuz. Aynı şey 16 sanatçının yapıtında da görünür. Birlikte üretmenin emeğin ve kendi içinde dayanışmanın gücü sanırım bu toprakların kendiliğinden insana aşılanıyor. Sergi hazırlarken de aslında böyle oldu, herkes birbirine yardım ederek, fikir vererek ve birbirinden öğrenerek çalıştı. Bence bu muazzam güçlü bir şey.
Yer Duygusu sergisi mitoloji, biyoloji ve dilbilimsel unsurlar ile sergide nasıl bir çözümleme ile yer alıyor? Coğrafyanın görünmez ve unutulmuş kült belleğine nasıl dokunuyor?
T.M.G: Barbare Bağları önceden bir ayçiçeği tarlasıymış, bağları kurarken 100 senelik kökler keşfetmişler. Yani bu topraklar üzüme evvelden beri yuva olmuş. Bu fikir başından beri beni etkiliyor. Küllerinden doğarak yeniden üzümlere yuva olan arazi şimdi sanatsal yaratımlara kucak açarak sahip olduğu hazinesini zenginleştirecek. Bu sergi serileriyle hem toprağın hem de zihnimizin hafızasından silinmiş olanı geri çağırmak, hatırlamak ve arşivlemek ana hedefimiz. Sergi fiziki, tarihi ve kurumsal bakış açılarıyla yeni okumalar sunuyor. Sam Nicholson gücünü ağaçlardan alan bir tür rüzgâr gülü tasarlarken, Berkay Kahvecioğlu manzaranın ortasından geçen devasa elektrik direğine meydan okuyor ve onu köklerle yeniden inşa ediyor. Sergi sürecinde bağların arasında sürekli yürümek toprağın havalanmasını engellediği için Serra Bilgincan buna bir formül sunuyor ve o yürüdükçe arkasından toprağı çapalayan bir alet tasarlayarak verimsizliği verimli hale getiriyor. Eda Şarman tarım arazilerinin işgal ettiği ve hayvanlardan çaldığı meraları onların sahiplerine yeniden armağan ediyor, benzer dürtü Dilşad Aladağ’ın ses yerleştirmesi ve tekstillerinde vücut buluyor ve endüstriyel tarım, mülkiyet gibi hakimiyet kuran sistemlerin arasında doğal unsurların hala bir şekilde kendini var edebilmesinin altını çiziyor. Bu alanda insanın baskın olması gerçeğinin karşısında Büşra Özdemir buraya özel topladığı bitkilerle yaptığı bayrakları dikerek sınırları olmayan bitkilerin özgürlüğünü ilan ediyor. Lalin Mercan buranın arkeolojisindeki unsurları bugünün okumalarıyla kurgusal bir yere taşırken, Dilan Bozer bu coğrafyanın en önemli mimari, sosyal ve ekonomik unsuru olan tümülüsleri yeniden yorumluyor ve toprakla olan ilişkimizi bize hatırlatıyor. Kısacası insanın müdahalesiyle değişen manzarayı doğal olan ve doğal olmayan yönleriyle tarihi ve geçmişiyle ele alıyor.
Bu sergi, üç yıllık bir süreçte devam edecek bir serinin ilk bölümü olarak sunuluyor. Önümüzdeki dönemlerde bizi hangi kavramlar, araştırmalar ve yaklaşımlar bekliyor? Nihayetinde 3 yıl sonunda sergi dizisinin bitiminde nasıl bir arşiv ve araştırma sanat literatürü için kalıcı hale gelecek?
T.M.G: Buna henüz yanıt vermek için çok erken. Aslında tam da bu yüzden Barbare Studio’ya 3 yıllık bir araştırma önerdim. Bunun sebebi araziye her adım attığımda farklı bir renk, bitki örtüsü ve tarımsal dönemle karşılaşmamdı. Alanı gerçekten özümseyebilmek için altı aylık bir çalışmadan fazlası lazımdı. Açık söyleyeyim burayı daha fazla keşfetmek isteği ile buradayım, yukarıda bahsettiğim belirsizlikleri süreç içinde anlamlandırmak önemliydi. Aslında sergi bu keşfin sadece bir ayağı, gerçek hedef süreç içinde sanatçıların edindiği bilgiler, yaptığı araştırmaların soyut bir kütüphanesini oluşturmak. Ben yalnızca 3 sene içinde bir kitap sunacağım bu kütüphaneye. Sanatçılar her yıl sergi sonunda bir sonraki gruba aktarılmak üzere araştırmalarını açacak. Bu aslında tarımın düsturunda da olan bir şey bir yıl öncesi sonrasına etki ediyor. Biz henüz kitabın giriş kısmındayız, sergi sonunda yaşadığımız etkileşimlerin sonucunda hangi yeni kavramlar çıkacağını şimdilik izleyicilere bırakmak istiyorum.