Bir Hikâye Anlatıcısı Olarak Gülsün Karamustafa - ArtDog Istanbul
Gülsün Karamustafa, Mistik Nakliye, 1992. Saat Kaç? sergiden görünüm, Arter, 2019 Fotoğraf: Can Yıldırım

Bir Hikâye Anlatıcısı Olarak Gülsün Karamustafa

Gülsün Karamustafa eserlerini üretirken yoğun odaklanmaya, derin araştırmaya ve detaylara önem veriyor. Bir hikâye anlatıcısı olduğunu ifade eden sanatçıyla 60. Venedik Bienali’ndeki yeni eserini ve sanat üretimini konuştuk.

/

Gülsün Karamustafa, eserlerinin üretimine bütünsel bir yazıyla başlar. Bu bütünsellik onun eserlerinin kilit noktasını oluşturur. Bu kısa ama detaylı ve kesin ifadeli yazı sayesinde sanatçı neyi ifade etmek istediğini ve ne anlatmak istediğini ortaya koyar. Karamustafa, her zaman fikrini, ifadesini ve eserde ne anlatmak istediğini detaylı bir şekilde anlatabilen bir sanatçı olmayı seçiyor. Bu yıl 20 Nisan-24 Kasım arasındaki 60. Venedik Bienali’nde de Türkiye Pavyonu için ürettiği eserini bu şekilde tasarlamaya başlamış. “Her zaman en baştan oldukça detaylı bir şekilde bir açıklama yazarım” diyen sanatçı, Venedik Bienali’ndeki eseriyle ilgili de aynı yolu izlediğini belirtiyor. “Tam olarak açıklamada ne yazıyorsam onu anlatmak istiyorum.” Eserin ismi, Oyuk ve Kırık Dökük: Bir Dünya Hâli.

“Dünya Bir Savaş Alanı”

Bu bağlamda onun yazdıklarına bakacak olursak, kendi cümleleri ve kelimeleri de oldukça anlamlı ve bizlere derinden kırılmış bir dünya halini sunuyor: “Etrafımda akıp giden ve insanlığı tehdit eden savaşlar, depremler, göçler, nükleer tehlike, durmadan hırpalanan doğa ve çevre sorunları nedeniyle bütünüyle içi boşaltılmış̧ bir dünya hâliyle uğraşıyorum.

Giderek hızına yetişemediğimiz gündemin sıradanlaştırdığı yıkımlar, birbirini pek yakın aralıklarla izleyen öngörülemeyen acılar, kof değerler, kimlik mücadeleleri, kırılgan insan ilişkilerinin yarattığı boşluk, oyukluk ve kırıklık olgusunu mekânda duygusal ve fiziksel olarak var etmeye çalışıyorum.

Dünya, üzerinde sürekli yer değiştirilen bir savaş alanı…”

Karamustafa eserlerinde bir sonuç aramıyor. Onun aradığı şey aslında, sürecin içerisinde olan biteni algılamak, kendi anlatım dilini ve gerçeğini odaklanarak ortaya koymak. Bir sanatçı olarak odaklanma kabiliyetinin farkında olan Karamustafa, her eserinin arkasında derin bir araştırma olduğunu söylüyor. “Sizlerin gördüğü bir yerleştirme, bir video eser, bir resim belki de ama o eserin ardında günler ve aylar süren araştırmalar yatıyor,” diyor.

Araştırma ve Düşünme

Karamustafa bazı araştırmalarına öylesine odaklanıyor ki, birçok kez bir akademisyen ya da konunun uzmanı birisiyle çalışıyor. “Eser belki de bir müzeye girecek, işte o zaman size soruyorlar bu eserlerin hakları alındı mı? Kullandığınız bir ses ya da müzik bile önem taşıyor.” Bu açıdan bakıldığında Karamustafa’nın çalışma pratiği aslında bir akademisyenin disiplinli çalışmasından farksız.

O, araştırmayı yaptıktan sonra düşünmeye devam eden bir sanatçı. Bu düşünme süreci de aslında tümelleri, tekillere ayırmak üzerine yoğunlaşıyor. Onun için tümeller tekillerden bağımsız değil. Tümel alanda olan her şey, tikel alanda yaşadığımız (hayatımız, sosyal konular, göç, sosyo-ekonomik durumlar vb gibi) konuların tam ortasında duruyor. “Ben bir nevi hikâyeciyim. İnsana ait olanla ilgileniyorum ve bunun içinde de sosyal yapı var, güncel konular, göç, bellek, aidiyet, kültürel kimlikler gibi toplumsal meseleler var.” Ele aldığı her konuya yakından baktığını ifade eden sanatçı sosyolojik gerçeklerle birlikte sosyal dünyanın hakikatlerini ele alırken kendi seçtiği malzemeyi, konuyu en iyi şekilde ifade edebileceği mecrayı seçerek izleyiciyle buluşturuyor.

Güncel Sanat, Özgürlük Alanı

“Güncel sanat dediğimiz mecranın verdiği bir özgürlük alanı var” diyen sanatçı, bu alanın demokratik bir yapısı olduğunu söylüyor. “Güncel sanat sizi modern sanatın normları içine bağlayıp hapsetmiyor. İstediğim zaman istediğimi daha rahat yapabileceğim, kendimi bağımsız hissettiğim bir alan orası. Bunun içinde kendimi en iyi ifade edebileceğim mecra hangisiyse onu kullanıyorum. Bazen eserlerimde iki, üç ya da dört mecranın bir araya geldiği oluyor. Örneğin, bir resim, video ve yerleştirme bir araya gelebiliyor. Ele aldığım konuyu nasıl daha iyi anlatabileceksem o ifade biçimini kullanıyorum.”

Sanatçı, bazı durumlarda eseri güçlendirmek adına tüm mecraları bir araya getirebildiğini söylüyor. “Örneğin, Venedik Bienali’ndeki esere bir de film eşlik ediyor. Bu filmi bazı haber filmlerinden montajlayarak oluşturdum çünkü anlatmak istediğim bütünün içinde onun çok önemli ve bağlayıcı bir yeri var. Eseri o mekânda gösterince tümüyle birleşiyor.”

Eser ve İzleyici Arasındaki İlişki

Karamustafa eserlerinde güncel sanatın dilini özgürce kullanabilen bir sanatçı. Sanat üretimi demek, kendi bakış açısını ve hikâye anlatıcılığını izleyiciyle buluşturmak demek… Bu bir tesadüf de değil, çünkü sanatçı eserlerin ondan çıktıktan sonra izleyiciyle iletişime geçerek ilerlediğini düşünüyor. İzleyici ve eser arasındaki ilişkiyi önemsendiğini söylüyor. “Ben deneyimlediğim, yaşadığım, bildiğim bir şey anlatıyorum. Kurmaca ya da yapma bir şey koymuyorum esere. Orada olan kendi gerçeğim ve kendi gerçeğimle birlikte doğruyu anlattığım zaman, o eser okunabilecek bir şeye dönüşüyor. Böylece, onu doğru anlayacak, okuyacak, yorumlayacak mükemmel bir kitle bulabiliyorum. En doyurucu tarafı da bu iletişim ve karşılıklı doyumu getiren durumdur.” Karamustafa’ya göre bir eseri eser yapan da bu geri bildirim zinciri.

İlginizi çekebilir:  Sürdürülebilir Bir Dünya Mümkün mü?

“Eseri Eser Yapan Geribildirimdir”

“Her sanatçı eserini ortaya koyduğunda geri bildirimi ve aradaki iletişimi önemser. Aslında eseri eser yapan bu geribildirimdir. Benim de eserlerimde bu geri bildirim uzun araştırmalar ve okumalar sonrasında ortaya çıkan sonuç sayesinde gerçekleşiyor,” diyen sanatçı, eserin o duruma gelmesini sağlayan sırrın araştırma olduğunu biliyor. Bu nedenle sanatçı için kendi gerçekliğini, deneyimini, yaşadıklarını ve bildiklerini esere yüklemesi, üretiminin odak noktası haline gelmiş. Örneğin, 2005 yılında ürettiği video eseri Mükâfatsız Fedakârlıklar izinsiz ve evden uzaktaki çalışma hayatlarının İstanbul’da yaşayan Moldovalı göçmen kadınlar tarafından nasıl deneyimlendiğini konu alıyor. Karamustafa burada, güncel sanatın dilini incelikle kullanıyor. Kamerasını hem duygusal ve hem de bilimsel bir alanda, karşısındaki kişiyle empatiye dayalı bir iletişim içinde kullanma yeteneğini ortaya koyuyor. Bu empatiye dayalı yaklaşımında kamera, dışlanma ve bağımlılığın ince ve örtülü biçimlerine odaklanıyor. Bu eser için uzun ve derin bir araştırma sürecinden geçtiğini ifade eden sanatçı, sonunda ortaya çıkan her eserin araştırmalarla derinleştiğini söylüyor. “Hazırlık aşamasında yaptığım her çizim, yazdığım her şey, her araştırma somuta doğru gidiyor.” Sanatçı, bu bağlamda da eserlerini bir altyapı üzerine yapılandırdığını ifade ediyor.

Kendine Ait Bir Dil

Salt’ta 2013 yılında gerçekleşen Vadedilmiş Bir Sergi sergisiyle izleyicinin Gülsün Karamustafa eserlerine dair bakış açısının da değiştiğini belirtiyor sanatçı. “O sergide ben de ilk defa kendi üretimimi bir arada ve bütünsel bir alanda gördüm. O zamana kadar dünyanın birçok yerinde üretimlerim sergilendi ama hiçbir zaman hepsini bir çatı altında toplayamamıştım. O serginin böyle bir özelliği oldu. Ben de çok iyi bir izleyici deneyimi edindim. Benim için çok besleyici ve önemliydi.”

Karamustafa eserlerinde ele aldığı hikâyeyi direkt ve olduğu gibi vermiyor izleyiciye. Çünkü onun kendine ait bir dili var. “Bu anlatımı güncel sanatın bana ait olan dilini kullanarak anlatıyorum. Bu nedenle karşıdaki kişiyle daha etkin bir iletişim kurulabiliyor. Her eserimin altında mutlaka somut bir durum olduğu görülebilir.’

Kültürel farklılıklar, toplumsal bilinci ve kişisel bakış açısını etkiler. Her kültürün bir sanat eserini yakınlık, gücü algılama, bireysellik, belirsizlik, özgürlük, uzun ve orta vade zaman algısı gibi konularda farklı algılama kapasitesi ve değerleri vardır. Gülsün Karamustafa’nın da eserleri farklı ülkelerde farklı yerlerde gösterildiği için bu algılama ve eseri okuyabilme olanağı sanatçının düşündüğü ve önemsediği bir konu. Bu durum, onun için bir engel teşkil etmiyor.

Duyguyu Esere Geçirmemek İmkânsız

“Çok farklı yerlerde aynı eseri gösterme şansım oldu. Eserlerim Singapur, Arjantin, Kanada, İtalya’da da gösteriliyor. İtalyan izleyiciyle kurduğu iletişimle, Singapur’daki izleyiciyle kurduğu iletişimin farklılığını ancak izleyici etkileşimiyle anlayabiliyorsunuz.” Her ne kadar farklı kültürel içinde sergilense de eserlerin doğru şekilde okunduğunu biliyor sanatçı. “Ben her zaman bildiğim şeyi, deneyimlediğim konuyu işliyorum. Kendi gerçeğimle, doğruyu anlattığım zaman bunun karşısında izleyici de eserle iletişime geçebiliyor.” Bu gerçeklik içerisinde sanatçının kendi duyguları da var. Hapishane resimleri, Mükafatsız Fedakârlıklar gibi eserlerin hepsinin altında derin duygular yatıyor. “Aslında, duygusal olduğunuz için bu konuyu seçiyorsunuz. Duygular sayesinde o konuya ilgi duyuyorsunuz. Ama bu süreçte de işinizi yapıyorsunuz. Benim durumumda, duyguyu esere geçirmemek imkânsız çünkü duyguyu esere geçirmezseniz o film ya da eser, o şekilde çıkmaz.” Tüm bu süreçlerin birbirine bağlı olduğunu, ifade ediyor sanatçı ve bir proje içindeyken bir sonraki projeyi düşünmeye başladığını söylüyor.

“Tüm sergiler birbirinin içinde devamlı bir sonrakini düşünerek geçer. Şu anda Venedik’te sergileyeceğim eserle uğraşırken, birkaç sergim daha var ve onların hepsini düşünüyorum. Bu durmayan bir çark. Hiçbir zaman suskunluk yok.”

Previous Story

Sadık Karamustafa ile Grafik Tasarımın Kökleri

Next Story

Baharla Ateşlenen Sahneler

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.