“Keskinlik yetmez, pas da gerek. Yoksa senden söz ederken hep “daha çok genç” derler” F. Nietszche
Sergi metnini kaleme alan Sinan Eren Erk Nietszche’nin bu sözüne referans verirken “paslanma”yı şöyle tanımlıyor:
“…insan tüm görmezden gelişlerine, kaçınmalarına, kibirle keşfettiği günü kurtaran çözümlere ya da sorunların çevresinden kurnazca dolaşma çabalarına rağmen doğasındaki paradokstan kaçamaz: Nefes paslandırır, paslanma ise nefessiz bırakır. İleri ya da geri, yukarı ya da aşağı, orada ya da burada; geçmişin zihnimizde bıraktığı tüm izler bunun birer örneğidir; paslanma tıpkı gözbebeklerimize yerleşen karadelikler gibi olay ufkundaki her şeyi etkiler. Ancak kimi zaman düz kimi zaman ise kavisli, sürekli, kesintili, sığ veya derin oksidasyon süreçleri sadece birer aşınma değildir. Nefes almak gibi en temel yaşamsal faaliyet aslında bir çürümenin de tetikleyicisidir ama çürümek, paradoksal şekilde iyileşmeye, kabuğu deşmek ise kanıksanmışı, geçmişteki kendini yıkmaya, tıpkı zehri atmak için bedeni yaralamaya ve kanı akıtmaya benzer. Paslanma geçmişin üzerini örterek bugünle arasındaki bağı yeniden düzenler; yaralar ama güçlendirir, güçlendirir ama hissizleştirir, hissizleştirir ama korur, döngü devam eder. Böylece yüzleşme anlarında çoğu zaman hafızanın en derinlerindeki şeyler yerine onların paslı yüzeylerini, dönüşmüş, solmuş, kabartılar ve çukurlarla dolu koruyucu kızılımsı katmanlarını görür, gerçekliğin bu olduğuna inanmaya başlarız. Bu yüzdendir ki ancak kendi içine bakabilenler, kendi geçmişlerini deşebilenler, soyut sığınaklarını parçalayabilecek cesareti bulan ve bu mücadeleden genellikle sarılması gereken yaralarla galip ayrılanlar kendi hikâyelerini yazabilir. Yine de bir şeyler hep eksik kalır ama paslanmak, yaşayabilmek için feda etmek zorunda olduğumuz her şeyin toplamı, bir gün sonunun geleceğini bilsek de yerçekimine direnirken aldığımız, o en insanî hasarın bedelidir…”.
Ankara’nın önemli buluşma alanlarından olmaya aday Belm’Art Space sanat galerisi; Çağrı Saray’ın “Soluduğum Pas” sergisini 16 Eylül’de izleyenler ile buluşturdu. Ankara’yı ve sanatçının kendi geçmiş sorgusunu aidiyet, birey olma ya da geçmişle hesaplaşma gibi kavramlar ekseninde ele alan sergide; Saray’ın bu bağlamda öğrencilik döneminden bugüne uzanan bir bellek öyküsü sunulmakta. Daha önce izleyenlerle buluşmayan eserlerin de bulunduğu seçkide sanatçı, oksijenin hayatın devamında ve aşınmadaki çifte rolüne odaklanırken yarattığı ironi ile toplumsal hafıza, kentlilik, milli tarih anlatısının da bu yolla hafıza koridorlarında gezinmekte.
Farklı malzemelerin, mecraların birlikte izlenebildiği eserlerin galeri alanı ile sağladığı diyalog bu yolla sergi alanını da bu öyküye dahil ediyor.
“Soluduğum Pas”, 22 Ekim’e dek sizlerle.
Sergiye dair; Ankara’da bir kültür sanat girişimcisi rolüyle galeri sahibi Belma Ersu ve sanatçı Çağrı Saray ile konuştuk.
-
Ankara kenti ve kişisel yaşamının özelinde bir bellek haritası sunan “Soluduğum Pas”; özellikle milli tarih, mekân, aile, toplumsal tarih konularını farklı mecralarda, çok katmanlı bir dil ile ele alan bir sergi. Geçmişten bugüne uzanan perspektifte Ankara kentinin sendeki sembolik izlerini dinleyebilir miyiz?
Çağrı Saray: Ankara’nın bendeki karşılığı her zaman bürokrasiyle eşdeğerdi. Ancak bu bir klişe olmanın ötesinde benim çocukken babamla yaptığım Ankara seyahatleriyle ilişkili. Benim bu şehirde en sık girip çıktığım yerler Türk Dil Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi, TBMM gibi Ankara’nın grisini hissedebileceğiniz devlet kurumlarıydı, İstanbul’da ise -aynı yıllarda-babamın akademisyenlik yaptığı İstanbul Üniversitesi ve Beyazıt Devlet Kütüphanesi. Bu elbette çok sınırlı bir izlenim. İlerleyen yıllarda farklı nedenlerle çok kez Ankara’ya gittim ve bu izlenim elbette yavaş yavaş değişti. Bu sergide o ilk izlenim üzerinden bir kurgu oluşturdum. Ben 40’ların ortasındayım ve benim kuşağımın çocukluğu siyah beyaz TRT döneminde geçmiş, kara önlükle okula gidilen ve uykudan önce fonda Anıtkabir’in olduğu ve İstiklal Marşı’nın dinlendiği bir çocukluk. Serginin de biraz bu atmosferi barındırmasını istedim, nostalji boyutunda değil, ama siyah beyaz ve geçmişin yükünü taşıyan bir biçimde. Serginin merkezine de kendimi ve bu ilk izlenimin temel öznesi olan babamı yerleştirdim.
-
Farklı mecralar ve tekniklerde üretilen eserlerin galeri mekânı ile kurduğu bütünlük dikkat çekici. Çalışmalar adeta tek paydada ve galerinin fiziki ruhu ile de büyük uyum içerisinde. Üretimlerinde malzeme/teknik senin için ne demek?
Ç.S.: Soluduğum Pas sergisinde farklı dönemlerde ürettiğim işler bir araya geldi. Sergi öncesinde galeriyi ziyaret ettim ve mekânı nasıl kullanacağımı kâğıt üzerinde belirledim. Belma hanımla bazı alanları (örneğin giriş bölümünü) daha işlevsel nasıl kullanabiliriz, kafa yorduk. Kurulum da bu yüzden sorunsuz geçti. Farklı mediumlarla çalışma yöntemi benim üretimimde her zaman vardı. Üretimim zaten hiçbir zaman tek bir kanaldan ilerlemedi, dolayısıyla farklı mediumları bir arada kullanmak bir sürecin sonucu, bir çalışma pratiği. Zaten üzerine çalıştığınız içerik ve oluşturmak istediğiniz anlatı öncelikle mediumu belirliyor. Bir de ben bir akışa ve bir dizgeselliğe özen gösteren biriyim, bu anlamda üretimlerimde kullandığım mediumlar çeşitlilik gösterse de her zaman birbirleriyle diyalog kurabilen işler ortaya çıkıyor. Bu yüzden bu sergide 2001 tarihli ve 2023 tarihli iki iş yan yana gelebiliyor.
-
Ankara temelli toplumsal bellek analoğu da denilebilecek bir sergi ile karşı karşıyayız. Eserlerinde öne çıkan en önemli değer “çizgi”. Rengin geri planda kaldığı ve çizginin önemli bir estetik değere dönüştüğü üslubunda “çizgi” ve “renk/renksizlik” neyi ifade ediyor? Özellikle bu temada üslubunda öne çıkan renksizlik daha da önemli bir anlam kazanmış. Yanılıyor muyum?
Ç.S.: Evet, renksizlik bu sergi için daha uygundu. Zaten benim yüzey çalışmalarım da genellikle siyah-beyazdır. Bir içerik üzerinden biçimlenen işler ürettiğim için renk benim için her zaman sorunlu bir konu. Bir rengi kullanmak için de kendimi ikna etmem gerekiyor. Diğer yandan sergide “Pantone 485” isimli kare bir iş ve “Bir Kurtarıcıya Mı İhtiyaç Var?” isimli bir heykel var, bunlar renkli işler, ama elbette bu işlerde de doğrudan bir bayrak referansı var, bu yüzden renk bu işlerde olması gereken yerlerde. Çizgi ve desen ise, başlı başına sınırsız olanakları içinde barındıran bir alan. Benim çizimlerimde uzun süre karakteristik bir dil ve yöntem arayışı oldu. Bu katmansal ve tekrara dayalı desenler bellekle kurduğu ilişki üzerinden bir düzleme oturuyor. Hafızanın işleyişi de bu desenlerdeki gibi dağınık, var olmakla yok olmak arasında ve sürekli bir devinim içerisinde. Sergide yer alan büyük boyutlu lavi çalısmalarda da aynı katmansal uygulamayı devam ettirmeye çalışıyorum. Resimlerimde ve çizimlerimde teknik bir yeterlilikten öte, kimliği olan ve resmedilen imgeyle, o imgenin anlamıyla kullanılan yöntem arasında bir tutarlılığı koruyan işler üretmeye çalışıyorum. Bu da nerede durmam gerektiğini belirliyor; bu tekrarın azlığı veya çokluğu resmi dekoratif olana yaklaştırma riskini de beraberinde getiriyor.
-
Ankara’da, Ankara’yı anlatırken izleyenlere dair değerlendirmen ne olur? Ankara sanat dünyası, izleyenlerine dair İstanbul ile bir karşılaştırma yapman gerekirse ne söylerdin?
Ç.S.: Ankara’da çok sayıda sanatçı arkadaşım var ve buraya sık sık gelmeye çalışıyorum, ancak yine de Ankara’daki sanat ortamı üzerine ahkam kesmek bana düşmez. Genel bir izlenim olarak, Ankara’ya bir sergi için her geldiğimde izleyicilerden yana yoğun bir ilgiden ve bilinçli ve çoğunluğu eğitimli bir izleyici kitlesinden etkilenmemek elde değil. İstanbul’daki sergi mekânları ve kurumlar bağlamında sayısal ve niceliksel çeşitlilik ve elbette nüfus popülasyonu doğal bir kültürel erezyonu beraberinde getiriyor. Buradaki kültür-sanat camiası buna katılır mı bilmem, ama Ankara’da kurum ve galeri sayısının az olması bence büyük bir şans. Çok daha meraklı ve istekli bir izleyici kitlesi var. Bir de varlığını hissettiren minör ölçekte oluşumlar; bireysel girişimler ve sanatçı insiyatifleri var ki aslında Ankara’daki sanat ortamının zeminini de bunlar oluşturuyor. Bu anlamda Belm ArtSpace de bir kurumsallık iddiasından çok Belma Ersu’nun bu alana gönül vermesiyle ortaya çıkmış bir mekân, bu anlamda Soluduğum Pas sergisi de benim için ayrı bir anlam taşıyor.
-
Belm’art Space kuruluş öyküsü ve misyonundan söz eder misiniz?
Belma Ersu: Her kentin tarihinin, mirasının ve geleneğinin derin olduğu kültürleri yansıtan semtleri vardır. Bu semtler kentin fiziki yapılarına, dokularına ve toplumun yaşam biçimlerinin özelliğini taşır. Ankara’da Tunalı Hilmi Caddesi de bu özellikleri taşır. Galeri mekânını açma fikri de; bir çeşit yaşadıklarımız unutulmasın, belleğimiz kentin sosyo-yapısal özelliklerini unutmasın, Tunalı’da insanlar gezerken, sohbet ederken yol üstünde gördükleri bu mekâna uğrasınlar diye doğdu. Sanata ve sanatçıya daha çok alan açabilmek, entelektüel alışverişe mekân sağlamak, yarışmalar düzenleyerek genç sanatçı adaylarını teşvik etmek, sosyal, siyasi ve kültürel meseleleri dert edinen sanatçılara sergiler açmak amacımız. Açıkça söylemek gerekirse buranın bir galeriden ziyade bir eğitim kurumu görevini üstlenen okul gibi öğrenen, okuyan, söylemler üreten, paylaşan bir platform olmasını istiyorum.
-
Belma Hanım, Ankara’da uzun yıllardır var olan Galeri Nev Ankara, Siyah Beyaz Galeri’de yıllar önce hissettiğim ruhu sizin galerinizde de hissettim. Özellikle Ankaralı sanatseverlerin ilgisi gözle görülebilir düzeyde idi. Bu aidiyet ve ilgiyi neye bağlıyorsunuz?
BE: Ebru Hanım, Galeri Nev Ankara, Siyah Beyaz Galeri, Ka Atölye ve Belm’art Space; Kavaklıdere Mahallesi’nde birbirine çok yakın mekanlar. Ankaralı sanatseverlerin ilgilerini çekmek bizim için çok değerli. Ben biraz da bu ilgiyi benim Hacettepeli oluşuma bağlıyorum. Hacettepe üniversitesi benim ikinci fakültem. İlk İktisat mezunu ve bankadan emekli oluşum. Sonra küratöryel olarak bu galeri mekanları haricinde Ankara’daki diğer sanat mekanlarında akademisyenlerle, öğrencilerle sergi projelerinde birlikte olmam ve çoğu sanatçı arkadaşımı tanımam bu aidiyet duygusunu hissettirdi. Daha önceden de bu ilgiyi açtığım sergilerde görmüştüm. Bu galerinin de çağdaş sanatı icra eden pozitif bir mekân olmasını istiyorum ve öyle olduğunu da biliyorum.
-
Belm’art Space’e dair gelecek planlarınızdan ve “Soluduğum Pas” paralel etkinliklerinden, sergiye dair Ankaralıların yaklaşımlarından da söz eder misiniz?
BE: Amacım ve isteğim Belm’art Space’in yaşayan ve dönüşen bir yer olması yönünde. Galerinin açılışından itibaren geride bıraktığımız dört sergide yapmak istediklerimizin izlerini görebilirsiniz. Sergilerin paralelinde süren sanatçı konuşmaları, genç sanatçıların görünürlüğü için yaratılan bir alan olarak okunabilir burası…
İzleyicinin sergiyi deneyimlemesinin ardından kendinde bir yere dokunarak buradan ayrılmasını istiyorum.