Koleksiyonerler ve Sanatçılar

/

Ayşe-Saruhan Doğan: “Zamanın Ruhu”

Video sanatına olan ilginizin 2000’li yılların başına dayandığına dair bazı açıklamalarınız var. Türkiye’de video işlerinin ağırlıklı olduğu bir koleksiyon geliştirmeye ilk başlayanlardansınız. Video sanatına olan ilginiz ne zaman, nasıl başladı; bizimle paylaşır mısınız?

Biz hiçbir zaman özel bir medyaya ilgi duymadık. Ancak özellikle 2000’lerin başlarında video işleri hemen hiç satılmadığı için biz almaya başlayınca dikkat çekti. Bazen bir sergideki en iyi işler videolar oluyordu ama kimse onları almıyordu. İyi bir sanatçının iyi bir işini almaya karar verirseniz işin medyasının ne olduğunun bir önemi yok. Özellikle saklama konusunda bir endişeniz varsa bu bir istisna olabilir, ama bunun dışında her medyaya kapımız açık. Bugün video işleri koleksiyonumuzda ağırlıkta ve bundan da çok memnunuz. CI için de özellikle iki kadın sanatçıdan videolar göstermek istedik ki ziyaret eden herkes videonun da satın alınabilecek bir medya olduğunu bir kez daha görsün.

ZAMANIN RUHUNA UYGUN

Koleksiyonunuzun temasının 2000’ler sonrası çağdaş Türk sanatı olduğunu birçok kez dile getirdiniz. Neden 2000’ler sonrası çağdaş Türk sanatı? Koleksiyonunuz genişledikçe, bu tema üzerine fikirleriniz değişti mi?

Sorunuzun cevabı, zamanın ruhu. Biz 2000 sonrası sanata yoğun bir ilgi duyduk ve Türkiye’de, kaynağını bizim de içinde yaşadığımız hayatta bulan işlere yöneldik. Koleksiyonların odakları daraldıkça daha etkinleştiğine inanıyoruz. Bu şu demek: Bugün bütün dünyadan, bütün dönemlerden sanat eserleri toplarsanız bu gelecekte sizin seçkiniz olarak bir değer taşısa da özel bir mana içermez. Oysa örneğin, 2000 sonrası kadın sanatçıların kadın mücadelesi ile ilgili işleri diye bir alan belirleyip o alana giren işleri toplarsanız 20-30 sene sonra bir hikaye anlatan, bir dönemin kesitini izleyicisine verebilen çok değerli bir koleksiyon yapmış olursunuz. İlk örnekte koleksiyonunuzun değeri parçaların toplamı kadardır, ikinci örnekteyse çok daha fazlasıdır; çünkü o işler bir aradayken ortaya çıkan toplu anlatının ayrı bir değeri vardır. Yani şimdiki aklımız olsa daha da dar bir konu seçerdik, ama bunu yapmak artık mümkün değil.

“LİKİDİTESİ DÜŞÜK, BETASI YÜKSEK”

Sanatın estetik ve felsefi değeri çok yüksek olsa da, aynı zamanda çok yüksek bir ekonomik değere sahip. Bankacı kimliğinizle, sanat piyasasını, değer artış ve azalmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sanat likiditesi çok düşük, betası çok yüksek bir yatırım aracı. En az yirmi yıllık bir yatırım perspektifiniz yoksa sanata yatırım olarak bakmayı hiç tavsiye etmem. Biz de hiç öyle görmedik. Sanat hayatımızı güzelleştiriyor, değerli olan da bu.

“SANATTA KURUMSAL ALIMLAR ÖNEMLİ”

Bankaların desteklediği sanatsal faaliyetler, sanat kurumlarının Türkiye’nin sanat ortamına olan etkisi çok büyük. Sanat ve finans sektörlerinin aynı çatı altına alınmasının önemi sizce nedir?

Sadece bankalarla sınırlamayalım, topluma geri verme faaliyetlerinde sanat çok önemli bir alan. Türkiye’de bu alanda özellikle bankaların ve holdinglerin önemli katkılarını görüyoruz. Üstelik bu faaliyetlerin ticari olarak bir geridönüşü olmadığını da biliyor bu kurumlar. Büyük kurumların uzun vadeli bir perspektiften sanata angaje olmaları, sanatın hayatını sürdürebilmesi açısından çok yararlı oluyor. Özel koleksiyonların alımları ekonominin küçüldüğü dönemlerde ciddi şekilde düşebiliyor. Böyle zamanlarda kurumsal alımlar özellikle önemli. Burada kurumların koleksiyon yapıyor olmaları bence kritik konu, çünkü sanatçı ve galerilerin yaşayabilmesi için sadece müze binaları değil, o binaları dolduracak koleksiyonların da ortaya çıkması gerekiyor.

“BENİ HEYECANLANDIRACAK HİKAYENİN PEŞİNDEYİM”

Son dönemde siz de sanatın bir dalında faaliyet göstermeye başladınız, bir kitap yazdınız. Edebiyatla olan ilişkiniz ve yazarlık pratiğinizle ilgili durumunuzu bizimle paylaşmanızı rica etsek…

Okuya okuya sonunda iş buraya vardı, bir noktada “şöyle bir roman olsa ne güzel olur” dedim ve sonrası kendi kendine geldi. Yazmak benim mutlu olma kaynaklarımdan birisi, çok eğlenceli bir iş, her anı bir keyif. Yazma sürecinde tek zorluk, zaman. Zaman bulmak, yaratmak zorundasınız. O zamanı yaratıp hikayeyle, kahramanlarınızla baş başa kaldığınız anda eğlence de başlıyor.

Bugün ikinci romanımı düşünüyorum, üzerinde çalışıyorum. Kafamda üçüncü, dördüncü ve ondan sonrakiler var. Kahramanlar, karakterler, hikayeler, ilhamlar kafamda dönüp duruyorlar. Hep beni heyecanlandıracak hikayeyi bulmak peşindeyim, bulunca da onu en sade, en süssüz, dolaysız şekilde anlatma kısmı başlıyor. Yazmak çok terbiye etti beni, yazarken bayıldığım cümlelerimi atmak, süsleri, bindirmeleri, kelime oyunlarını temizlemek hiç kolay değilmiş, nefis terbiyesi böyle bir şeymiş. Kendiniz de ortaya bir şeyler dökme cüretini gösterdiğinizde sanat eserine ve yaratma sürecine bakışınız da değişiyor elbette. Özetlemek gerekirse şimdi çok daha müsamahalı bir sanat izleyicisiyim.

Leman Sevda Darıcıoğlu ve Didem Erk ne zaman nasıl ilginizi çekti? Hangi işini/işlerini nasıl fikirlerle koleksiyonunuza kattınız?

Didem Erk’in işini Bienal’de görmüştük ve o zaman almaya karar verdik. Philia’yı ise Mamut’ta gördük. Sanatçılarla tanışmamız da bu işler vasıtasıyla oldu ve sonra ikisini de yakından izlemeye çalıştık. Bu iki iş de video formatında saklanmış performanslar. Didem’in işi bizim hep peşinde olduğumuz hafıza meselesinin yanı sıra sınır kavramını işliyor. Kavramlardan ziyade eserlerin verdiği duygular, özellikle ilk seyirde aldığınız hissin çok değerli olduğunu düşünüyoruz. Didem’in işinde çok güçlü bir sıkışmışlık, arada kalma, boğulma, kusma hissi var; alttaki fikri ortaya çıkarıp bu denli vurucu yapan da bu karmaşık his.

Leman’ın işinde de bir mücadele ve sertlik duygusu var. Acımasız, müsamahasız bir çevrede varlıklarını neredeyse kendi canlarını yakma pahasına inatla savunan genç insanların hikayesi. Hiç bir dramatizasyon, abartma, etkileme çabası olmadan doğrudan verilmiş. Bu iki genç kadının güncel sanatta çok önemli işler yapacağına inanıyoruz. Onlarla tanışmış olmak bizim için ayrıcalık.

Eğitim, Deneyim ve Adanmışlık: Ari Meşulam

Sizi koleksiyon yapmaya, sanatla ilgilenmeye teşvik eden neydi?

Koleksiyonerliğe çok tesadüfi bir şekilde başladım. Bir Amerikalı arkadaşım beni 1999 senesinde ArtBasel’e davet etti ve bu vesileyle böyle bir dünya olduğunu öğrendim. Tabii ki üniversitede birkaç sanat dersi almıştım, fakat sanatın koleksiyon ve ticari boyutunu orada ilk defa gördüm. Çok heyecan verici bir ortamdı. Bu yeni dünyayı keşfetmek istedim ve bir gün parçası olma hayalini kurdum.

Türkiye ve Avrupa’daki koleksiyonerliğin farkları neler sizce?

Öncellikle, çağdaş sanat için bu konuda fikir yürütebilirim. Genel anlamda benim izlenimim, Avrupa’da hem piyasa daha büyük hem de koleksiyonerlerin yaşları çok daha büyük olabiliyor. Mesela Türkiye’de çağdaş sanat koleksiyonu yapan 70 yaş üstü çok az kişi olduğunu düşünüyorum. Fakat yurtdışında bu yaşlarda koleksiyoner sayısı çok fazla. Çok daha erken zamanlarda, belki 1970’ler ya da 1980’lerden bu yana koleksiyona ilgileri olmuş ve piyasa daha geniş olduğu için kendilerine çok güzel koleksiyonlar yaratmışlar. Benim her ArtBasel ziyaretimde çok dikkatimi çekmiştir; adamlar bastonları ile yorulmadan fuarı geziyor. Bu özveriyi çok takdir ediyorum.

Ari Meşulam, Furkan Akhan ile. İsimsiz, tuval üzerine yağlıboya, 2019. Fotoğraf: Emre Durmaz

GENÇLER SANATA ENERJİ KATIYOR

Furkan Akhan, eğitimine devam eden çok genç bir sanatçı. Jüri üyesi olduğunuz Mamut Art Project’in de ana amacı genç sanatçılara görünürlük sağlamak; onları galerilerle, koleksiyonerlerle buluşturmak. Kendi koleksiyonunuz için de genç, bağımsız sanatçılar bulmaya çalışıyor musunuz?

Evet, kesinlikle. Koleksiyonumun yarısı genç sanatçılardan oluşuyor diyebilirim. Olgun ve genç sanatçıları beraber sergilemeyi çok seviyorum. Beklenmedik diyaloglar ve bir enerji çıkıyor ortaya. Türkiye’de özellikle genç sanatçıların işlerini almayı tercih ediyorum.

Türkiye’de genç sanatçıların sanat ortamına katılmasını sağlayacak etkinlikler son zamanlarda artıyor. Contemporary İstanbul’un da bu yıl misafir programlara ve sanat projelerine yer vermesi bu açıdan çok önemli. Bu tür projelerle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Bu tip projeler kesinlikle çok önemli. Türkiye’de genç sanatçıları tanıtan platformlar çok az. Gördüğüm kadarıyla devlet desteği de çok kısıtlı ve tüm projeler özel veya kişisel inisiyatiflerle yapılıyor. Böyle projelerle genç sanatçılar, daha fazla özgüven sahibi olup daha da güzel eserler üreteceklerdir.

“TÜRKİYE’DE MUHTEŞEM MÜZELER VAR”

Türk güncel sanatı, sanatçıları ve onların evrensel sanat arenasındaki konumları hakkında ne söylersiniz?

Sanat arenasından çok sayıda oyuncu geldi geçti… Nitekim Türkiye’de çok güzel oluşumlar oldu ve olmaya devam ediyor. Koç ve Odun Fabrikası gibi muhteşem müzeler açılıyor. SAHA gibi bir dernek senelerdir Türk sanatçıların sesini yurtdışında duyuruyor; Protocinema gibi bağımsız sanat projeleri hem Türk sanatçıları yurtdışına tanıtıyor, hem de uluslararası sanatçıları buraya getiriyor. Kısacası zamanla her şey daha güzel olacak demek doğru olabilir.

Koleksiyonunuzu ana hatlarıyla nasıl değerlendirirsiniz?

Eklektik, somut bir çizgisi olmayan, fakat beni anlatan bir koleksiyon olarak tanımlamak mümkün.

Bu işe yeni başlayan, ilk alımlarını yapan birine ne tavsiye ederdiniz?

Öncelikle kendini eğitmesini öneririm. Fuar, sergi ve müze gezmelerini; önemli sanatçılar hakkındaki kitapları okumalarını öneririm. Son olarak da kalplerini dinleyerek alım yapmalarını öneririm.

Mimari ve Tasarım Aşkıyla: Ayşegül-Ömer Özyürek

Eser alma sürecinizi biraz anlatabilir misiniz? Danıştığınız küratörler veya çalıştığınız bir danışman var mı?

2007’den beri ilgilendiğimiz modern ve çağdaş sanat alanında, bizi etkileyen, beraber yaşayabileceğimizi düşündüğümüz ve aynı zamanda maddi imkanlarımız dahilinde olan eserler alarak ilerledik. Bu sürecin ilk yıllarında koleksiyonumuza dahil ettiğimiz eserler bir tema üzerinden ilerlemedi ve dolayısıyla daha eklektik bir yapıya büründü. Ancak 2015 yılından bu yana, daha anlamlı bir koleksiyon oluşturmamız gerekliliğine inanarak, bir tema belirlemek suretiyle ilgimizi bu yönde yoğunlaştırdık. Koleksiyonun çok önemli bir kısmı kendi kararlarımızla aldığımız eserlerden oluşuyor. Son dönemde tematik bir koleksiyon oluşturma arzumuzdan ötürü, sanat çevresinden bize öneriler sunan ve bilmediğimiz sanatçılardan örnekler getiren dostlarımız oldu. Bu önerilerden bazılarını dikkate alarak koleksiyonumuza dahil ettiğimiz eserler var.

Ayşegül Ömer Özyürek Koleksiyonu, Murat Germen

Koleksiyonunuzu bir tema veya akım altında toplayabilir miyiz? Tematik olarak yöneldiğiniz bir alan var mı?

Az evvel de belirttiğim gibi son 4-5 yıldır koleksiyonu bir tema üzerinden geliştirmeye çalışıyoruz. Temamızın bel kemiği mimari ve tasarım. Mimari ve tasarım vurgularının yoğun olarak hissedildiği eserler alarak ilerliyoruz. Ben mühendis babanın oğlu, eşim ise mimar babanın kızı; dolayısıyla bu temayı seçmemiz hiç de şaşırtıcı olmamalı. Ancak, sanata olan yoğun ilgimiz ve sevgimiz belli aralıklarla bizi bu temanın dışında da alım yapmaya sürüklüyor. Mimari ve tasarım teması kadar güçlü olmasa da koleksiyon içeriğinde ufak bir politik damar da bulunuyor.

İlginizi çekebilir:  Ferda Art Platform’dan İki Yeni Sergi

AMATÖR RUHLA PROFESYONEL İŞLER

Bize biraz ADAS Sanat Merkezi’nden bahsedebilir misiniz? Nasıl ortaya çıktı, ne amaçla kuruldu?

Koleksiyonumuz genişledikçe, eserleri sergileyemez olmaya başladık. Binbir özveri ve çaba ile edindiğimiz eserler, bir müddet sonra depolarda beklemeye başladı. Bir süre sonra bu durum çok da anlamlı gelmemeye başladı. Madem depoda tutmak zorunda olduğumuz eserlerimiz var, o zaman bu eserleri olabildiğince iyi bir ortamda saklayalım diye düşündük. Depolama alanında da mümkünse bağımsız sergiler ve sanatsal, kültürel etkinlikler yapalım diye arzuladık. ADAS bu düşüncelerin bir meyvesi olarak hayat buldu. ADAS bu sene üçüncü faaliyet yılına girecek ve her sene bir öncekinden daha yoğun bir program ile yoluna devam ediyor. Ben ağırlıkta sergiler kısmı ile uğraşırken, eşim Ayşegül ise kültürel etkinlikler kısmı ile ilgileniyor. ADAS’ta sergiler, eğitimler, kitap ve film kulüpleri yapıyoruz. ADAS şimdiye kadar amatör ruhla profesyonel işler yapmaya gayret etti. Amacımız, gücümüz ve imkanlarımız yettiğince devam etmek. Bu bize çok heyecan veriyor.

MİMARİ VE TASARIM BÖLÜMÜ HÂLÂ “SIR”

Murat Germen’in bu işi, ilk bakışta bile sosyo-politik anlamda çok güçlü sayılabilecek bir fotoğraf. Fakat karenin perspektifi sayesinde izleyiciye tam olarak nerede, neyin protesto edildiği bilgisi somut bir şekilde verilmemiş. Sanki toplumun bir kesitinin politik bir çatı altında birleşmesine ve bunun yarattığı güce yoğunlaşmak istenilmiş. Koleksiyonunuzda, özellikle Türk toplumunun sosyo-politik meselelerine gönderme yapan işler almaya özen gösteriyor musunuz?

Murat Germen’in bu diptik eseri sosyo-politik açıdan çok anlamlı. Fotografik olarak çok etkileyici ama bir o kadar da arşiv değeri olan bir çalışma. Tüm ülkelerin kırılma noktaları vardır. Bu eser Türkiye açısından önemli kırılma noktası olan bir süreci belgeliyor. Diptik eserin bir parçası gündüz, diğer parçası ise gece. Toplumun başkaldırısının yirmi dört saat devam eden belgesi. Özgürlük, adalet ve demokrasi hepimizin arzulaması ve talep etmesi gereken olgular. Bunların eksik olduğu toplumlar maalesef gelişemiyorlar. Bu eksikliklerin farkında olmak ve tavır almak toplumları mutlaka pozitif yönde dönüştürüyor. Asla apolitik olmadık ve dolayısıyla koleksiyonumuzun içinde, ufak olsa da bir politik damar var. Bu alana olan ilgimiz süreç içinde mutlaka devam edecektir. Biz Recent Acquisitions etkinliğinin ilk bölümünde de, şimdiki ikinci bölümünde de bilerek ve isteyerek politik eserler sergilemeyi tercih ettik. Mimari ve tasarım bölümünü sır gibi saklamaya devam ediyoruz.

Geniş Video Arşivi ile Selman Bilal

Öncelikle video sanatına olan ilginizi ve bu alanda geliştirdiğiniz projeleri ve faaliyetleri sormak istiyorum. Ne zaman video toplamaya başladınız, bu alana olan merakınızı ne uyandırdı?

Takip ettiğim sanat fuarları, etkinlik ve sergilerde videoya olan eğilim dikkatimi çekmeye başlamıştı. Bu eğilimle beraber Türkiye’de video sanatına verilen önemin ve sergileme alanlarının eksik olduğunu düşünüyordum ki; sanatçılarla bu konu üstüne konuşmalarımızda da gösteremedikleri video işlerinin bulunduğunu veya üretmek isteyip işi gösterme probleminden arkaya attıkları projeleri olduğunu gördüm. Ofis binamızın garajının, video işlerini sergilemek için ne kadar uygun olduğunu fark ettik ve Ocak 2018’de Bilsart açıldı. Bilsart’ın başlıca amacı; video sanatına odaklanarak genç veya deneyimli sanatçıların video çalışmalarını sergileyebilecekleri ve konuşma etkinlikleriyle beraber işlerini aktarabilecekleri yeni bir alan sağlamak. Bilsar uzun yıllardır çağdaş sanata destek olmuş, Bilsar Binası çağdaş sanat etkinliklerine ev sahipliği yapmıştır. Örneğin 9. ve 11. İstanbul Bienali mekanlarından biri olmanın yanı sıra, Base’e Bilsar Binası’nda mekan sağlamış, Jale ödülüne layık görülen Dot Tiyatro’sunun “Vur/Yağmala/Yeniden” isimli oyununun gösterimine ev sahipliği yapmıştır. Bir yandan da Mimar Han Tümertekin’in tasarladığı B3 Evi’nden ismini alan B3 Koleksiyonu gelişmeye devam ediyordu. Son zamanlarda, video işlerini daha çok takip eder olduğum için koleksiyona daha fazla video işleri dahil olmaya başladı. Hacer Kıroğlu, Erdal İnci, Begüm Yamanlar, Zeynep Kayan, Burcu Yağcıoğlu, Ezgi Tok koleksiyonda video işleri yer alan sanatçılar arasında.

Selman Bilal Koleksiyonu Hera Büyüktaşçıyan, The Stranger in My Throat, 2014.

DİNAMİK VE ORGANİK PROGRAMLAR

Sadece video işlerine yer veren, kâr amacı olmayan Bilsart’ı kurdunuz. Bir sanat projesinin kâr amaçlı olmamasının içerik olarak ve küratoryel açıdan daha fazla özgürlük sağladığını düşünüyor musunuz?

Tabii ki düşünüyorum. Bilsart, 15 günde bir değişen solo sergilerle çok daha dinamik ve yaşayan bir mekan. Her açılış sanatçı konuşmasıyla beraber gerçekleşiyor. Sergi programı bir seçici kurul tarafından oluşturulmuyor, Bilsart’a video üreten her sanatçı ve bu alan üzerine düşünenler bizlerle işlerini ya da proje önerilerini, fikirlerini paylaşıyorlar. Bu durum, sergi programının organik olarak şekillenmesini ve gelişmesini sağlıyor. Gerçekleştirdiğimiz sergilerde, sanatçı ve küratörlerle neyi nasıl yapacağımız üzerine beraber çalışıyoruz. Bu da sanatçı ve küratörü özgür ve memnun hissettiriyor. Her serginin tek bir işe odaklanması da sanatçının sergilenen işi ve önceki işlerine dair kendisini anlatabilmesi için faydalı oluyor. Bilsart’ın genç sanatçılar tarafından da kolaylıkla ulaşılabilir bir alan olduğunu düşünüyorum.

Sergi kurulum ve küratörlüğünde, sanatçı keşfetmekte aktif bir rol alıyor musunuz? Koleksiyonerliğin getirdiği sanatsal ve estetik birikim, Bilsart’ın kurulumu ve yönetiminde fayda sağladı mı?

Elbette, video üzerine üreten sanatçıların yer aldığı bir sanatçı listemiz var, zaman zaman bu liste üzerinden ilerliyoruz. Fakat, video işlerine sağladığımız bu alanla büyük bir açığı kapattığımızı düşünüyorum. Bizimle yeni üretilen video işlerini, projelerini paylaşan çok fazla öğrenci, sanatçı veya küratör oluyor. Sergi takvimi bu şekilde organik şekilleniyor. Programı oluştururken aynı ay içinde gösterdiğimiz video işlerinin bir noktada birbiri ile konuşabilmesini önemsiyoruz.

“HERA BANA DERİNDEN DOKUNUYOR”

Geniş koleksiyonunuzun arasından neden Hera Büyüktaşçıyan? Koleksiyonunuza ve CI’19 ve Son Edinimler sergisine sanatçının eserinin ne katacağını düşünüyorsunuz?

Bazı sanatçıların öyle işleri oluyor ki bazen, beni etkilemenin ötesinde çok daha derinden dokunuyor. Bu iş de onlardan biri.

Bilsart ile yurtiçi veya yurtdışında fuarlara katılmayı düşünüyor musunuz?

Bilsart, ağırlıklı olarak Türkiye’den sanatçıların video işlerine yer veriyor, fakat bu tarz konularda çok keskin bir çizgimiz yok. Daha önce Mardin Bienali kapsamında John Gerrard’ın video işine yer verdik. Yine aynı şekilde, Kolektif Çukurcuma küratörlüğünde gerçekleştirdiğimiz sergide, Çin’den Funa Ye’nin video işini göstermiştik. Henüz böyle bir plan yok, ama faydalı ve anlamlı olması durumunda değerlendirebiliriz.

Genellikle yurtdışında ve özellikle son dönemde, müzelerde modayı mercek altına alan sergiler görüyoruz. New York’ta MET Müzesi’nde her sene gerçekleşen kostüm sergisi, geçtiğimiz yıl Londra’da Victoria and Albert Müzesi’ndeki Balenciaga sergisi… Fakat Türkiye’de moda ve sanat kurumlarının entegre edildiği faaliyetler henüz aktif değil. Türkiye’de de bunların faaliyete geçmesini görmek ister misiniz?

Tabii ki çok isterim ama ne yazık ki Türkiye’de moda alanında bu kadar özgün ve yetkin bir noktaya gelinebildiğini düşünmüyorum.

“Müze Değil Proje Mekanı,” Sarp Evliyagil

Dolapdere Evliyagil’i sorarak başlamak istiyorum. Dolapdere geçtiğimiz son birkaç senede birçok kültür sanat kuruluşuna ev sahipliği yapmaya başladı. Eylül’de ARTER’in açılışıyla da iyice canlanacak. Neden Evliyagil’in İstanbul ayağı için Dolapdere’yi seçtiniz?

Dolapdere’de 6 ay önce açtığımız mekan, bir proje mekanı. İlk yıl açılan ve açılacak olan solo ve karma sergilerin seçkisi ve küratörlüğü Beral Madra tarafından yürütülüyor. Zaten sorunuzun içinde cevabını vermişsiniz; Dolapdere’ye kültür ve sanat mekanlarının gelme sebebi ARTER gibi büyük bir çekim merkezinin açılacak ve bölgeyi canlandıracak olmasıdır. Bu tip büyük çekim merkezleri dünyanın her yerinde, çevrelerinde geldikleri bölgenin kabuğunu değiştirirler ve yeni bir mikrosistem oluştururlar. Bizim ve başka birçok galerinin, şu anda Dolapdere’de konuşlanıyor olmasının da en büyük sebebi budur.

Sarp Evliyagil

“DEPOLAMAK YERİNE PAYLAŞMAK İÇİN”

Koleksiyon yapmaya ne zaman başladınız? Koleksiyon yapmaya başladıktan ne kadar süre sonra Müze Evliyagil fikri ortaya çıktı? Bu süreci biraz anlatabilir misiniz?

1993 senesinde edindiğim ilk iş bir Nuri Abaç yağlıboya tablosu idi. Koleksiyon yapmaya başlamam ise yaklaşık 8-10 yıl sonraya, yani 2001-2002’lere denk geliyor. Koleksiyonu topluma açma, toplumla paylaşma fikri ise 2008 yılında ortaya çıktı. Demek ki 2001 ila 2008 arasında ciddi bir alım yapmışım. Adetler böyle 30-40’lardan 200’lere 300’lere geldiği zaman, bunları satın alıp, paketleyip, numaralayıp, depoladığınızda ve kendiniz dahi bir işi 3-5 sene görmemeye başladığınızda, bunu önce kendinizle, sonra toplumla nasıl nerede ve hangi şartlarda paylaşabileceğiniz fikri zihninizi meşgul etmeye başlıyor. Bende bu süreç böyle gelişti.

Kendi özel koleksiyonunuzla Evliyagil Müzesi koleksiyonu birbiriyle nasıl bir etkileşimde? İkisini de ayrı kavramsal çerçeveler altında toparlayacak olsak, bunlar ne olurdu?

Tek bir koleksiyon var. Müze Evliyagil’de bu koleksiyonu gösterdiğimiz gibi, dışarıdan başka koleksiyonlardan ve başka sanatçılardan da işler sergiliyoruz.

HEM İÇGÖRÜ HEM SANATÇI DESTEĞİ

İş satın alırken danıştığınız biri veya düzenli olarak takip ettiğiniz sanatçılar, galeriler var mı?

İş satın alırken danıştığım direkt biri yok. Koleksiyonda olan yaklaşık 100 sanatçının yarısını kendimce takip etmeye çalışıyorum. Bunun yanı sıra Yüksel Arslan’ın işlerindeki derinlikten, Bedri Baykam’ın entelektüel birikiminden etkileniyorum. Atölyesi bana komşu olan Erdal Duman, hem sevdiğim ve takip ettiğim bir fotoğraf sanatçısı olan, hem de müzemizin direktörü olan Can Akgümüş, sık görüştüğüm ve sohbet ettiğim sanatçılardandır. Ankara’daki Galeri Nev düzenli takip ettiğim galeridir. Sahibesi Deniz, koleksiyonun en başlarında ve sonra toplumla paylaşılmasında bana çok destek olmuştur ve çok yol göstermiştir. Bunun dışında artSümer galerisini de takip ederim, sahibesi Aslı da yakınımdır.

Sarp Evliyagil Koleksiyonu, Yüksel Arslan

Son Edinimler sergisi için Güneş Terkol ve Yüksel Arslan’ın işlerini seçtiniz. Farklı dönemlerden bu iki sanatçının sanatsal ve estetik açıdan buluşma noktası ne sizce?

Son Edinimler sergisinin küratörü Hasan Bülent Kahraman’dır. Biz son yıl satın aldığımız yaklaşık 12-15 işin görsellerini ve künyelerini kendisine yolladık. Kendisi bunların içinden bir seçim yaptı. Farklı kuşaklardan gelen ve üretim pratikleri birbirinden farklı olan bu iki sanatçının birlikteliği beden üzerinde kesişiyor diye düşünüyorum. İkisi de insan bedenini tasvir eden çalışmalar.

Previous Story

Bütün Yollar İstanbul’dan Geçiyor

Next Story

“Her Sanat Eseri Kamunundur”

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.