2025 yılı, dünya ve Türkiye sanat ortamında hareketli, yoğun ve zaman zaman sarsıcı bir dönem olarak kayda geçti. Yıl boyunca önemli kayıplar yaşandı, büyük sergiler açıldı, yeni müze ve galeri mekânları devreye girdi. Yılın öne çıkan temaları arasında iklim krizi, kimlik politikaları, göç, şehir belleği, toplumsal cinsiyet, üretim ve dayanıklılık yer aldı. Afife Tiyatro Ödülleri’nde yaşanan protestolar, Gazze Bienali – İstanbul Pavyonu gibi dayanışma odaklı girişimler ve çevre aktivistlerinin sanat eserlerine yönelik eylemleri, sanatın yalnızca estetik değil, aynı zamanda politik ve toplumsal bir alan olduğunu açıkça gösterdi. Sanat Özgürlüğünü İzleme Platformu’nun yayımladığı raporlar ise bu alandaki baskı ve direnç dinamiklerini görünür kıldı.

Ocak Şubat
Yıl, kayıpların gölgesinde ve sergilerin ritmiyle başladı. 8 Ocak’ta edebiyatın üretken ve çağdaş isimlerinden Selim İleri 75 yaşında hayatını kaybetti; roman, öykü, şiir, deneme, tiyatro ve inceleme türlerindeki eserleriyle bıraktığı kalıcı iz, yılın kültürel gündemine damgasını vurdu.

Sanat kurumları ise aynı ay içinde yoğun bir sergi takvimine adım attı. Arter, 2025 yılını İtalyan asıllı Avustralyalı sanatçı Angelica Mesiti’nin Gelecek Zamanın Süregelen Hikâyesi sergisiyle açtı; küratörlüğünü Nilüfer Şaşmazer’in üstlendiği bu seçki, yağmur sesini beden perküsyonu ve el hareketleriyle canlandıran on bir icracının performansını, fosilleşmiş yağmur damlalarına ait fotoğraf baskılarıyla bir araya getirdi. Ankara’da Ka Sanat Mekânı, 11 Ocak’ta Günaydın, ben yatmaya gidiyorum! başlıklı yılın ilk sergisini açtı; çoğu fotoğraf temelli üretim yapan farklı kuşaklardan sanatçıları buluşturan sergi 22 Şubat’a dek sürdü.
Nazım Ünal Yılmaz, İstanbul’da Galerist’teki ikinci kişisel sergisi Atsız Süvari ile özne–nesne ve insan–hayvan ilişkilerini sorgularken kişisel hikâyesini toplumsal tarihle buluşturdu. Altın Palmiye ödüllü yönetmen ve fotoğrafçı Nuri Bilge Ceylan’ın 22 Ocak’ta Dirimart Dolapdere’de açılan Yolda sergisi, Cezayir, Çin, Hindistan, Mısır, Rusya, Türkmenistan ve Türkiye gibi farklı coğrafyalardan portreleri bir araya getirerek insanın evrensel duygularını fotoğraf aracılığıyla yakaladı.
Meşher’de 23 Ocak’ta açılan ve Ömer Koç Koleksiyonu’ndan yaklaşık 300 kitabı merkeze alan Hikâye İstanbul’da Geçiyor, elyazmaları, nadir ilk baskılar, imzalı kitaplar, gravürler, film afişleri ve nota kitapçıklarıyla zenginleşen seçkisiyle yılın dikkat çeken açılışlarından biri oldu. Ayın son haftasında Paris’te Louvre Müzesi, moda tarihine yön veren ilk sergisini açtı: Olivier Gabet küratörlüğündeki Louvre Couture: Art and fashion—statement pieces 1960’tan 2025’e uzanan bir çizgide Balenciaga ve Iris van Herpen gibi tasarımcıların eserlerini dekoratif sanat koleksiyonuyla buluşturdu. Kasa Galeri’de 30 Ocak’ta açılan Dünyaya Uzanmak ise Özge Enginöz ve Gözde Mulla’nın duo sergisi olarak ev, hasar, bozulma ve varoluş temaları etrafında iki sanatçının bakışını çerçeveledi.
Şubat, hafıza, beden ve hareket ekseninde yoğunlaştı. İstanbul’da Casa Botter, Levent Çalıkoğlu küratörlüğünde ve asistan küratör İrem Büşra Coşkun’un katkısıyla Solo Botter: Burhan Uygur sergisiyle sanatçının hikâye anlatımındaki çok katmanlılığı ve resimsel dönüşümünü odağa aldı. Artİstanbul Feshane’de Tate iş birliğiyle açılan Dinamik Göz: Optik ve Kinetik Sanatın Ötesinde, Valentina Ravaglia küratörlüğünde Alexander Calder, Frank Stella, Victor Vasarely, Lygia Clark, Julio Le Parc ve 21 ülkeden 57 sanatçının 95 eserini bir araya getirerek optik ve kinetik sanat tarihine geniş bir bakış sundu.
Gazipaşa ve Alanya’da 22 Şubat–13 Nisan arasında düzenlenen 2. Türkiye Tekstil Bienali, Nihat Özdal küratörlüğündeki Dalga Kumaş temasıyla tekstilin düşünsel ve maddi akışlarını izledi. Maçka Sanat Galerisi’nde Murat Germen’in Serap | Mirage sergisi, galeri duvarlarındaki karo desenlerinden ilhamla pikselli bir görsel deneyim önerdi. Arter’de Selen Ansen küratörlüğünde 27 Şubat’ta açılan Franz Erhard Walther: Heykel Olma Teşebbüsü, sanatçının 1960’lardan bugüne kumaş, kâğıt ve boya ile ürettiği yapıtları bedensel eylem üzerinden deneyimlenmeye çağırdı. Aynı dönemde BüroSarıgedik’te Solukdaş, Deniz Pasha, Dilek Winchester, Güneş Savaş ve Waseem Ahmad Siddiqui’nin üretimleriyle mültecilik, kimlik ve görünürlük temaları etrafında buluştu.
Mart Nisan
Mart, ödüller, retrospektifler ve yeni okumaların ayı oldu. 3 Mart’ta gerçekleşen 97. Akademi Ödülleri’nde Sean Baker’ın yönettiği Anora, En İyi Film, Yönetmen, Kadın Oyuncu, Özgün Senaryo ve Kurgu ödüllerini kazanarak sinema tarihine geçti; Mikey Madison En İyi Kadın Oyuncu ödülüne uzanırken, Adrien Brody The Brutalist ile En İyi Erkek Oyuncu seçildi, Zoe Saldaña Emilia Pérezle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu oldu.
Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi’nde Ebru Nalan Sülün küratörlüğündeki Zihnin Sınırlarında Bir Rota: Fikret Muallâ, Hancan Sanat Koleksiyonu’ndan eserlerle sanatçının guaj ve eskizlerini bir araya getirdi. Anna Laudel İstanbul, Belkıs Balpınar’ın 40 yıllık yolculuğunu anlatan Zamanla Dokunanlar retrospektifini 6 Mart–27 Nisan arasında sundu. Pera Müzesi 20. yılını Samih Rifat: Çok İş Var Yapacak ve Marcel Dzama: Ay Işığıyla Dans sergileriyle kutlarken, İstanbul Modern Ömer Uluç: Ufuk Çizgisinden Öteye ile sanatçının güncel üretimlerini izleyiciyle buluşturdu. Uzun zamandır kapalı olan ve bir döneme damgasını vuran Markiz Pastanesi, PİLEVNELİ işbirliğiyle :mentalKLINIK’in Dehşetli Güzel adlı performansına ev sahipliği yaparak şehrin belleğinde yeni bir sayfa açtı.
Nisan’da bedenin, sözün ve yaşamın halleri konuşuldu. 24–25 Nisan’da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Metis Yayınları iş birliğiyle Murathan Mungan için 70. Yaş Sempozyumunu düzenledi. Martch Art Project’te T. Melis Golar küratörlüğündeki Uyumlanan Beden, bedeni hafıza, çevre ve toplumsal normlar üzerinden yeniden düşündürdü. Salt Beyoğlu, Hayvanların Yaşamı sergisiyle insan–hayvan ilişkisini müşterek yaşamdan tahakküme uzanan çizgide inceledi.
Mayıs Haziran
Mayıs, politik yankılar, kentsel hafıza ve mimarlık ekseninde yoğunlaştı. 13–24 Mayıs arasında düzenlenen 78. Cannes Film Festivali’nde jüri başkanı Juliette Binoche, İsrail hava saldırısında yaşamını yitiren Filistinli fotoğrafçı Fatima Hassouna için anma konuşması yaptı; Robert De Niro’nun Trump’ı eleştiren konuşması da gündem oldu. Gülsün Karamustafa, BüroSarıgedik ve Merdiven Art Space’te açılan Bir Nevi İşgal Hali sergisiyle kentin politik kırılganlığını kolaj, asamblaj, buluntu nesne ve video işleriyle tartıştı.
Carlo Ratti küratörlüğünde düzenlenen 19. Venedik Mimarlık Bienali, Intelligens. Natural. Artificial. Collective temasıyla 10 Mayıs’ta açıldı; 750’den fazla katılımcıyla iklim değişikliği, sürdürülebilirlik ve yapay zekanın mimarlıkla ilişkisine odaklandı. İBB Kültür ve İBB Miras iş birliğinde düzenlenen İstanbul’un Dört Bir Yanı Sanat programı kapsamında Troia Destanı: Kumaşlarda Saklı Zaman, Işık-Buton ve Magnum İstanbul’da: İnsan Hakları sergileri ücretsiz olarak ziyaret edildi. Galerist’te Nuri Kuzucan’ın Çıkış Resimleri, mekânın belleğini ışık ve gölge üzerinden tartışan soyut bir kurgu sundu.
Haziran, zihin, mürekkep ve arşivin ayıydı. 13 Haziran’da İstanbul Modern, Ali Kazma’nın Aklın Manzaraları sergisine ev sahipliği yaptı; Japonya’nın Nara kentinde 400 yıllık mürekkep üretimini belgeleyen Sumi (2025) adlı video ilk kez izleyiciyle buluştu. Sergi ayrıca Mürekkep Evi (2022), Sentimental (2022) ve Alberto Lizbon’da (2024) yapıtlarını Türkiye’de ilk kez sundu. Yapı Kredi Kültür Sanat’ta Bir Arada 2, Fulya Çetin ve İlhan Sayın’ı buluşturdu; Gündüz Rüyaları ile doğa ve kadın temelli anlatılar, Geyikli Gece ile doğanın direnişi tartışıldı. Vuslat’ın Emanet/Troya sergisi, Paolo Colombo küratörlüğünde Çanakkale’deki Troya Müzesi’nde açıldı.

Temmuz Ağustos
Temmuz ve ağustos, kayıplar, sinema ve hafıza arasında salındı. Borusan Contemporary, Kanadalı fotoğrafçı Edward Burtynsky’nin Türkiye’deki ilk büyük kişisel sergisi Dönüşen Yeryüzü’nü açtı. 21 Temmuz’da Türk edebiyatı bir başka ustasını kaybetti: Pınar Kür, 82 yaşında yaşamını yitirdi; kadın bedeni, özgürlük ve toplumsal baskı üzerine cesur romanlarıyla tanınan yazar, öğretim üyesi, çevirmen ve televizyon yorumcusu olarak kuşaklara ilham vermişti.
Türkiye’nin 2025 Akademi Ödülleri adayı olarak Murat Fıratoğlu’nun yazıp yönettiği Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri seçildi; Venedik Film Festivali’nde ödül kazanan film, tarım işçisi Eyüp’ün emeği gasp edilen yaşamını sınıfsal bir isyan hikâyesine dönüştürdü. Salt Galata’da Karanlık Dünya, 1950’lerin Türkiye’sinde sansürlenen bir filmin üretim sürecine odaklandı. Aynı tarihlerde x-ist’te Benim Güzel Hatalarım sergisi, “hata”yı yaratıcı bir keşif alanı olarak yeniden yorumladı. Arkas Sanat Merkezi İzmir, 26 Mart–28 Aralık tarihleri arasına yayılan kapsamlı programını sürdürürken; Arkas Sanat Alaçatı, Billur Tansel küratörlüğündeki Sahnelenmiş / Staged sergisiyle 35 sanatçı ve 86 eseri bir araya getirdi; sergi, iklim krizi ve insanın yapay gerçekliklere sığınma eğilimini tartıştı.

Eylül ve Yeni Sezon
Eylül, büyük açılışlar, fuarlar ve bienal öncesi hareketlerle şehri sardı. Christine Tohmé küratörlüğünde düzenlenen 18. İstanbul Bienali, Üç Ayaklı Kedi başlığıyla Eylül ayında başladı. Beyoğlu ve Karaköy’nün sekiz farklı mekânında —Galata Rum Okulu, Zihni Han, Muradiye Han, Meclis-i Mebusan Caddesi No. 35, Galeri 77, Külah Fabrikası gibi alanlarda— ücretsiz olarak gezilebilen bienal, şehrin dokusuyla iç içe geçen bir deneyim sundu. 30’dan fazla ülkeden 50 sanatçının katıldığı sergi, “üç ayaklı kedi” metaforu üzerinden yıkım, direnç ve zaman kavramlarını tartıştı.

Contemporary Istanbul, 24–28 Eylül’de Tersane İstanbul’da 20. yılını kutladı. Arter’de Nilbar Güreş’in erken dönem işlerinden son üretimlerine uzanan geniş seçkiyi bir araya getiren Kadife Bakış açıldı. Zilberman Beyoğlu’nda Slovak sanatçı Lucia Tallová’nın Geçici Anıtlar adlı kişisel sergisi, kolaj, yerleştirme ve fotoğraf teknikleriyle antika kitaplar, eski fotoğraflar ve mobilya parçalarını kullanarak geçmiş ve bugünü zamansal bir katmanda buluşturdu. Galeri Nev İstanbul, Cevdet Erek’in Biz ve Onlar sergisine ev sahipliği yaptı; sanatçı, stadyum mimarisiyle resim çerçevesi formunu birleştirerek kolektif aidiyet, sınır ve kimlik temalarını toprak bloklardan oluşan sesli yerleştirmeler aracılığıyla inceledi.
Odakule’deki Surp Yerrortutyun Ermeni Katolik Kilisesi, Erdoğan Zümrütoğlu’nun Meçhul Öğrenci Anıtı İçin Modüller başlıklı politik içerikli işlerine kapılarını açtı. Depo İstanbul’da Gazze Bienali – İstanbul Pavyonu: Elimde Bulut açıldı; Ramallah’taki Forbidden Museum of Jabal Al Risan iş birliğiyle hazırlanan sergi, Gazze’deki sanatçıların eserlerini fiziksel olarak gönderemedikleri koşullarda ortak üretim, hayalet yazarlık ve tele-söyleşilerle dayanışmacı bir sanat pratiği geliştirdi.
Pera Müzesi, Ortak Duygular ve Toprak, Ateş, Su ve Havayla Yazılmış Bir Dize başlıklı iki sergiyle 20. yıl kutlamalarını sürdürdü. Salt Beyoğlu’nda açılan 90’lardan Beri Halı’dayız (1 Mart 2025–1 Mart 2026), MSGSÜ Resim Bölümü Halı Atölyesi’nin kolektif üretim anlayışını belgeleyerek hiyerarşi karşıtı bir sanat eğitimi modelini görünür kıldı.

Ekim
Ekim, yılın zirvesiydi: bienal coşkusu, ödül töreni protestoları, büyük kayıplar ve küresel sanat tartışmaları aynı anda yaşandı. 7 Ekim’de düzenlenen 27. Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri, sahnede yaşanan politik gerilimle hafızalara kazındı: Medea Material oyunundaki performansıyla beş ödül kazanan Sükun Işıtan’ın teşekkür konuşmasında Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Tamer Karadağlı’ya teşekkür etmesi salonda yuhalama ve ıslıkları tetikledi.
15 Ekim’de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Handan İnci Elçi hayatını kaybetti; 1986’da İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun olan Elçi, Ahmet Hamdi Tanpınar üzerine araştırmalarıyla tanınıyor ve MSGSÜ’nün ilk kadın rektörü olarak üniversite tarihinde önemli isimdi.
Ara Güler Müzesi, Robert Capa | Gerçek En İyi Fotoğraftır sergisiyle 20. yüzyılın en önemli savaş fotoğrafçılarından birinin ikonik karelerini ağırladı. Aynı ay, primatolog ve çevre aktivisti Jane Goodall, 91 yaşında California’da yaşamını yitirdi; 1960’larda Tanzanya’da yaptığı saha çalışmalarıyla şempanzelerin alet kullanma yetilerini belgeleyen Goodall, doğa koruma hareketinin simgesi haline gelmişti ve 2025’te ABD Başkanlık Özgürlük Madalyası ile onurlandırılmıştı.

EVİN Sanat Galerisi sezonu Hakan Gürsoytrak’ın Velhasıl başlıklı kişisel sergisiyle açtı; sanatçının son dönem çalışmalarını bir araya getiren seçki, kurumsal yapı imgelerinin temsillerini ve bu yapılar arasındaki hiyerarşik düzeni “Koram İlkesi” çerçevesinde ele aldı. Haluk Akakçe Atelier, 13 Ekim’de yeniden açılarak sanatçının dijital ve multimedya üretimlerine odaklanan mekânını İstanbul’un sanat haritasına yeniden ekledi. Ergin İnan, Zaman ve İzler Arasında: Ergin İnan 1964–2025 retrospektifiyle altmış yıllık üretimini Marcus Graf küratörlüğünde bir araya getirdi.

Filmekimi 2025, Ekim ayında İstanbul, Ankara, Eskişehir ve İzmir’de gerçekleşti; Jafar Panahi, Jim Jarmusch, Richard Linklater ve Dardenne Kardeşler gibi ustaların yeni filmlerinin yer aldığı program, Gazze’den gelen seslere de alan açarak politik bir duruş sergiledi.
Ve Diğer Önemli Olaylar
Edebiyat sahnesinde yılın en büyük haberi Nobel’den geldi: 2025 Nobel Edebiyat Ödülü, dilin sınırlarını zorlayan, karanlık ve yoğun üslubuyla tanınan Macar yazar László Krasznahorkai’ye verildi; çağdaş edebiyatın en özgün seslerinden biri olarak bir kez daha anıldı.
Buna karşılık, skandallar ve sanat aktivizmi gündemi de ısındırdı: 19 Ekim’de Paris’teki Louvre Müzesi’nde gerçekleşen hırsızlıkta III. Napolyon dönemine ait paha biçilmez taçlar, broşlar ve kolyeler çalındı. İtalya’nın Parma kentinde düzenlenen Salvador Dalí sergisinde polis baskını sonucu 21 sahte eser ele geçirildi; olay, sanat piyasasında sahtecilik tartışmalarını yeniden alevlendirdi. İspanya’da çevre aktivistleri, José Garnelo’nun 1892 tarihli Kristof Kolomb’a İlk Saygı tablosuna kırmızı boya fırlatarak sömürgecilik karşıtı bir eylem gerçekleştirdi; bu protesto, sanat eserlerine yönelik iklim aktivizmi tartışmalarını tekrar harladı.
Uluslararası sanat fuarları ve açılışlar, ekonomideki temkinli havaya rağmen gündemi diri tuttu. Frieze London, 45 ülkeden 280 galeriyi bir araya getirerek 6 bin yıllık sanat tarihine uzanan eserleri sergiledi; fuarda çağdaş sanatın piyasa ve estetik dengesi tartışıldı. Dirimart London, 23. kuruluş yılında Mayfair’deki yeni mekânını açarak Ayşe Erkmen’in mekâna özel yedi eserinden oluşan Israr, hâlâ sergisiyle Londra sanat sahnesine adım attı.
Son Yerine
Yılın sonunda geriye bakıldığında, Ocak 2025’ten Ekim ayı sonuna dek uzanan bu yoğun takvim, sanat dünyasında hem kayıpların hem de yeniden doğuşların yılı olarak kayda geçti. Selim İleri, Pınar Kür, Handan İnci Elçi ve Jane Goodall gibi kültürel ikonları kaybettik; buna karşılık 18. İstanbul Bienali’nin Üç Ayaklı Kedi konsepti, Contemporary İstanbul’un 20. yılı, Tate Feshane sergisi, Venedik Mimarlık Bienali, Gülsün Karamustafa’nın Bir Nevi İşgal Hali, Ali Kazma’nın Aklın Manzaraları ve Nilbar Güreş’in Kadife Bakış sergileri, sanatın hâlâ düşünsel bir direniş alanı olduğunu hatırlattı.

Sanat Özgürlüğünü İzleme Platformu (SÖZ)’ün raporu, Türkiye’de kültür–sanat alanındaki baskıların arttığını ve 141 ihlal vakasının kayda geçtiğini açıkladı; buna rağmen üretim her yerde sürdü: İzmir’de Arkas Sanat ve Alaçatı’daki Sahnelenmiş, Ankara’daki Ka, İstanbul’daki Arter, Pera, Salt, Feshane ve Dirimart gibi mekânlar, yılı baştan sona yoğun bir üretimle doldurdu.
Can Dündar, Berlin’deki Maxim Gorki Tiyatrosu iş birliğiyle Silivri: Düşünce Hapishanesi enstalasyonunu sergileyerek ifade özgürlüğüne dikkat çekti; Arkas Sanat Göztepe, restore edilen Ayşe-Seniha Mayda Konağı’nda İzmir’e yeni bir kültür durağı kazandırdı. 2025’te sanat, hem belleğin hem direnişin, hem de umudun alanı oldu. Darısı daha fazlasıyla 2026’nın başına…
2025 Değerlendirmeleri
Özalp Birol
Arter’de gerçekleştirilen Nilbar Güreş: Kadife Bakış sergisi, sanatçının kendine özgü duruşunu ve kültürel kimlik, cinsiyet, ekosistem gibi kritik konulara yaklaşımını yansıtıyordu. Güreş’in çeyrek asırlık üretim pratiğini farklı mecralardan seçkin örneklerle izleyiciyle buluşturan bu sergi bütünlüğü ve anlatım gücüyle, bence övgüye değerdi.

Yılın bir diğer etkileyici sergisi, Pera Müzesi’nde açılan Marcel Dzama: Ay Işığıyla Dans oldu. Dzama’nın gerçeküstü karakterlerle dolu, müzik, dans, siyaset ve oyunla iç içe geçmiş karnavalesk dünyası, sergi aracılığıyla izleyiciye başarıyla aktarıldı. Resim, çizim, diorama, kukla, kostüm, sahne tasarımı, film, şarkı, fanzin ve heykel gibi farklı mecralardan örneklerin yer aldığı bu sergi; kötü yönetimlere, diktatörlüğe, çevresel felaketlere ve savaşlara yönelik güçlü eleştiriler içeren, renkli ve cesur yapıtlarla dikkat çekiyordu.
212 Photography Istanbul, 2025’in kapsamlı ve çok yönlü sanat etkinliklerinden biri olarak öne çıktı. Dünya prömiyerini yapan Steve McCurry: The Haunted Eye sergisi doğal olarak büyük ilgi gördü. Ancak festival yalnızca fotoğrafla sınırlı kalmadı; farklı disiplinlerden üretimleri bir araya getirerek, sergileri sözlü etkinlikler, atölyeler ve performanslarla zenginleştirdi. Bence, 212 Photography, İstanbul’un farklı noktalarına yayılarak şehirle diyalog kuran, geniş katılımlı, dinamik bir sanat festivaliydi.
Son olarak, İstanbul Bienali’nin 18. edisyonu, Üç Ayaklı Kedi temasıyla üç yıla yayılan yeni yapısıyla dikkat çekiyordu. Küratör Christine Tohmé tarafından Beyoğlu-Karaköy hattındaki sekiz mekânda düzenlenen ve 23 Kasım’a kadar süren sergiler; dünyadaki bütün olumsuzluklara rağmen dayanışma, direniş ve birlikte yaşama üzerine yeni bakışlar sunuyor. Bienal, her edisyonuyla, İstanbul’un sanat ortamına yeni boyutlar kazandıran ve Türkiye’nin çağdaş sanat alanındaki amiral gemisi olarak nitelendirilebileceğim çok önemli bir etkinlik. Bu önemli etkinliği desteklemek, kültür ve sanat alanında faaliyet gösteren kurumların ve sanatseverlerin ortak sorumluluğu olmalı.
Süreyyya Evren

2025 yılında Türkiye’de en beğendiğim sergi deyince aklıma ilk ne gelecek diye bir durdum, Kerem Ozan Bayraktar’ın Sanatorium’un yeni binasındaki sergisi geldi. Çek Valf. Düşüncenin önüne açan bir sergiydi. Sanatçı, yalnızlıkla ilgili kritik bir şeyleri kurcalamış gibi gelmişti. İlişkilere duyulan gereksinim ve sonra kişinin çarptığı, tosladığı yalnızlık. Mırıltılar ve cızırtılar arasında bir sessizlik. Bunları tabii çok dolayımla seriyor; sistemler, yapılar, düzenler, tekrarlar kesintiler ve güç ilişkileri üzerinden sunuyor. Dolayıma karşın bende daha çok günümüzün kurulamayan ilişkilerini, dahası istendiği bile doğru düzgün bilinemeyen anlarını yakalayıp önümüze çeken bir yaklaşım gibi kaldı. Kişinin kendi kendini sabote etmesinin, kendi kendine sabotajının gerçekleştiği noktaları birbirine bağlıyor, onları sanatsal form jestleriyle –galiba biraz da– tiye alıyordu. Bu kadar makara da savunma için gerekli, diye düşünmüştüm, ironisiz bu kadar açık konuşulamaz sonuçta, veya konuşulsa da yakışmaz. Sonuçta bunun bir de alıcıya katılım için iş bırakması gerekiyor. Kerem Ozan Bayraktar bırakmıştı o açıyı. Bir de tabii yeni bir binadaydı sergi, orada da mimarı Nevzat Sayın’ın işinin ne yakalamaya çalıştığını hissetmeye çalışma fırsatı da vardı. Zırhlı bir bina gibi duruyor ilk başta, bunu etraftaki dükkanların renklerini, malzemelerini geri yansıtmakla veya onlara uyumlanmakla açıklayabilirsin, ancak bana daha çok etrafının sanatı baştan kabullenmeye eğilimli görünmeyen akışlarına zırhla, korunaklı bir şekilde, çıkmak istemiş gibi geldi. Yer yer karşımıza çıkan küçük açıklıkları, pencereleri, nişleri, aralıkları bile sanat kalesinden kuşatmaları gözleyebilmek için açmışız gibi hissettim. İnsan oradan çıkışta hemen Arap Camii’ne saldırıyor. Hurraa!

Emin Hiltay
2025 yılı Türkiye sanat ortamında kuşkusuz en heyecanla beklenen ve hatırlanacak şey, 18. İstanbul Bienali oldu. Christine Tohmé’nin küratörlüğünde gerçekleşen bienalin temel metaforu olan Üç Ayaklı Kedi, yalnızca kırılganlığın değil, aynı zamanda direnç ve adaptasyonun simgesi olarak tüm sergiye nüfuz etmişti. Bu metaforun, İstanbul’un çok katmanlı yapısını, Türkiye’nin güncel sosyo-politik dinamiklerini ve küresel ekolojik kırılganlıkları aynı potada eritmesi, bienali yalnızca bir sergi, etkinlik olmaktan çıkarıp fikirsel bir deneyime de dönüştürdü.
Tohme’un küratöryel yaklaşımı, hiyerarşiden uzak, daha sezgisel bir birliktelik öneriyordu. Bienal sergisinde farklı coğrafyalardan sanatçılarla birlikte yer alan Türkiye’den de değerli sanatçıları eserleri, yalnızca temsili değil, bienal kavramı ekseninde çok katmanlı anlatıları da görünür hale getirdi. Karaköy’den Beyoğlu’na uzanan rotada izleyici yürüyerek keşfedilen bir bienal ile yalnızda sanat eserleriyle değil, kentin dokusuyla da etkileşime geçti. Benim için bu bienalin asıl başarısı, sanatın kırılganlıkla kurduğu bağı onurlandırmasıydı. Üç ayaklı kedinin eksikliği, bir tür tamamlanmışlığa dönüşüyordu. İnsan, doğa ve sanat arasındaki yaralı ama üretken ilişkiyi, şiirsel bir anlatıyla görünür kılıyordu. 2025 yılına dönüp baktığımda, Türkiye sanat ortamında çok şey yaşandı; ama 18. İstanbul Bienali, kuşkusuz bu yılın hafızasında kalacak en güçlü ve en anlamlı deneyim olarak yerini aldı.




