Sanat tarihi profesörü Terry Smith, bieninalfoundation.org adlı websitesinde yayınlanan Biennials: Four Fundemantals, Many Variations (Bienaller: Dört ana başlık ve birçok çeşitleme) adlı yazısında, yıllar içinde bienallerin tarihteki değişimini ele alırken, ilk başlıkta, bienallerin araştırma ve arşiv bazlı eserlerin gösterildiği ve sosyal uygulamalarla birlikte sanatı, müze ve galeri gibi ortamlarda amaçlanan ‘sanat piyasası’ kurallarından uzaklaştıran etkinlikler olduğunu belirtir. Smith, ikinci ana başlıkta bienalleri, bu nedenle sanat için alternatif bir alan olarak açıklar. Bu alanda daha özgür sanat üretiminden bahsetmek mümkündür. Bunun sonunda da sanatın izleyiciyle daha yakın temas içinde olduğunu görmek olasıdır. Diğer yandan, Smith, üçüncü ana başlığında, bu durumun uluslararası alanda sürekli devinim halinde bir sanat ortamı yarattığını da belirtir. Smith’e göre bu bir döngüdür ve her bienal bir şekilde birbirini takip eder ve tekrarlar.
Pandeminin tüm dünyayı tehdit etmesiyle ve değişimin kaçınılmaz gerçekliğinin özellikle de bienal dünyasına girmesiyle, ortaya çıkan ertelemeler ve iptaller, yeniden düzenlemeler, sosyal uygulamaların farklılaşması artık bienallerin bir daha asla aynı olmayacağını da gösteriyor. Terry Smith’in yine aynı yazısındaki dördüncü ana başlıkta ise klasikleşmiş tekrarlar ve bienallerin kendi içinde de bölgesel ve global olarak dağılmış küçük etkinliklerden oluştuğunu, bunun yeni bir format olarak devam ettiğini belirtiyor. Smith’in yazısında bahsettiği ‘birçok çeşitleme’ ise bienallerin aslında toplumda ve belirli sosyal alanlarda ve toplum kültürleri içinde gerçekleşse de kendinden çok daha geniş kapsamda iletişimi derinden etkileyebileceğini, hatta, toplum kültürünün yapısını bile medyasallaştırabileceğine (mediatization) dair yorumu.
“Yeni” bir Bienal
Bu açıdan bakıldığında 17. İstanbul Bienali’nin temasız bir etkinlik olması ve sosyal alanda etki yaratmak için farklı alanlarda, mekanlarda toplumu dahil eden yapısı ‘yeni’ bienal formatına uyduğu söylenebilir. Küratörlüğünü Ute Meta Bauer, Amar Kanwar ve David Teh’in üstlendiği bienal için dünyanın farklı bölgelerinden katılımcılar, İstanbul’un çeşitli semtlerinde projeler sergileyecekler.
Bienal episodlar, modüller ve bölümler halinde farklı bir format ve içerik benimseyerek ortaya konulurken, sanatçı, düşünür, yazar, şair, araştırmacı, mimar, radyo programcısı, balıkçı, aktivist, stand-up komedyeni, şef, etnomüzikolog, ornitolog, deniz bilimci, kukla ustası, müzisyen ve daha pek çok başka alandan 500’ün üzerinde katılımcıyla gerçekleşiyor.
Birden Fazla Hikâye
Bu bağlamda, bienal küratörü, Amar Kanwar, bienalin tek bir hikâye anlatmaya çalışmadığını ve birçok hikâyeye bakmak istediğini belirtiyor. Küratörlerin, Bienal Direktörü Bige Örer ile yaptığı 29 Temmuz tarihli Youtube konuşmasında Kanwar, “Bu bienal benim için düşünmenin başka bir yolu olduğunu, yapmanın, paylaşmanın ve göstermenin bambaşka yolları olduğunu ifade ediyor” diyor. Küratöryel metinde de belirtildiği gibi, Kanwar şuna dikkat çekiyor: “Bienal, beklenti ve amaçları baştan kurgulatıyor, formatları gözden geçirmemize neden oluyor.”
Bienal Bir Gazete Olur Mu?
17. İstanbul Bienali’nin ana hatlarıyla anlatmak istediği şey toplumsal iletişimi artırmak ve farklı sorulara cevap aramak. Bienal bir gazete olabilir mi? Yeniden tasarlanmış bir arşiv olabilir mi? Su gibi herkesin içinden akan bir duyurular denizi olabilir mi? Eski şarkılardan, kuşlardan, çimenlerden, balıklardan, mandalardan edinilen iç görülerin paylaşıldığı bir buluşma olabilir mi? gibi soruların sonucunda uzun süreli araştırma ve iş birliği ile 50’den fazla projenin bir araya gelmesiyle oluşan 17. İstanbul Bienali, birlikte vakit geçirmek, düşünmek, konuşmak, dinlemek, okumak, izlemek, sorular sormak ve sorulara cevap aramak için bir davet niteliği taşıyor. Kanwar bu sorulardan ortaya çıkan duruşu şu şekilde açıklıyor: “Asıl amaç bitmiş bir eser görmek değil, sanatçıların ve kolektif çalışan grupların nasıl iletişime geçtikleri ve birlikte neler yaptıklarını görmek. Bu bienalle birlikte uzun bir yolculuğa çıkıyoruz.” Yolculukların ilgi çekici tarafı ise bazılarının İstanbul’da ve bazılarınınsa başka ülkelerde başlamış olmaları. Bu yolculuklardan ve projelerden bahseden David Teh ise hazırlık sürecinin pandemi döneminde olması nedeniyle birçok sanatçıyla farklı şekilde iletişime geçtiklerini belirtiyor: “Bazen aynı günde tek bir şehre giderek birkaç sanatçıyla görüşüyorduk, bazen de bir hafta içinde birkaç şehir gezmek zorundaydık. Uzaklık zordu ama iletişimi her zaman sürdürdük ve devam ettirdik.”
Bienal bir yandan yerel topluluklarla uzun süreli ilişkiler kurmayı hedefliyor diğer yandan toplum kültüründe iletişimi de geliştirmek istiyor. Bu nedenle işbirlikçi fikirler öne çıkıyor. David Teh, bu tür ilişkilerin ve fikirlerin sanat dünyasında her zaman var olduğunu söylüyor. “Bienal, gastronomiden ekolojiye, edebiyattan gıda güvenliğine, göçler ve göçmenlikten deniz yaşamına dek pek çok konuda, farklı coğrafyalardan ve zaman dilimlerinden hikâyeler anlatacak” diyen Teh bu iş birliklerinin ve müdahalelerin Covid 19 nedeniyle daha da anlamlı hale geldiğini, sanatın sosyal alandaki iletişimini derinleştirdiğini belirtiyor. Burada Terry Smith’in bienallerle ilgili söylediklerini hatırlamakta fayda var: “Bienallerin kendilerini aşan ve genişleten bir iletişim gücü var ve bunlar çeşitlemeler yaratıyor, sanatı sadece görülebilir bir şey olmaktan çıkartarak sosyal katılımı yüksek etkinlikler doğuruyor.” Ute Meta Bauer, yine İKSV’nin Youtube kanalındaki konuşmasında, bu etkinlikleri açıklarken, güncel sanata dair eserlerin müzelerde görülebildiğini ama projelerin toplum içinde bazen kaybolduğunu ve bu tür sanatsal projelerin yeterince görünür olmadığını belirtiyor. Bu tür projelerin daha görünür kılınması için bienalin önemli bir etkinlik olduğunu söyleyen Bauer, bazı sanatsal girişimlerin uzun vadeli etkileşim içinde yapıldığını ve topluluklara fayda sağladığını da vurguluyor.
İklim Krizinde Bir Dünya
Örneğin, katılımcılardan Cooking Sections’ın uzun süredir devam eden büyük ölçekli Çamuralem / Wallowland başlıklı projesi. Cooking Sections uzun süren araştırmalar ile ilgi çekici ve özel sergileme tekniklerini bir araya getiriyor; tarım, gıda, iklim ve çevresel faktörleri birleştirerek altında derin anlamlar yatan sosyal mesajlar içeren eserler üretiyor. Aslında, ikilinin yaptığı oldukça iddialı bir şekilde bilgiyi yeniden üretmek ve işlemek. Ortada olan bilgiden yeni bir bilgi alanı oluşturmak ve sonunda toplanan bilgiyi farklı sergileme yöntemleriyle ifade etmek. Onlar için sanat sadece bir araç, tıpkı gıdayı kullandıkları gibi sanatı da kullanıyorlar. Yaşadığımız dönemin önemli çevresel sorunlarını irdelemek için yiyecekleri bir yöntem olarak kullanıyorlar. Sanatçı ikilisinin bienale özel hazırladığı Çamuralem / Wallowland, şehrin etrafında yok olma tehlikesi altındaki sulak alanların İstanbul’un mandaları üzerindeki etkilerinin izini sürüyor.
Yılın farklı zamanlarında mandaları ve onların etrafındaki farklı türlerin beslenme ve büyüme biçimlerine dair kapsamlı bir araştırma yürüten Cooking Sections süreç boyunca sığırtmaçlar, biyologlar, çevreciler, korumacılar, etnomüzikologlar ve birçok başka kişiyle iş birliği yaptı. Araştırmacılar Akgün İlhan, Anadolu Meraları, Burçin Çıngay, Itri Levent Erkol, Melisa Bal ve Mustafa Avcı, bölgedeki ekosistemin farklı yönlerini ortaya koymak üzere araştırmalar yürüttüler. Gülinler ise İstanbul’un mandalarına adayacağı yeni bir şarkı besteliyor. Çamuralem / Wallowland, bienalin öne çıkan projelerinden birisi ve şehrin dış mahallelerinde manda yetiştiriciliğinin korunmasına yardımcı olmayı amaçlıyor. Küratörlerin her konuşmalarında ve küratöryel metinde belirttikleri gibi, bienalden çok önce başlamış ve çok sonra da devam edecek bir proje. Şehrin ekoloji ve mutfak mirasının temel bir parçası olmasına rağmen, genişleyen kentsel alan sonucu sulak arazilerin ve otlakların bozulması nedeniyle mandaların yaşamlarının da tehdit altında olduğunu ortaya koyuyor.
Cooking Sections’ın çevreye ilişkin tasarladığı bu proje mekâna özgü bir yerleştirme Beyoğlu’nda Büyükdere 35’te sergileniyor. Mekânda bu iş için kurulacak muhallebicide canlıların beslenme ve büyüme biçimlerine dair araştırmalar, farklı malzemeler, tadım ve seslerle sunuluyor. Gelecek üç yıl boyunca devam edecek proje sayesinde uzun vadeli araştırmalar yapılacak ve mandaların yaşam döngüsü daha derinlikli olarak incelenebilecek. Proje kapsamında ilk defa Manda Festivali de gerçekleşecek. Bu bağlamda gelişecek olan çevresel iletişim de bienalin önemli kazanımların. Cooking Sections’ın eserleri, özellikle de bienale özel ürettiği proje, geleceğe dair eser üretmenin nasıl bir şey olduğunu keşfediyor. Bu üretimlerde hem yaşadığımız hem de ileride göreceğimiz zamanlara dair gerçeklerle bir araya gelmiş değişimler mevcut.
Küratöryel metinde bienalin zamanından önce başladığını ve bittikten sonra da devam edebileceğini belirten cümlesi ilgi çekici; çünkü projelerin bir kısmı tıpkı Cooking Sections’ınki gibi devam edecek.
Farklı Mekanlar
Bienali, Beyoğlu, Kadıköy, Fatih ve Zeytinburnu’nda yer alan 12 sergi mekânının yanı sıra şehrin dört bir yanında sayıları 50’yi aşan kitapçı, sahaf, hastane, huzurevi, kafe, metro durakları ve bir radyo istasyonunda izleyiciyle buluşuyor. Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, Performistanbul Canlı Sanat Araştırma Alanı (PCSAA), Merkez Rum Kız Lisesi, SAHA Studio, bienalin Beyoğlu bölgesindeki öne çıkan mekânları arasında yer alıyor. Bienal mekanlar ve projeler arasında yeni fikirler doğurmayı da amaçlıyor. Bu nedenle projelerin ve mekanların çeşitliliği, aslında anlamlı bir hale geliyor. David Teh bu konuda şunları söylüyor: “Aslında, pandemi sürecinde bir bienal yapmanın, pandeminin sadece buzdağının görünen tarafı olduğunu fark ettirdi bize. Çünkü, dünyada birçok farklı alanda sorun var.” Sosyal ve çevresel alanda birçok sorunun olduğuna dikkat çeken Teh, otoritelerin yanlış kullanılması, çevresel problemler, iklim değişikliği gibi pek çok konunun bienalde yer aldığını belirtiyor. Projeler farklı alanlarda sergilenirken şehrin geçmişi ve tarihsel değeri de önem kazanıyor. Bu mekanlardan projelerin sergilendiği, İstanbul’un 130 yıllık bir geçmişe sahip endüstriyel miraslarından, artık kentin merkezi kültür-sanat alanlarından biri olan Müze Gazhane ve Suriye’yi terk etmek zorunda kalan sanatçılar tarafından 2014’te Yeldeğirmeni’nde kurulan arthereistanbul, bienalin iletişimci ve paylaşımcı ruhunu yansıtır nitelikte öne çıkıyor.
Şiir Hattı
Küratörlerden Ute Meta Bauer bu tür bir paylaşımın önemli olduğunu söyleyerek diğerleriyle etkileşime geçen ve kendi topluluklarıyla ilgilenen proje sahiplerinin farklı mekanlarda var olmalarının önemli olduğunu dile getiriyor. Bu nedenle her şeyi bir arada tutarken, bienalin farklı çeşitlemelerle ortaya koyduğu fikirleri de bir araya getirmiş olması önemli. Bu konuda en ilgi çeken başka bir katılımcı ve proje ise Şiir Hattı projesi. Şiir Hattı İstanbul’a dair ve onun tarihsel alanda değerini de ne çıkartan bir proje. Buradaki amaç, klasikleşmiş sergiler aracılığıyla değil de farklı şekillerde de izleyiciyle buluşmayı hedefleyen bir bienal olarak öne çıkmak. Yazar Süreyyya Evren’in danışmanlığında gerçekleştirilen Şiir Hattı, bienali şehre yayabilen ve şehirle bir arada büyüyen bir proje olarak öne çıkıyor. 15 şairin 2021 boyunca yazdığı 200’e yakın yeni şiire, bienal süresince çeşitli dijital ve fiziksel kanallar üzerinden erişilebiliyor. Şiir panoları kentin farklı noktalarında, sahafların, kitabevlerinin, restoranların, kafelerin camlarında ve duvarlarında görülebiliyor. Ayrıca metinlere, katılımcı şairlerin şiir okumaları, podcast serileri, düzenli radyo programları gibi farklı mecralarda gerçekleşecek söyleşiler ve etkinlikler eşlik ediyor.
Tüm bu projeler bir araya geldiğinde ve İstanbul’un tarihiyle birleştiğinde büyük bir bilgi üretimi ve birikimi yaratıyor. Örneğin, Şiir Hattı projesinde edebiyat ve şehrin bir araya gelmesiyle sanat üzerinden bir iletişime de tanık oluyoruz. Edebi bilgiler şehirle ve sanatsal üretimle birleşiyor. Amar Kanwar’a göre böyle bir dönemde, böyle büyük bir bienali hazırlamanın hem etkileyici hem de zor bir yanı var. “Bilgileri almak, onları işlemek ve projelere dahil etmek en zor ve etkileyici konulardan birisiydi” diyor Kanwar. Diğer yandan, değişimleri uzaktan gözlemlemek farklı bakış açıları yaratıyor. Bu nedenle bienalin tek ve büyük bir kamusal program gibi yaşanması ve tecrübe edilmesi çok önemli bir hal alıyor.
Ancak, 17. İstanbul Bienali’nde gördüğümüz projeler ve eserler hem sergi fikrini hem de projelerle kâr amacı gütmeyen programları birleştirir nitelikte. Bu nedenle aktif olarak toplum kültürüne dair sorular ortaya çıkartıyor. David Teh bu durumu şu şekilde açıklıyor: “Bienallerde genelde büyük sergiler görürüz. Bu elbette bu bienalde de olacak ama bu kadar kapanmadan sonra amaçladığımız şey bienaldeki birçok projenin insanlar arasındaki buluşma, iletişim, diyalog, keşif ve tartışma için fırsatlar yaratması.”
Kuşlar Ne Düşünüyor?
Diyalog ve keşfi mümkün kılan bir diğer proje ise İKSV Alt Kat tarafından yürütülen “Kuşlar Ne Düşünüyor?” Bu proje herkesi çevrelerindeki kuşları gözlemlemeye, onlar hakkında düşünmeye ve doğayla yeniden bağlantı kurmaya çağırıyor. Eğitim Reformu Girişimi (ERG), Hisar Okulları, Öğretmen Ağı, Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi ve Today at Apple’ın iş birliğinde hayata geçirilen proje, pek çok farklı disiplinden uzman, sanatçı, öğretmen, bilim insanı ve paydaşı bir araya getiriyor. Projenin eğitim ayağı dikkat çekiyor. Proje kapsamında ‘öğretmen’ ve ‘çocuklar ve eşlik eden yetişkinlere’ yönelik hazırlanan rehberler, çocukları kuşların nasıl düşündükleri, insanları nasıl gördükleri, çevresel değişikliklerin yaşamlarındaki etkileri, barınmaları, beslenmeleri, hareketleri gibi konulara dair düşünmeye teşvik ediyor. Çocuklar, rehberlerde yer alan sorulara verdikleri yanıtlar etrafında üretecekleri içeriklerle bienale katılabiliyor. Projeye katılmak için metin, resim, fotoğraf, ses ya da video gibi farklı formatlardaki üretimlerin İKSV’nin paylaştığı forma yüklenmesi yeterli. Böylece, bienalin amacına uygun paylaşımcı ve katılımcı bir proje amaçlanıyor.
Pandemi Sonrası
Pandemi sonrasında bu tür projelerin önemini belirten Ute Meta Bauer, uzun süren kapanma dönemlerinin ardından insanların hatırlaması gereken en önemli şeyin dijital iletişim tekniklerini kullandığımız ama dijital bir dünya içinde yaşamadığımız. Bauer’e göre en önemli konu insanların bir araya gelerek birbirleriyle yüz yüze bir şeyler paylaşmaları: “Gerçek dünyanın parametrelerini keşfetmek önemli çünkü aslında her şey gerçek dünyada oluyor. Gerçeği paylaştığımız tek bir dünyamız var ve bunu anlamak, bu fikre yeniden bağlanmak çok önemli.”
Toplum kültürü ve toplum kültürüne dair öğeleri öne çıkartan bienal için soruları yeniden sormak ve kültürü içeriden ve dışarıdan değerlendirerek yeniden sorgulamak öne çıkıyor. David Teh, “Bu konuya bakmak için daha iyi bir zaman olamazdı” diyor ve 17. İstanbul Bienali’nin toplum kültürü üzerine de etkiler yarattığına inanıyor.
*
Beral Madra
Burada belki de küratör Beral Madra’nın da daha önce bienallere dair söylediği cümleleri önem kazanıyor. Madra, Trieste Contemporanea Committee tarafından düzenlenen, 10. Orta ve Doğu Avrupa Çağdaş Sanat Küratörleri Venice Forum’da, Nisan 2022 tarihindeki konuşmasında gösteri toplumu ve kültür endüstrisi için oluşturulan bienallerin aslında küresel sanat üretiminin yaygınlaştırılması için bir sistem olduğunu ve geniş kitlelerin sanat eserlerini değerlendirmesine olanak sağladığını belirtiyor. “Diğer yandan, sanat yapıtlarının ilişkisel estetiği ve eleştirel içeriği aracılığıyla insanlar önemli kavramları, fikirleri, ifadeleri takip etmeye ve çağdaş sanat konularını yorumlamaya ve tartışmalara katılmaya davet ediliyor” diyor. Beral Madra’nın bu görüşüne bakılacak olursa, bu durum da 17. İstanbul Bienali’nin yapmaya çalıştığı ya da amaçladığı sonuca uygun görünüyor.
*
Vasıf Kortun
Diğer yandan, eserlerin tekrar edilmesi ya da bu tür bir toplumla bir arada olmayı doğru yapılmadığı sürece tehlikeli bir durum olduğunu belirtken Vasıf Kortun farklı sergilerde de bu durumun sorun yarattığını belirtiyor. Bienal sergileri için sergi yapmayı iyi bilmenin önemine dikkat çekiyor ve en son Documenta’daki ırkçı saldırıyı hatırlatıyor. Documenta’da Filistinli bir sanatçı kolektifinin sergisinin yer alacağı mekân, nefret söylemleriyle tahrip edilmişti. Vandallar, The Question of Funding adlı kolektifin geçici bir sanat galerisi oluşturduğu WH22 adlı mekâna girerek duvarlara İslamofobik olarak yorumlanan, ‘şifreli ölüm tehditleri’ içeren grafitiler çizip, mekânı tahrip etmişlerdi. Kortun’a göre önemli olan iyi bir sergi görmek: “Bir şey görmeden konuşmak elbette imkânsız. Ama bienallerde aynı sergi modellerinin tekrarlandığı aşikâr. Örneğin, Guangju Bienali’nden, dünyanın farklı yerlerinde bienallere, hatta Documenta’ya kadar aynı sergi modellerini görüyoruz.”
Eser üretimlerinin tekrarı Kortun’a göre sanatçıların sürekli konu sömürmesiyle ilgili bir durum. Örneğin, ekolojik ve iklim kriziyle ilgili eserlerde sürekli aynı konuların tekrarı var ve bu konu uzun süredir sanatçılar tarafından sürekli sömürülüyor. Kortun zaten araştırmacıların uzun süredir ekolojik konular üzerinde çalıştığını belirtiyor.
* İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 2007–2026 Bienal Sponsoru Koç Holding’in desteğiyle düzenlenen 17. İstanbul Bienali 17 Eylül-20 Kasım tarihleri arasında ücretsiz olarak ziyaret edilebilecek.
* Bu yazıda küratörlerle yapılan mülakatın dışında küratörlerin İKSV (İstanbul Kültür Sanat Vakfı) Youtube kanalında 17. İstanbul Bienali üzerine Bige Örer ile söyleşilerinden yararlanılmıştır.