“Biz sizin vereceğiniz çiçekler için savaşmadık.” Almanya’da katıldığım 8 Mart Dünya Kadınlar Yürüyüşü’ndeki bu pankart, belki de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü itirazları arasında gördüğüm en net, çarpıcı, öfkeli ve itiraf edeyim eğlenceli olanıydı. Yılın sadece bir günü kadınlara çiçek alarak erkek egemen sistemi yıktığını sananlar, bilsinler ki o çiçekleri değil, kendimiz olabilmeyi, kendi hikâyemizi yazabilmeyi ve istediğimiz gibi yaşayabilmeyi talep ediyoruz. Yani o “çiçekli sistem” ne bir pırlanta ile değişir ne de yıldaki bir günle. Kadınlar bunun farkında, o yüzden yüzlerce yıldır, ötelendikleri her alanda varolabilme savaşına gözü kapalı girdiler. Ekonomiden mimarlığa, mühendislikten müziğe, tıptan sanata. “Erkek işi” diye kabul edilen her şeyde, erkeklerden daha başarılı oldular. Onlardan biri de ressam Mihri Müşfik Hanım’dı. Sanatçı ve vazgeçmeyen bir kadın olarak inanılmaz bir hikâye yazdı kendine. Mihri Müşfik Hanım’ın o hikâyesi, bugünlerde bir sergi olarak karşımızda: İstanbul, Roma, New York’ta Ressam Mihri. Türkiye tarihinin ilk kadın ressamlarından Mihri Hanım’ın sergisini hazırlayan küratör Dr. Necmi Sönmez ile konuştuk.
Mihri Rasim Müşfik Açba’nın ya da Mihri Müşfik Hanım’ın sergisini yapmayı neden seçtiniz?
Sergi, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle Kärcher markası tarafından geliştirilen proje çerçevesinde gelişti. Uzun süreden beri ülkemizdeki sanat tarihi yazılımında unutulmuş, hakkı verilmemiş olan sanatçılar üzerine araştırmalarım vardı. Mihri’yi bu bağlamda tanıdıktan sonra resimlerinin izini sürmeye başladım. Portreleri, özellikle otoportrelerindeki ifade zenginliği ilgimi çekti. Hayat hikâyesindeki detayları, İstanbul, Roma, Paris ve New York’ta çalışmalarıyla onun izinde ilerledikçe aslında ne kadar farklı, sıra dışı bir sanatçı kimliğiyle karşı karşıya olduğumu fark ediyordum. Salt’ta 2019’daki kapsamlı kişisel sergisinden sonra onun aslında sadece erkeklerden oluşan 1914 Kuşağı ressamları arasında ne kadar ayrıcalıklı yerde durduğunu da gördüm. Bu sergi, beni onun etkileyici dünyasına çekti. 2022’de sergi için konuşmaya başladığımızda eserlerine ulaşmanın zorluğu, karşımızdaki en önemli engellerden biriydi. Bunu aşmak amacıyla Mihri için, dönemi içinde başlatmış olduğu kadın hareketi, kadın sanatçıların eğitim almasındaki öncü kişiliği ve giderek sanatını geliştirmek üzere verdiği özverili mücadeleyi ele alan bir bakış açısı geliştirmeyi düşündük. Seçki, bu bağlamda Mihri’nin ve onun 1914-18 yılları arasındaki öğrencilerinin çalışmalarıyla şekillendi. Mihri’nin aralarında Nazlı Ecevit, Belkıs Mustafa gibi daha sonra önemli sanatçı kariyerleri geliştiren öğrencilerinin desenleri Ahmet Merey Koleksiyonu’nda yer alıyordu. Bu desenlerin reprodüksiyonlarını, Mihri’nin biyografisini ve Burcu Pelvanoğlu, Berna Gençalp gibi onun üzerine çalışmış olan önemli araştırmacıların videolarını da seçkiye ekleyerek ilerledik. İstanbul Resim Heykel Müzesi’ndeki eserlerinin reprodüksiyonu konusunda Müze Müdürü Hasan Karakaya’nın desteğini almamız da bizim için son derece önemliydi.
Mihri Hanım’ın sanat tarihimiz açısından önemi nedir?
Mihri her şeyden önce Osmanlı aristokrasisinden geldiği için adeta olağanüstü bir çocukluk ve gençlik dönemi yaşamış. Resme karşı olan ilgisinin, yeteneğinin Yıldız Sarayı çevresindeki ailevi ilişkileriyle şekillenmesi o dönemde eşi benzeri görülmeyen bir özellik. Zonaro’dan, Roma ve Paris’teki akademilerden ders alarak sanatını ilerletiyor ama bana kalırsa kendi eğitimini herhangi bir hocanın etkisinde kalmadan kendi kararlarıyla geliştiriyor. 1905 – 1911 arasında Paris’te portre ressamı olarak hayatını kazanması, son derece önemli bir özgürleşme modeli olarak daha sonra bu kente yerleşmeye giden Türk sanatçıları için, yeğeni Hale Asaf, Fikret Muallâ için de bir tür rol modeli oluyor.
Hiç kuşkusuz onu sanat tarihimizde tekil kılan, İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’ni 1914’te kurup burada kadın sanatçıların yetişmesi için verdiği mücadeleyle başlatmış olduğu kadın sanatçı Rönesans’ı. İnanılmaz ama I. Dünya Savaşı’nın ülkeyi altüst ettiği bir dönemde Mihri öğrencilerine açık havada resim çalıştırıyor. Canlı modellerden desen yapmalarını sağlıyor. Bu sayede Nazlı Ecevit, Güzin Duran, Belkıs Mustafa, Fahrelnissa Zeid gibi profesyonel sanat kariyerini sürdüren öğrencilerini ve bugün ismini bilmediğimiz kadın resim öğretmenleri kuşağının yetişmesini sağlıyor. Kendi sanatsal gelişmesi için Avrupa’ya gitmesi gerektiğinin de farkına varan ilk modern sanatçılarımızdan biri. Bugün 1914 Kuşağı olarak bilinen ressamlar kuşağı içindeki tek kadın sanatçı ve ilginç bir şekilde Galatasaray Sergilerine katılmayıp kendisi ve öğrencilerinin resimleri için sergiler düzenliyor. Özgüveni son derece yüksek; çizgisine, fırçasına inanıyor ve bu sayede hayatını kazanıyor. Ayrıca 1920’lerde Roma’da Türk öğrenciler için bir sanat akademisi kurma girişimi de var.
Bugün kayıp olan iki metre boyutlarındaki Mustafa Kemal portesi de üzerinde konuşulması gereken bir cesarete sahip. Roma’da yapıp Ankara’ya yolluyor.
Mihri, resmini yaptığı önemli kişilerle birlikte anılmak isteyen, yeteneğiyle, duyarlılığıyla ve kıvrak zekasıyla varoluş mücadelesinde başarıya ulaşmış olağanüstü bir sanatçı, ikonik bir ressam.
Serginizin ismi İstanbul, Roma, New York’ta Ressam Mihri’nin konseptini yaratırken neyi önemsediniz?
Mihri’nin önündeki tüm engelleri aşarak kafasına koyduğunu yapan cesur kişiliğinin günümüzde de genç sanatçılar için örnek olabileceği ortada. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla hazırladığımız sergiyi gezenlerin onun resimlerindeki enerjiyi, figürlerinin etrafında kurgulamış olduğu samimi ve gerçekçi yaklaşımı duyumsamaları son derece önemli. İnsan ruhunun derinliklerine bu kadar inmeyi başaran çok az sanatçımız var. İzleyicilerin kendilerini 1910’lar, 1920’lerdeki İstanbul’da hissederek bu resimlere ve reprodüksiyonlara bakmalarını öneriyorum. Kişisel olarak bu sergiyi Kars’a, Erzurum’a, Gaziantep’e götürmeyi ve oradaki izleyicilere de Mihri’yi tanıtmayı arzuluyorum.
Mihri Hanım’ın hayatının ve sanat hayatının bir bölümü çok bilinmiyor. Elbette zaman içinde yapılan çalışmalarla bu bilinmezlikler azalıyor ama Mihri Hanım’ı siz nasıl anlatırsınız?
Mihri Rasim Müşfik Açba (1886 İstanbul –1954 New York) babasının II. Abdülhamid’in Sağlık Bakanı, halasının da Sultan’ın eşlerinden biri olması nedeniyle Osmanlı Sarayına yakın aristokrat bir çevrede büyür. Çocukluğundan itibaren kendi kendine resim yapmaya başlayan Mihri, bir portesini II. Abdülhamit’e hediye ederek, o yıllarda saray ressamı olan İtalyan Fausto Zonaro’dan resim dersleri alma fırsatına kavuşur.
1900’lü yılların başında kendi kararıyla sanat eğitimi almak için İstanbul’dan ayrılıp Roma’ya, ardından da Paris’e giderek farklı resim akademilerinde çalışır. Hayatını kazanmak için Paris’te portre ressamlığı yapan sanatçı, ilk eşi Müşfik Selami (İnegöllü) ile burada evlenir. Mihri o yıllarda Fransa’da bulunan Osmanlı devleti yöneticileri, büyükelçileriyle yakın çevre içine girer. Bu sayede İstanbul’da Müslüman halkın kızlarının üniversite seviyesinde güzel sanatlar eğitimi alabileceği İnas Sanâyi-i Nefise Mekteb-i Âlisi’nin (Kızlar İçin Güzel Sanatlar Okulu) 1914’te kurulmasına önayak olur.
Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı dönemde İstanbul’da kurulan bu akademide Mihri ilk kadın yönetici ve öğretmen olarak çalışarak, Türkiye’de sanat hayatının gelişmesindeki son derece önemli kararların alınmasında öncülük eder. Kız öğrencilerine ilk defa İstanbul sokaklarında, açık havada resim yaptırır; onların erkek öğrenciler gibi çıplak modelle çalışmasını sağlar; kadın sanatçıların ilk kez toplu bir sergi açmalarına destek verir. Onun bu çabaları kadın sanatçıların ülkemizdeki zorlu varoluş mücadelelerinde deniz feneri özelliğine sahiptir.
Ressam Mihri 1914 – 1918 döneminde Edebiyatı Cedide akımı çevresindeki aydınların, özellikle de Tevfik Fikret’in yakınında olur. Onun portelerini çizdiği gibi şairin 1915’teki vefatından sonra yüzünün maskını alarak da ülkemizdeki ilklerden birine daha imzasını atar. 1918’de İstanbul’da açtığı kişisel sergisi büyük ilgi toplar.
Sanatını ilerletmek adına 1919’da önce Roma’ya, ardından da 1927’de New York’a taşınır. 1928’de New York’ta ilk sergisini açar. Amerika’da oldukça zorlu geçen ilk döneminden sonra Avrupa’daki başarılarına denk gelen seviyede etkinlikler gerçekleştirir. Roosevelt’ten Edison’a kadar birçok önemli şahsiyetin portrelerini yapar, farklı üniversitelerde resim dersleri verir. Portre ressamı olarak New York’ta önemli başarılara imza atan sanatçının 50 yıla yayılan kariyeri boyunca gerçekleştirdiği resimlerinin büyük bir bölümü kayıp.
Özellikle 1927’de Amerika’ya gittikten sonraki hayatına ve eserlerine dair çok fazla bir şey bilinmemesinin sebebi nedir sizce? Mesela erkek bir sanatçı olsaydı, Mihri Hanım’ın kaderini paylaşır mıydı?
Mihri, New York’a gittikten iki yıl sonra Amerika’da yaşanmaya başlanan “Büyük Buhran” zaten var olan dengeleri de altüst ediyor. Mihri de Amerika’nın son derece zorlandığı bir dönemin tanıklığını üstleniyor. Ressam olarak portresini yapmaya çalıştığı ünlü kişilerin etrafındaki ilişkiler ağıyla var olma mücadelesi veriyor. Tüm bunları yaşarken vermiş olduğu mücadele elbette Türkiye’de yeterince bilinmiyor. Çünkü ciddi bir iletişim sorunu var o yıllarda. Mihri’deki güç, herhangi bir erkek sanatçının çok üstünde… Mihri, kendisinden emin ve özgüveni yüksek bir sanatçı. Dolayısıyla erkek sanatçılardan daha fazla ilerleme isteği var. Bir konuyu açıklamama müsaade edin. Mihri aslında, Türk Kültür Tarihi Araştırmacısı ve Yazar Taha Toros’un anlattığı gibi acı ve zorluk içinde bir hayat sürmüyor. Son derece başarılı, hatta Amerikan rüyasının bir parçası olarak, sanatıyla kendisine önemli bir yer ediniyor. Evi, atölyesi ve New York sosyal hayatında son derece önemli bir yeri var. Mihri’nin kaderi bir şehir efsanesi; bunu aşmamız gerekiyor. Bu konuda sanat tarihçisi arkadaşımız Özlem Gülin Dağoğlu’nun Kanada’da yaptığı doktorasının yayınlanmasını bekliyoruz. Özlem Gülin çok araştırdı ve herkesi şaşırtan biyografik bilgiler edindi.
Hazırladığınız sergi 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne özel olduğu için sormak istiyorum, Mihri Hanım gibi döneminde tüm zorluklara karşı çıkmaya çalışan ancak yine de geri planda kalmak zorunda kalan kadın sanatçılarımızdan kimleri hatırlatmak isterseniz?
Belkıs Mustafa, Güzin Duran, Nazlı Ecevit, Tiraje Dikmen, heykeltıraş Nermin Faruki, Semiramis Zorlu, fotoğrafçı Yıldız Moran benim özellikle ön plana çıkarmak istediğim isimler. Onların sanat hayatları, mücadeleleri hakkında ne yazık ki pek az bilgiye sahibiz.