Kendi etrafında süratle dönen, her yeni turda hem kendini hem de evreni bir kez daha keşfeden, ritüelini gerçekleştirirken bir yandan da eşsiz ve özgün izler bırakan yaratıcı iki gezegen… Bu iki gezegen yörüngelerinden taşarak ortak, bambaşka bir rotada süzülmeye başlıyor. Bahsi geçen yeni rota geçmişten uzaklaşılan yeni bir başlangıç değil asla, mevcut yaratım hikâyesinin üzerine eklenen alternatif bir yol, yeni bir koreografi, melez bir müzik ya da heyecanlı bir oyun alanı… Her yeni dönüşte bambaşka keşiflerin, yeni heyecanların kapıları aralanıyor ve güzergâhlar dansa dönüşerek zenginleşip ölümsüzleşiyor.
Az önce bahsettiğim iki gezegen senelerdir bireysel çalışmalarıyla takip ettiğimiz heykeltıraş Hande Şekerciler ve dijital sanatçı Arda Yalkın’ı simgeliyor. Geleneksel heykel ve resimden dijital video, animasyon, 3D modellemeye ve mevcut ana akım medya estetiğine uzanan geniş bir yelpazeye yayılan üretim pratiğine sahip iki sanatçı, üç senedir güçlerini birleştirerek, ha:ar adı altında ortak üretimlerini sürdürüyorlar.
Yıllardır beraber olmaları, aynı çalışma ortamını paylaşmaları ve işleri üzerine hem fikir alışverişi yapmaları hem de yardımlaşmaları sonucu kimyalarının tuttuğunu fark eden ikili, sanatçı programları, fuarlar derken ortak sergiler açmaya başlıyor. Konfor alanlarının dışına çıkmaktan korkmanın aksine yeni deneyimlerden zevk duyan sanatçı ikilisi keşiflerinden edindikleri bilgi birikimlerini paylaşmak adına da yeni medya misafir sanatçı programı Piksel’in de tohumlarını atıyor.
Hibrit Bir Çalışma Yöntemi
Dijital ve fiziksel üretim tekniklerini birleştirerek hibrit bir çalışma yöntemi kuran ikili arasında zaman içinde oluşan bir iş bölümü söz konusu. Farklı bilgi birikimleri ve üretim deneyimleri ile adeta bir yapbozun boşluklarını doldurur gibi birbirini tamamlayan ikili, 26 Mart-18 Mayıs tarihleri arasında CerModern’de gerçekleşen sergiyle izleyicilerin karşısına çıktı. Sergi kapsamında son bir senede sık sık düşündüğümüz gerçek/sanal, fiziksel/online kavramları ile de diyaloğa geçen ikili, gerçek dünya ile dijital ortam arasında adeta bir köprü kurdu. Bulanıklaşan sınırlar, dışına taşılan kalıplar, tek bir düzlemde buluşan boyutlar hem sanatçıların üretimlerine hem de sergiye yansıyan başlıca temalar arasında yer aldı. ha:ar’ın sergisinde yine CerModern’de açılan Hande Şekerciler’in kişisel sergisi “ecstasy” eşlik etti.
Hande Şekerciler ve Arda Yalkın ile bireysel üretimlerinden ortak çalışmalarını yürüttükleri ha:ar’a, dijitalleşmenin üretimlerini nasıl etkilediğinden CerModern’deki sergilerine, NFT üretimlerinden gelecek projelerine pek çok konu üzerine sohbet ettik.
-
Birlikte üretme fikri nasıl ortaya çıktı, ha:ar nasıl oluştu?
Arda: Hande ile uzun zamandır beraberiz ve yıllardır aynı çalışma ortamını paylaşıyoruz. Birbirimize uzun süredir yardım ediyoruz, işlerimiz hakkında konuşuyoruz. 2018 Mart ayında New York’ta bir misafir sanatçı programına kabul edildim ve bir ikili olarak gitmeye, beraber bir şeyler üretmeye karar verdik. Kimyamız tuttu ve ardından ABD’de başka programlara da kabul edildik, fuarlara katıldık, ilk solo sergimizi New York’ta, ikincisini Ankara’da açtık. Yakında Venedik ve Milano’da da solo sergilerimiz olacak. Bunların yanı sıra Piksel adında bir yeni medya misafir sanatçı programının kurulmasına liderlik ettik ve hâlâ bir parçasıyız. Üç senedir bu şekilde hem ikili hem de bireysel olarak çalışmaya devam ediyoruz.
“ha:ar Aynı Zamanda Bir Okul Gibi”
-
Üretimlerinizi birlikte gerçekleştirdiğiniz ha:ar başlığı altında konfor alanlarınızın dışına çıkıp, yenideneyimlerin izini sürdüğünüz söylenebilir mi? ha:ar’ı bu perspektiften bakarak ortak oyun alanınız olarak değerlendirebilir miyiz?
Hande: Benim açımdan, kesinlikle evet! Burada beraber edindiğimiz deneyimler bireysel işlerimizde bize yeni yaklaşımlar sağlıyor diye düşünüyorum.
Arda: Ben sanat eğitimi almadım, o nedenle sanat ve sanat tarihi hakkında planlanmış, doğrusal bir öğrenme çizgim olmadı. Önce motion design, sonra yeni medya sanatı şeklinde biraz tersten ilerledim. Hande’nin ise çok geniş bir bilgisi ve iyi bir eğitimi var. ha:ar benim için aynı zamanda bir okul gibi de. Sanat tarihini, detaycılığı, sıkılmadan çalışmayı öğreniyorum. Teknik anlamda da sorumlulukları paylaştığımız için kendi alanıma daha çok vakit ayırabiliyorum, dikkatim dağılmıyor. Bu bağlamda evet, benim için yeni ve öğretici bir deneyim.
Arda Yalkın: “Seyahat ederken biriktirdiklerimizi İstanbul’da üretiyoruz. Zaten hep bunun hayalini kurmuştuk, şimdi yavaş yavaş gerçekleşiyor.”
-
Eserleriniz şimdiye dek Türkiye, ABD, İspanya, İtalya, Fransa, İngiltere, Yunanistan ve Rusya gibi pek çok ülkede sergilendi. Yaşamınıza ve çalışmalarınıza İstanbul ve New York arasında devam ediyorsunuz. Özellikle dijital dünyada üretilen işler söz konusuysa mesafeler ortadan kalkıyor, bir yere bağlı olmama ama aynı zamanda her yerle de bağ kurabilme yetisini beraberinde getiriyor bu durum. Bu tek bir yere bağlı olmama ve dünyanın birçok noktasında eserlerini sergileme hâli uluslararası sanat dünyasında da pek çok önemli projeye imza atan ve sergilere davet edilen ha:ar’ın üretim pratiğini nasıl etkiliyor?
Arda: Pandemiden dolayı şu anda ABD’ye gidemiyoruz ama öncesinde taşınmak üzereydik. Evet, kullandığımız medyum rahat hareket etmemize olanak sağlıyor gibi gözüküyor, üretim anlamında da haklısınız. Öte yandan,Hande’nin heykeltıraş olması, sabit bir mekân ihtiyacını doğuruyor. ha:ar’ın fiziksel eserlerini üretmek de çok ciddi bir imalat süreci gerektiriyor. Bu nedenle İstanbul’da sabit bir atölyemiz, bir de yeni kurduğumuz dökümhanemiz var. Aslında dijital ve fiziksel üretim tekniklerini birleştirerek hibrit bir çalışma yöntemi oluşturduk. Bu sayede eserlerin planlama ve diğer tüm ön aşamalarını dünyanın neresinde olursa olsun mobil stüdyomuzda yapabiliyoruz. İşistasyonlarımız, mocap sistemimiz, hatta volumetrik kameralarımız sırt çantamıza sığıyor. Seyahat ederken biriktirdiklerimizi İstanbul’da üretiyoruz. Zaten hep bunun hayalini kurmuştuk, şimdi yavaş yavaş gerçekleşiyor. Dijital tarafta da dediğiniz gibi tüm dünya ile sürekli bir iletişimimiz var. Bazen tek bir video dosyası göndererek bir sergiye katılabiliyoruz.
Hande: Çocukluğumdan beri zaten hiçbir yere bağlı hissetmedim kendimi. Hâlâ da hissetmiyorum. Bu yüzden de sürekli hareket hâlinde olmaktan çok mutluyum. Diğer taraftan, Arda’nın da söylediği gibi, yaptığım iş bir mekân, hem de geniş bir mekân, bolca malzeme ve alet edevat gerektiriyor. Bütün ihtiyaçlarınızı karşılayan bir atölye kurmaksa sadece parayla değil, senelerin birikimiyle oluyor. O birikim de şimdilik burada. Dolayısıyla fiziksel işlerin üretim merkezi İstanbul. Ne var ki gelişen teknoloji sayesinde, mesela iPad üzerinde heykellerimi tasarlayıp, desenlerimi çizebiliyorum. Çok uzun zamandır bu işler için çamur ve kâğıt kullanmadım diyebilirim. ha:ar’ın işlerini ise tamamen bilgisayar kullanarak ürettiğimiz için rahatlıkla bu seyahatler sırasında çalışabiliyoruz. Mesela en sevdiğimiz çalışma ortamlarımızdan birisi, dört gün bilgisayarlarımızın başından kalkmadan çalışma imkânı veren LA-NY treni.
Zamanla Kendiliğinden Gelişen Bir İş Bölümü
-
ha:ar kapsamında farklı disiplinlerden gelen iki sanatçı olarak aranızda doğal süreçte gelişen bir iş bölümü var mı?
Arda: Evet, zamanla iş bölümü oluştu. Biz jeneratif sanat ya da yapay zekâ gibi bilgisayar estetiğine dayanan yöntemleri bile bir şekilde temelde insan bedenine ya da hareketlerine dayanan eserler üretmek için kullanıyoruz. Hande heykeltıraş olduğu için insan bedeni konusundaki bilgisi gerçekten çok fazla aynı zamanda malzeme bilgisi de çok geniş. Dolayısıyla o daha çok karakterlerin üretilmesi, kompozisyonların planlanması ve desenlerinin çizilmesi, hareketli işlerde karakter animasyonlarının yapılması ve hareket yakalama sistemimizin (mocap) kayıtları ile ilgileniyor. Ben ise ışık, kaplama, jeneratif sistemler, simülasyonlar, render, araştırma-geliştirme işleri ve donanımlarla ilgileniyorum. Elbette eserlerin kavramsal çerçeveleri, metinleri ve görsel yapısını ortaklaşa oluşturuyoruz.
Hande: Gerçekten de zamanla, kendiliğinden bir iş bölümü gelişti aramızda. Yine de üstlendiğim bazı işlerde Arda olmasa çok zorlanırım. Arda hem işinde hem de hayatta yaratıcı düşüncesini pratik olarak kullanabilen bir insan. Olayları inanılmaz bir hızla kavrıyor ve problemli noktalara çözümler getiriyor. Sanatçı olarak çok iyi bir gözü ve çok esnek bir bakış açısı var. Kullandığı medyumlardaki bilgisi ve hakimiyetiyle birleşince, birlikte kurduğumuz hayalleri görsel hâle getirmek oldukça kolaylaşıyor.
Arda Yalkın: “Dijital üretim yöntemlerini fiziksel eserler üretmek için kullanmak çok ilgimi çekiyor. Ya da tam tersi, fiziksel olarak deneyimlenmiş medyumları dijital tekniklerle yorumlamak.”
-
CerModern’de açılan serginiz kapsamında gerçek dünya ile dijital ortam arasında adeta bir köprü kuruyorsunuz. Pandemi ekseninde yaşadığımız dijitalleşme, teknolojik gelişmeler ve hayata bakışımız gerçek dünya ile dijital ortam arasındaki sınırları da bulanıklaştırdı. ha:ar bu iç içe geçme hâlinden nasıl besleniyor ve bu alt metin sergideki çalışmalara nasıl yansıyor?
Arda: CerModern’deki sergi gerçekten ilginç oldu. Bu aslında Mart 2020’de İstanbul’da gerçekleştirmek istediğimiz sergi için düşündüğümüz bir konseptti. İzleyicilerin üç katlı bir binada önce Hande’nin solo sergisindeki fiziksel heykelleri gördükten sonra üst katlarda çoğunlukla heykel ve insan bedeni etrafında kurgulanmış dijital resim, heykel ve videoları deneyimleyecekleri bir ikili sergi kurgulamıştık fakat açılışa bir hafta kala sergiyi ertelemek zorunda kaldık. Bu kurguyu -bazı eserleri İstanbul’a saklamak istediğimiz için- biraz basitleştirerek Ankara CerModern’e taşıdık.
Fiziksel Olan ve Olmayan Şeklinde Bir Ayrım
Dijital üretim yöntemlerini fiziksel eserler üretmek için kullanmak çok ilgimi çekiyor. Ya da tam tersi, fiziksel olarak deneyimlenmiş medyumları dijital tekniklerle yorumlamak. Burada hep dikkat etmeye çalıştığım şey özgün bir yol bulabilmek. Örneğin, bir synthesizer’ı akustik bir piyano sesini simüle etmek için kullanmak yerine akustik bir enstrümanın asla çıkartamayacağı sesleri elde etmek için kullanmak gibi. Elbette teknolojiyi verimliliği arttırmak yada masrafları azaltmak için de kullanıyoruz ama esas peşinde olduğumuz şey konvansiyonel ile ultra-modern medyumları birlikte kullanmanın yeni yollarını keşfetmek. İki serginin içeriğindeki zıtlık da aslında dünyaya iki ayrı bakış açısı sunuyor; bir yanda medeniyet ile olan mücadele, diğer tarafta kendilerini olduğu gibi kabul etmiş, vecd hâlindeki insanlar…
Hande: Kullandığımız medyumları gerçek ve sanal/dijital olan olarak görmüyorum. Ayrımı fiziksel, fiziksel olmayan olarak koymak daha doğru geliyor bana. Çünkü teknoloji geliştikçe gerçeğin sınırları esniyor ve değişiyor. Bizim özelimizde bakarsak, üç yıl önce henüz pandemi yokken tam olarak bu geçirgenlik üzerine düşünmeye başlayarak ha:ar’ı kurduk. Heykel gibi son derece geleneksel üretim metotlarına sahip hem sergileme hem üretim için fiziksel alana ihtiyaç duyan bir pratikle, bu anlamda daha özgür, mekânsız olabilen yeni medyayı nasıl bir araya getiririz fikri bizi harekete geçirdi. Şu ana kadar da iyi bir melezleme yaptığımızı düşünüyorum. Hatta bu yaklaşım heykellerimi üretim ve sergileme biçimlerimi de etkiledi. Mesela geçen yıl İngiltere’de temsiliyetimi yürüten JD Malat Gallery ile bir dijital sergi yaptım. İzleyiciler heykellerimi online olarak sanal bir mekânda izleyebildikleri gibi, VR gözlüklerle de sergi salonunu gezebildiler, AR versiyon sayesinde de tüm heykelleri bulundukları mekânda deneyimleyebildiler.
Hande Şekerciler: “Kullandığımız medyumları gerçek ve sanal/dijital olan olarak görmüyorum. Ayrımı fiziksel, fiziksel olmayan olarak koymak daha doğru geliyor bana.”
-
Sergi kapsamında Lucid ve İmkânsız Heykeller serinizden işler karşımıza çıkıyor. İmkânsız Heykeller serinizde adeta ütopik bir evrenin kapılarını aralıyorsunuz. Fiziki olarak kurgulamanın mümkün görünmediği heykellerden bir dünya gözler önüne seriliyor. Öncelikle bu heykelleri fiziksel olarak sergilemek neden mümkün değil?
Arda: Bu serideki eserler tamamen 3D oldukları için fiziksel olarak da üretilebilirlermiş gibi geliyorlar aslında. Impossible Sculptures serisindeki eserlerin karakterler dışında kullanılan jeneratif temelli volümetrik yapılar nedeni ile şu anda fiziksel dünyada üretilmeleri pek mümkün değil. Bu mümkün olmama durumu bizim bilgimizin ve maddi kaynaklarımızın sınırları ile de ilgili olabilir tabii. O kadar çok mermer ve metali tam istediğimiz gibi işlemek bizim için imkânsız çünkü. Lucid serisinde ise yarattığımız karakterlere fiziksel dünyada var olması mümkün olmayacak şekilde manipüle edilmiş camların arkasından bakıyoruz. Bu serideki eserlerin fiziksel dünyada var olması ihtimali ise hiç yok.
“İsa Dirilse Onunla Konuşur Musunuz, Yoksa Selfie mi Çekersiniz?”
-
Gerçek ile gerçek dışı, fiziksel ile dijital arasında dolaşmayı sevdiğiniz ince çizgi İmkânsız Heykeller’de su yüzüne çıkıyor. İmkânsız Heykeller’in ardındaki hikâyeyi sizden dinleyebilir miyiz?
Arda: İkimiz de Batı sanatının, özellikle de Rönesans döneminin ince işçiliğine hayranız. Benim ayrıca Ortodoks ikonografisine de bir düşkünlüğüm var ve bunu geçmişte kişisel işlerimde çokça kullandım. İmkânsız Heykeller serisinde hayranlık duyduğumuz bu dönemin eserlerine öykünüyoruz. Kabaca kendi ikonografimizi yaratmak istiyoruz. Bu serinin ve genel olarak işlerimizin konusu insanlığın kurduğu medeniyet ve ürettiği teknoloji ile olan çekişmesi olarak özetlenebilir. Hande, o dönemin resim ve heykellerindeki formları ancak yakından incelendiğinde görülebilecek modern mimikler şeklinde yorumladı. Yine o dönemin cennet-cehennem, ilahi-fani gibi ikilemlerini sıkça kullanıyoruz. Hemen her resimde kısmen bir şiddet vurgusu var ve bu eserin ilk andaki parlak, renkli, albenili görüntüsüyle çelişiyor. Bu seri biz üzerinde çalıştıkça detaylanıyor ve her detayda bazen sadece bizim bildiğimiz bazen de kolayca anlaşılabilecek tarihi, sosyal ya da politik referanslar gizli. Örneğin, serinin ilk işini Hillary Clinton’ın seçim kampanyasında şahit olduğumuz bir an üzerine, Da Vinci’nin Son Akşam Yemeği’ni yeniden üreterek kurgulamıştık. İsa dirilse onunla konuşur musunuz yoksa selfie mi çekersiniz?
-
Lucid serisi ise adını kişinin rüya gördüğü sırada, rüya gördüğünün farkında ve bilincinde olduğu “lüsid rüyalar”dan alıyor. Gerçek ile hayal arasında gezinen serideki çalışmalar, dijital olanda gerçeği deneyimlemeye çalışıyor. Bu seride daha sürreal formlar ve bir rüya belirsizliğinde detaylar karşımıza çıkıyor. Lucid serisi nasıl ortaya çıktı ve sizin için nasıl bir üretim süreciydi?
Arda: Lucid serisi aslında teknik olarak Rembrandt’ın ve onun döneminde, onun etrafındaki diğer sanatçıların sıklıkla kullandığı, genellikle tek yapay ışık kaynağı ile aydınlatılan portrelere referans veriyor. Bu ışıklandırmayı jeneratif sıvı simülasyonları ile manipüle ediyoruz. Yine çok belli etmeden, modern dünyada kullanılan mimikleri kullanıyoruz. İkimiz de modern insanın sosyal medyadaki kendi varlığını oluştururken aslında içgüdüsel olarak bir tür öz-ikonografi aradığını düşünüyoruz. Bunun birkaç sebebi var, bazen çok beğendiğimiz fotoğrafları ikonik bulup defalarca paylaşıyoruz, beğendiğimiz duruşları, ışığı, renk örüntülerini tekrar ediyoruz. Ortodoks ikonografisinde, ressamlar ürettikleri imajları kendilerinin değil onların elleri ile tanrının ürettiğini söylerler. Modern insanın sosyal medyadaki hâli biraz buna benziyor. Bu sadece görsellikle de sınırlı değil, iletişimimiz de çoğunlukla böyle. En eğitimlilerimiz bile bazen ego odalarında hapis oluyoruz. Elbette ben de kendimi bundan ayrı tutmuyorum. Lucid serisi bu modern ikonografinin ha:ar tarafından yorumlanması diyebiliriz.
Arda Yalkın: “Motion design geçmişim sayesinde şu anda patlayan NFT estetiğini ve arkasındaki kültürü çok iyi okuyabiliyorum ve bu kültürün, yarattığı ekonominin bu hâliyle sürdürülebilir olduğuna inanmıyorum.”
-
Sergideki çalışmalarınız aynı zamanda SuperRare platformunda NFT formatında kripto sanat takipçilerinin karşısına çıktı. Ve oldukça da ilgi gördü, iddialı rakamlara satıldı. ha:ar olarak bu alandaki ilk üretimleriniz olsa da blokzincir teknolojisi ve NFT üretim pratiğini senelerdir araştırıyor ve takip ediyorsunuz. İlk NFT denemeniz sizin için nasıl bir deneyimdi, bu süreçte neler yaşadınız?
Arda: İlk kez Aralık 2019’da Miami’de katıldığımız bir fuarda kripto sanat ekonomisi ile tanıştık. Eve Sussman’ın 89seconds at Alcazar adlı bir videosunun sanatçı edisyonu 89 seconds Atomized adı altında 20×20 piksellik tokenize parçalar hâlinde satılıyordu. Videonun parçalarını alanlar kendi aralarında oluşturdukları piyasada ellerindeki “atom”ların ticaretini yapabiliyorlardı. Açıkçası ben blok zincir teknolojisinin bir tür alternatif ekonomiden çok kolektif üretim yöntemi olarak kullanıldığını hayal ediyordum ve kripto sanat konusunda ne kadar cahil olduğumu o zaman anladım. Biz 1.5 seneden beri blok-zincir teknolojisini öğrenmeye çalışıyoruz. Açıkçası çok geniş bir alan, onlarca yaratıcı uygulama var ama şu anda konuştuğumuz, sanat piyasasını ayağa kaldıran en primitif yöntem; basitçe bir dijital veriyi benzersiz, kopyalanamayan, çoğaltılamayan bir kod ile işaretlemek olarak özetlenebilir. Bu benzersiz kod satın alındıktan sonra ikinci seviye pazarda da anında alınıp satılabiliyor.
Blokzincir Teknolojisini Özgün Bir Medyum Olarak Kullanmak
Motion design geçmişim sayesinde şu anda patlayan NFT estetiğini ve arkasındaki kültürü çok iyi okuyabiliyorum ve bu kültürün, yarattığı ekonominin bu hâliyle sürdürülebilir olduğuna inanmıyorum. NFT kültürünün artık tekliyor olsada konvansiyonel sanat piyasasının alternatifi olduğuna da inanmıyorum. Biz, basitçe, zaten bilgisayar kullanarak ürettiğimiz eserlerin tek edisyonluk birer NFT’lerini yayımladık aslında. Beklemediğimiz bir ilgi de gördü ama bu akışa kapılmak gibi bir niyetimiz yok. Öte yandan, kısa sürede dünyanın türlü yerinden insanlarla tanıştık, İsviçre ve İtalya’da ulusal televizyonlarda NFT’lerimiz hakkında yayınlar yapıldı. Yeni medya sanatçılarının iletişim, yardımlaşma ve organize olma becerileri gerçekten benzersiz. Bu da konvansiyonel sanat piyasasında olmayan, bambaşka bir deneyim.
-
Bu konuda yeni çalışmalarınız olacak mı?
Arda: Sadece NFT olarak yayımlanacak bir çalışmamız olacağını sanmıyorum. Şu anda üretim aşamasında olan bazı eserleri yine NFT formatında yayımlayabiliriz. Bizi esas heyecanlandıran şey, blokzincir teknolojisini özgün bir medyum olarak kullanmak. Şu anda bunla ilgili bir çalışmamız var.
-
Yine Cermodern’de ha:ar sergisinden önce açılan ve ha:ar sergisinden çalışmaların eklenmesiyle yolculuğuna devam eden, Hande Şekerciler’in bronz heykellerinin yer aldığı “ecstasy” sergisinde ise çelişkiler ve farklı ruh hâllerinin yansımalarını görüyoruz. “ecstasy” sergisi nasıl ortaya çıktı, sergideki işler ne anlatıyor?
Hande: Kurduğumuz medeniyet yaşadığımız hayatı olduğundan, olması gerektiğinden çok daha fazla zorlaştıran dinamikler içeriyor. Sizden uymanız beklenen belli bir takım kalıplar var ve bir şekilde biraz da olsa bunların dışına taşıyorsanız “yabancı”, “farklı”, “marjinal” olarak etiketleniyorsunuz. Belli iktidar gruplarına yakın beyaz bir erkek değilseniz hayatınızın bir noktasında mutlaka bunlara maruz kalıyorsunuz. Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada böyle. Toplumun gelişmişliğine göre kimi ülkelerde insanlar diğerine daha hoyrat davranabilirken kimi ülkelerde ise “değerli” fikirlerini açıkça beyan edemiyorlar o kadar.
Hande Şekerciler: “İnsanların kendilerini ve beraberinde başkalarını oldukları gibi kabul ettikleri, varoluşlarını derin bir hazla kucakladıkları bir dünyanın hayali olarak özetleyebilirim bu heykelleri.”
Bir yandan kimse kendinden memnun olamıyor. Saçını sevmiyor, kilosundan, boyundan, ten renginden, cinsel yöneliminden ve hatta cinselliğinden rahatsız oluyor. Henüz kendisi olamamış bu insanlarla dolu insan topluluklarıyız ama yine de herkes bir diğerine “nasıl olmalı” üzerine akıl veriyor. Gündelik hayatta hepimizin maruz kaldığı ve bir şekilde, isteyerek ya da istemeden başkalarını maruz bıraktığımız bu durum beni çok sıkıyor. Otuzlu yaşlarımın başında bu konular beni daha çok yormaya başladı, dolayısıyla o zamanlardan beri üzerine daha fazla düşünüyorum. “ecstasy” de bu süreçte yavaş yavaş gelişti. İnsanların kendilerini ve beraberinde başkalarını oldukları gibi kabul ettikleri, varoluşlarını derin bir hazla kucakladıkları bir dünyanın hayali olarak özetleyebilirim bu heykelleri.
“Betimlediğim, Varoluşlarını Olduğu Gibi Kabul Edebilen Bireyler”
-
Albert Camus’nun “İnsan ne ise o olmaya yanaşmayan tek canlıdır” sözü serginin ilham noktalarından biri. Seçki kapsamındaki karakterlerin de kalıpların dışına çıktığı, alışılmışı kırmak istediği ve farklı deneyimlerin peşinde olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu karakterlerin ortak hikâyesi nedir?
Hande: Farklı olmanın değil bilakis “farklı” dediğimiz şeylerin aslında sıradan olduğu, herkesin “normal” olması gerekmediği çünkü zaten her birimizin olduğu gibi olmasının normal olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Biz kendimizi sevemiyoruz bir türlü. Bütün medeniyetimiz bir hikâye üzerine kurgulanmış durumda ve bu hikâyeyi biz yazıp biz oynamamıza rağmen hiçbir role tam olarak oturtamıyoruz kendimizi. Rahat edemiyoruz bir türlü bu bedenin içinde. Bulunduğumuz yerde, bulunduğumuz şekilde asla mutlu değiliz, olamıyoruz. Ve azıcık da olsa mutlu olabilen kimseyi rahat bırakmıyoruz. “ecstasy”de betimlediğim varoluşlarını olduğu gibi kabul edebilen bireylerin iç dünyalarını yansıtmaya çalışıyorum. Heykellerimde gördüğümüz bedenler aslında o karakterlerin farklı ruh hallerinin, bir an içindeki birkaç farklı duygu durumunun insan formu olarak yansıması.
Hande Şekerciler: “Bütün medeniyetimiz bir hikâye üzerine kurgulanmış durumda ve bu hikâyeyi biz yazıp biz oynamamıza rağmen hiçbir role tam olarak oturtamıyoruz kendimizi.”
-
“ecstasy” sergisi çağımızın büyük sorunlarından tatminsizlik, kusur arayışı, eksik hissetme, onaylanma ihtiyacı ve çeşitli kaygılardan sıyrılıp, sergideki heykellerin de olduğu gibi çıplak bir dünyaya davet ediyor. Kaosu ardında bırakan sakinliğin ve sükûnetin hüküm sürdüğü bir dünya burası. Siz bu ütopik dünyayı nasıl tanımlarsınız?
Hande: Betimlemeye çalıştığım ütopyada kimse “farklı” değil ve her renge, her şekle yer var. Figürlerim çıplak çünkü herhangi bir zaman ya da mekâna, zümreye vurgu yapmak istemiyorum. Çıplaklığın bir diğer sebebi ise insan bedenini bir form olarak, doğadaki tüm yapıları içeren bir mikro evren olarak görmem. Çalışırken üzerine düşünmek, bu bağlantıları keşfetmek çok keyifli. Son eklemlenen işlerde ise kompozisyona bir parça kumaş ekleyerek, figürün formlarını çok fazla kapatmadan, durağan harekete bir dinamizm katma arayışındayım.
Yaşadıkları Anın Duygusuna Şahit Olmak
-
Seçki kapsamındaki heykellerin/karakterlerin bir diğer dikkat çeken özelliği toplumsal etiketleri, cinsiyetçi kalıpları reddetmesi ve bu yolda kimliksizleşmek üzere kıyafetlerden, aksesuarlardan ve hatta saçtan arındırılmış olmaları. Bu da o karakterlerin görünüşlerinden öte ruhlarını hissetmemizi sağlıyor olabilir mi?
Umarım sağlıyordur. Çünkü tam olarak amacım bu. Figürlerin çıplak, aksesuardan arınmış olmasının da gözlerinin kapalı olmasının da sebebi bu. Böylelikle onların iç dünyalarına dönmüş olduklarını, aslında gördüğümüz bedenlerde onların fiziksel varlığına değil, yaşadıkları anın duygusuna şahit olduğumuzu anlamamız istiyorum.
-
Bir arada sergilenen “ecstasy” ve ha:ar sergileri tam da dikkat çekmek istediğiniz dijital ve gerçeklik birlikteliğinde nasıl bir diyalog kuruyor?
Hande: Tepkilerinden anladığım kadarıyla izleyici için ilginç bir deneyim oluyor. Heykel zaten doğası gereği, mekâna kurduğu hakimiyetle seyredeni büyüleyen bir yapıya sahip. Klasik anlamda bronzdan üretilmiş işleri gördükten sonra hemen karşısında dijital evrende yine heykelsi ağırlıklarıyla duran ama bir yandan da fiziksel dünyada olmayacak kadar uçucu görünen karşılıklarını bulmak onlarda bir hayranlık uyandırıyor sanırım.
-
ha:ar olarak Piksel adlı bir yeni medya misafir sanatçı programı kurdunuz. Bu program ve işleyişinden bahsedebilir misiniz?
Hande: İlk karantina başlayıp herkes evlerine kapanınca, sosyal medyadan sıklıkla aldığımız “nerden başlamalıyım, nasıl yapabilirim?” soruları daha da artmaya başlamıştı. Bir gün Arda’yla sabah kahvemizi içerken, bu tek tek sorusoranları bir araya getirip nasıl yardımcı olabiliriz üzerine konuşuyorduk ve Saha’nın yöneticisi, küratör Çelenk Bafra’ya bu düşüncemizi açalım dedik. Onun önerisiyle yolumuz Cem Leon Menase’yle kesişti. Cem, Türkiye Bilişim Vakfı altında faaliyet gösteren Başlangıç Noktası isimli, bir gönüllü organizasyonunun başında ve Faruk Eczacıbaşı’nın danışmanı. Başlangıç Noktası olarak, dünyadaki dönüşümü, özellikle teknoloji odağında çok yakından takip edip, bu dönüşümü sağlayan kişileri, projeleri bir araya getirip, projelerin gerçekleşmesini sağlıyorlar. Cem de Başlangıç Noktası lideri olarak hâlihazırda sanattaki dönüşüm, hem içerik hem üretim yöntemleri açısından dijitalleşme ne yönde evriliyor ve sanatçıları bu bağlamda nasıl bir araya getirilebilirim üzerine bizimle eş zamanlı olarak düşünüyor ve proje geliştirmeye çalışıyormuş. Çelenk bundan haberdar olduğu için bizi bir araya getirdi, böylece sayesinde paralel evrenlerimiz birleşmiş ve Piksel’in temelleri atılmış oldu.
Sanat ve Teknoloji Odaklı Bir Komünite
“Emerging Artist” dediğimiz ve sanatçı olma idealindeki, yolun başındaki sanatçı adayı arkadaşlarımıza güncel teknolojilerin sanattaki kullanımına dair, nerden başlanabileceği, nasıl yol alınabilineceği hakkında fikir vermek öncelikli hedefimiz. Bir diğer amacımız ise sanat ve teknoloji odaklı bir komünite oluşmasını sağlamak. Sanatçılarla AI mühendisleri gibi teknoloji sektöründe çalışan başka meslek profesyonellerinin bir araya geleceği, koleksiyoner, galerici ve küratörleri de içeren, organik olarak gelişecek, sürekli iletişimde ve sanat odaklı bir komünite oluşturmaya da çalışıyoruz. Bu fikirle oluşturduğumuz, programla beraber gelişen aktif bir discord kanalımız var mesela. Orda 7/24 projeler, fikirler üzerine tartışılmaya başlandı bile. Bütün bunlar bana 60’ların sonlarındaAmerika’da sanatçı ve mühendislerin bir araya gelerek gerçekleştirdikleri happening, performans zamanlarını düşündürüyor. Çok heyecan verici buluyorum bu ortamı.
-
Çalışmalarınızı dünyanın birçok farklı noktasında görmeye devam edeceğimiz kuşkusuz. Gelecek projeleriniz arasında neler yer alıyor?
Hande: Bu soruları yanıtlarken bir yandan Venedik’te GAD’da düzenleyeceğimiz sergi için yeni bir parça üzerinde çalışıyoruz. Sonrasında Milano ve İstanbul sergileri için birkaç yeni parça daha hazırlayacağız. Bir yandan da heyecanla Venedik’te ha:ar sergimizle aynı tarihlerde Londra’da Grosvoner Square’de sergilenecek life size heykelimin yerleştirilmesini bekliyorum ve İngiltere’deki temsiliyetimi yürüten JD Malat Gallery’deki yeni solo sergim için çalışıyorum.