Yeni romanı “Olamayanların Mabedi” Doğan Solibri etiketiyle okuyucuyla buluşan Baki Can Ediboğlu anlattı.
-
Bir söyleşinizde üniversitenin ikinci yılına kadar kitaplarla aranızın pek iyi olmadığını söylüyorsunuz. Ve son 10 yıldan daha kısa bir süre içinde üçüncü romanınızı yayımladınız. Hızlı bir süreç olmuş. Daha öncesinde de yazar mıydınız yoksa bu yönünüzü çok fazla kitap okumaya başladığınız dönemde mi keşfettiniz?
Tam da dediğiniz gibi hem edebiyattan hem de yazma eyleminden oldukça uzak bir dönem geçirdim. Hayal gücüm genişti, fakat edebiyata gelene kadar, aynı zamanda çok sevdiğim matematik, fen, bilgisayar, spor gibi mantık ve bedene dair okuma ve uğraşlarla vakit geçirdim. O zamanlar yazmak zorunda kalmak bana sıkıntı verirdi. Yoğun kitap okuduğum dönemde hayal gücü ile matematiğin bir arada, nasıl inandırıcı, capcanlı bir dünya ortaya çıkardığını keşfettim. Yazmak benim için okumaktan taşan bir eylem oldu diyebilirim. Dağınık hayal gücümü odaklamayı bana kitaplar öğretti.
“Her Gün Bir Saatimi Yazmaya Ayırırım”
-
Yazarlar genellikle disiplinli çalışma modelleri benimserler. Üretken bir yazar olarak siz nasıl çalışıyorsunuz? Pandemi dönemi çalışma şeklinizi nasıl etkiledi, üretkenliğiniz arttı mı?
Romana başladığımda her gün bir saatimi yazmaya ayırırım ve hafta sonu dahil bu süreci aksatmamaya özen gösteririm. Son romanım Olamayanların Mabedi’ni yazarken sabah saat 4-5’lerde kalkardım. Bir önceki romanım Üç Nokta’yı işyerinde, öğle molalarında bile yazdığım oldu. Yazacaklarımı çoğu kez zihnimde biriktirdiğim için, başkalarına uygunsuz gelebilecek o zaman aralıkları bana fazlasıyla yetiyor. Pandemi dönemi üretkenliğimi pek değiştirmedi, sadece bu sefer sabahın erken saatleri yerine geceleri çalışmaya başladım.
“Yoğun kitap okuduğum dönemde hayal gücü ile matematiğin bir arada, nasıl inandırıcı, capcanlı bir dünya ortaya çıkardığını keşfettim. Yazmak benim için okumaktan taşan bir eylem oldu.”
-
Olamayanların Mabedi’nde tasavvufi bir hakikat arayışı, Nepal’e kadar uzanan bir yolculukta devam ediyor. Siz de bir dönem Nepal’de kaldığınızı söylemiştiniz. Benzer bir varoluş yolculuğuna çıktınız mı? Kitaptaki yolculuğun ilhamını nereden aldınız?
Evet, Nepal’de bir süre kaldım, fakat oraya gidişimin sebebim tasavvufi bir hakikat arayışı değildi. İçimde sadece bir gitme isteği vardı ve Himalayalar yöresini, özellikle Everest’i çok merak ediyor, bizzat görmek istiyordum. Ani bir kararla Nepal’e gittim. An kavramını başka bir mekanda deneyimlemek için belki de.
“Kendimi Hep Yolcu Gibi Hissetmişimdir”
Hakikatin insanın özünde mündemiç ve mekansız olduğuna inanırım. Dolayısıyla hakikat, herhangi bir inanç sisteminin tekelinde değildir. Kişi özüyle bitişirse, kötü diye tasvir edilebilecek mekanda bile varoluş yolculuğuna çıkabilir. İnsanın aradığı kendindedir. Yolculuk içten içedir. Dış, sadece için yansımasıdır. Bunu idrak ettiğimden beri nerede olursam olayım hep yolcu gibi hissetmişimdir kendimi.
Garip gelecek ama kitaptaki yolculuğun ilhamını Eylül karakterinden aldım. Bilincimde öylesine canlı, öylesine gerçekti ki, Eylül, kendi özgün yolculuğunu benim elimden yazdı diyebilirim.
-
Selim İleri ilk kitabınız Karaköy’de Günbatımı için “Yarın yine okunacak o ‘öz roman’lardan” yorumunu yapıyor. Olamayanların Mabedi, Türkiye’nin en genç yayınevlerinden Doğan Solibri’nin ilk romanı. Edebiyat yolculuğunuzun sonraki adımı nedir, gelecek projeleriniz nelerdir, anlatır mısınız?
Hayat çok tuhaf, Selim İleri o yorumu yapmasa herhalde kitabı yayımlatma cesaretini gösteremeyecek, sadece kendim için yazan biri olacaktım. Bazen bir insan ufak bir dokunuşla bir başkasının hayatını olumlu yönde değiştirebiliyor. O yüzden kendisinin içimdeki yeri apayrıdır.
“Fantastik ve Bilimkurgu Romanlarımı Gözden Geçiriyorum”
Andan fazla uzaklaşmayı sevmediğim için ileriye dair çok kesinlikle konuşamam, fakat şu sıralar iki yeni roman üzerinde çalışıyorum; ayrıca bir de çok önceden bitirdiğim biri fantastik diğeri bilimkurgu türündeki romanlarımı da yeniden gözden geçiriyorum. Ülkemizde maalesef bu türler ne yayınevlerinden ne de okuyuculardan pek rağbet görmedikleri için bu kitapları İngilizce tekrar yazmayı planlıyorum .
Yazarak çözmek istediğim çok mesele var; vakti geldiğinde okuyucuyla buluşur ya da belki buluşmaz bilemiyorum, ama yolda oldukça yazmak yol arkadaşlarıyla sohbet etmek gibi huzur dolu.
“Şiirle çok içli dışlıyım, ara ara yazar, kendime saklarım. Hem şiir okur hem de hemen hemen her gün şiir okumaları dinlerim. Şiir duyguların fısıltısıdır, sesidir.”
-
Dedeniz ünlü şair Baki Süha Ediboğlu’nun yazar olmak istemenizde etkisi oldu mu? Sizin şiirle aranız nasıl?
Tabii ki de oldu. Hem genetik miras yoluyla, hem de hayatı boyunca bozmadığı o edebi duruşu ve zarif, nazik insan kimliğiyle. Onunla yaşarken tanışmayı çok isterdim.
Şiirle çok içli dışlıyım, ara ara yazar, kendime saklarım. Hem şiir okur hem de hemen hemen her gün şiir okumaları dinlerim. Şiir duyguların fısıltısıdır, sesidir. Bir romanın yüzlerce sayfada anlatamadığını dedem, Turgut Uyar, Edip Cansever, Nazım Hikmet, Cahit Zarifoğlu, İsmet Özel, Didem Madak… bazen birkaç mısra ile anlatır.
“Sadece Yazarlık Yapabilmek Çok Güç”
-
Yazarlığın yanı sıra finans sektöründe çalışıyorsunuz. İkisi birbirinden çok farklı işler. Bir gün sadece yazarlığa devam etmeyi düşünüyor musunuz?
Bilemiyorum, ama şu anki iklimde bu çok sürdürülebilir gözükmüyor. Sınırlı sayıda yazarın hakim olduğu ve fazla risk almak istemeyen yayınevlerinin baskın bulunduğu ortamda sadece yazarlık yapabilmek çok güç. Ayrıca farklı işler bir yerde aralarında hassas bir denge oluşturabiliyor. Bu ikili dengede iki tarafta da bıkkınlık söz konusu olmuyor. Bu dengede şu anda huzurluyum, ama şu anda. İlerideki anlarda ne olur bilemem. Turgut Uyar bir şiirinde şöyle der:
“Ben tam dünyaya göre
Ben tam kendime göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız.”
-
Yazarken otosansür uygular mısınız?
Hayır uygulamam, eserim bazı hassasiyetler sebebiyle yayımlanmazsa o zaman okuyucu kitlesi ben, ailem ve dostlarım olur.
“… hala kendim için yazıyorum; ama kendi için yazmak, aynı zamanda aynı dertlerden, aynı arayışlardan mustarip başkaları için de yazmaktır biliyorsunuz.”
“Yazmak, Kendi İçimde Çıktığım Huzurlu Bir Yolculuktu”
-
Tamamen kendiniz için mi yazıyorsunuz? Yoksa yazarken okurların ilgisini çekip çekmeyeceğini göz önünde bulunduruyor musunuz?
Önceleri tamamen kendim için yazdığımı zannederdim. Hatta yazdığım ilk romanı, az önce de söylediğim gibi, yayımlatmak gibi bir niyetim de yoktu. Yazmak, benim kendi içimde çıktığım huzurlu bir yolculuktu. Tesadüfler olmasa öyle de kalabilirdi ve bu bana yine huzur verirdi.
O zaman el yazısı kaleme aldığım romanım benden habersiz okununca, yayımlanmaya kadar giden süreç başladı. Burada kendim için yazdıklarımın, başkalarıyla da örtüştüğünü keşfettim. O yüzden diyebilirim ki hala kendim için yazıyorum; ama kendi için yazmak, aynı zamanda aynı dertlerden, aynı arayışlardan mustarip başkaları için de yazmaktır biliyorsunuz.
-
İlham aldığınız, yazarlık yolculuğunuzda size katkısı olduğunu düşündüğünüz yazarlar kimler?
Çok var, şu anda aklıma gelenler J.D. Salinger, Nikos Kazancakis, Yusuf Atılgan, Sabahattin Ali, Frank Herbert, Dostoyevski, Tolstoy, Şule Gürbüz, Tolkien, Bilge Karasu, Selim İleri, Ahmet Hamdi Tanpınar, Vedat Türkali, Albert Camus, Aldous Huxley, László Krasznahorkai, Cormac McCarthy, Marcel Proust, Virginia Woolf…
-
Kitaptaki baş karakter genç bir kadın olan Eylül. Kadın karakter yazarken zorlandığınız anlar oldu mu?
Yazarın bir işi de ‘Ben’de başkası olmaya çalışmaktır. Bunu yapmanın bir yolu da başkasının derinliklerine nüfuz etmeye çalışmak, onları anlamaya uğraşmaktır. Bu kolay değildir elbette, çünkü insanda primitif dönemden gelen ‘Ben ve öteki’, ‘Biz ve onlar’ ayrımı yapma alışkanlığı vardır ve bu daha kolaydır. Erkek – Kadın, Geleneksel – Yenilikçi, A’cı B’ci. Ben’in, Biz’in onun dar sınırlarından çıkmak zordur. Aşina olmadığını anlamaya çalışmak, empati yapmak zordur. Zorlandığım anlar oldu, çünkü çoğu anlarda empati yapmanın da ötesinde kadın gibi düşünmek gerekti. Bu süreçte bazı değerli arkadaşlarımın, zorlamalarıma rağmen sorularıma cevap verişleri, bir de Eylül karakterine aşina oluşum zorlukları kolaylaştırdı.