Güvencesiz çalışma, patronaj baskısı, emeği hiçe sayan ücret politikaları, faturasını ödeyemeyen redaktörler, ücretini işini iki yıl sonra alan çevirmenler, kirasını ödeyemeyen editörler ve daha fazlası… Kitaplar çok satanlar, yeni çıkanlar raflarına çıkarken dizgicisinden tasarımcısına, editöründen çevirmenine hepsinin emeği, bilgisi, birikimi görmezden geliniyor. Yayınevi emekçileri kitap dünyasının perde arkasında hayatta kalma mücadelesi veriyor. Onlar kendi ürettikleri kitapları yahut istedikleri herhangi bir kitabı satın alamayacak durumdalar. Oysa kimsenin hakkının gasp edilmediği, emeğinin hiçe sayılmadığı bir yayın sektörü de mümkün.
“Hâlâ İş Aldığına Şükret”
Geçtiğimiz aylarda yayıncılık sektöründe çalışan editör, redaktör, tasarımcı ve dizgiciler Yayınevi Emekçileri Platformu’nu kurduklarını açıkladılar. Platform yayınladığı çağrıda şu ifadeleri kullandı: “Aylar sonra yapılan ödemeler kur artışı ve enflasyonla cep harçlığına dönüyor. Koşullar bahane edilerek, ‘Hâlâ iş aldığına şükret’ yaklaşımıyla hak aramanın önüne geçiliyor. Ezcümle, seçiminden basımına bin bir emek gerektiren; düşünsel çabanın, yoğun dikkatin ve fedakarlıkların ürünü olan kitapların yükünü sırtlanan bizler, yani yayınevi emekçileri, işverenlerin kar odaklı, agresif büyümenin güdümünde, bilgi ve düşünce birikimini ve kolektif emeği hiçe sayan duyarsız ve keyfi yaklaşımlarından dolayı, adım adım, onurlu hayatlar yaşayamaz hale geldik, geliyoruz. Yıllar yılı emek ve fedakârlıkla inşa ettiğimiz kariyerlerimizi, haklarımızı, yaşadığımız ev, mahalle hatta şehri, ve en önemlisi ideallerimizi terk etmeye zorlanıyoruz.”
Yayınevi Emekçileri: Örgütlenme Konusunda Sağlam Adımlar Atacağız
ArtDog İstanbul olarak Yayınevi Emekçileri Platformu’na ve sektördeki emekçilere ne yaşadıklarını, nelerle mücadele ettiklerini ve platform olarak ne yapacaklarını sorduk…
Yayın dünyası emekçisi olarak yaşadığınız zorluklar neler?
Yayınevi emekçileri olarak yaşadığımız zorlukların başında ücret politikaları geliyor. Yayıncılık dünyasına yıllarını vermiş, deneyimli pek çok arkadaşımız patronların kâr hırsı nedeniyle asgari ücretin biraz üstünde maaşlara mecbur bırakılıyor. Nitelikli editörlerin bir kısmı umudunu yitirdiği için yayıncılığı bırakmak zorunda kalırken bir kısmı da ek işlerle hayatta kalmaya çalışıyor. Freelance çalışan arkadaşlarımızsa güvencesiz koşullarda kiralarını bile ödemeye yetmeyecek ücretlere mahkûm edilmiş durumda. Ödemelerin düzensiz yapılması da cabası tabii.
Krizi fırsata çeviren yayınevleri tam zamanlı çalışan editör, redaktör sayılarını azaltınca meslektaşlarımız da artan iş yükü altında ezilmeye başladılar. Özellikle büyük yayınevlerinde, kısa sürede çok kitap yapması, bu kitapları da hatasız yapması beklenen editörler satış baskısı altında eziliyor.
Yayıncılık sektörünü domine eden çoğu büyük yayınevinin kültür üretimine katkı sağlamak, nitelikli eserleri okurla buluşturmak, edebiyata ve yayıncılığa katkı sağlamak gibi misyonları yok artık. Fabrika gibi maliyetleri olabildiğince düşük tutarak hızla üretim yapıp kâr etmenin peşindeler. Yayınevi emekçilerinin emeklerinin karşılığını alamaması, niteliğin kaybolması, kültür ve düşün dünyasının gittikçe çoraklaşması da tüm bu anlayışın doğal sonucu.
Bir yayınevine bağlı çalışmak yetiyor mu yoksa dışarıdan işler almak zorunda kalıyor musunuz?
Bir yayınevine bağlı olarak tam zamanlı çalışan bir editör, redaktör ya da grafikerin mevcut ücret politikaları karşısında tek maaşla geçinebilmesi mümkün değil. Pek çoğumuz dışarıdan ek iş alıp gece-gündüz çalışarak hayatta kalmaya çalışıyoruz. Yayıncılıkta on yılını geride bırakmış arkadaşlarımızın aldığı maaş ortalaması 25-35 bin lira arasında değişiyor. Yeni başlayanlar için bu rakam asgari ücrete kadar geriliyor. Kira ortalamasının 15 bin olduğunu düşünürsek tek başına bu ücretlerle geçinmek mümkün değil. Ürettiğimiz kitapları satın alamayacak duruma geldik.
Yayınevi emekçisi olarak kendinizi güvende hissediyor musunuz?
Hayır. Pek çok açıdan kendimizi güvensiz hissediyoruz. Öncelikle iş güvencemiz yok. Ne kadar deneyimli, işimizde ne kadar iyi olursak olalım on saniye içinde işsiz kalabiliriz. Freelance çalışan arkadaşlarımızın sağlık güvenceleri de yok. Yayıncılığa yıllarca emek vermemize rağmen, bu işi yaparak emekli olup olamayacağımızı bilmiyoruz. Bildiğimiz tek bir şey var: Düşük ücret politikaları nedeniyle, emekli olduğumuzda elimize geçen parayla geçinemeyeceğiz ve yaş nedeniyle ek iş de yapamayacağız.
Platform olarak nasıl bir yol izleyeceksiniz?
Şu aşamada öncelikli hedeflerimizden biri olabildiğince yayınevi emekçisi arkadaşımıza ulaşabilmek. Her birimizin aynı sorunları yaşadığını ve ancak yan yana durursak bu sorunların üstesinden gelebileceğimizi biliyoruz. Kendi içimizde toplantılar düzenleyip yol haritamızı belirliyoruz. Yakın zamanda örgütlenme konusunda daha sağlam adımlar da atacağız. Bu yazıyı okuyan yayınevi emekçisi arkadaşlar yalnız olmadıklarını bilsinler, yayıneviemekcileri@gmail.com e-posta adresinden bize ulaşabilirler.
Y.M: Handikapımız İşimizi Sevmek
Yayınevleri herkesin heyecanla çalışmaya başladığı fakat gün geçtikçe o heyecana tutunmanın zorlaştığı yerler. Bunun en önemli nedeni düşük maaşlar ve çalışanların sesini bir süreliğine bastırmak için yapılan ama yine de hiçbir şeye yetmeyen zam oranları. Bu koşullarda dizgiciden editöre kadar hiç kimsenin freelance iş almadan, tek bir maaşla geçinebildiğini düşünmüyorum. İş tam da burada ilginçleşiyor. Maaşının az olduğunu, daha fazla zam alman gerektiğini söylediğinde çözüm olarak freelance iş almanı söyleyen yöneticiler var. Başka sektörlerde çok sıradışı olabilecek bu durum yayınevlerinde çok olağan. X bir yayınevi sevdiğiniz bir yazarın kitabının kapağını, redaksiyonunu, editörlüğünü sizden isterse kabul edersiniz. Çalıştığınız ücretin daha azını teklif etse dahi sırf o işte bulunmak için muhtemelen yine kabul edersiniz. Çünkü işini sevmeyen yayınevi çalışanıyla hiç tanışmadım. Çalıştığı kitapların hepsinin okuyucusu olmayabilir ama nihayetinde ömür boyu editörlük yapmak, kapak tasarlamak istiyordur. Handikap tam da burada: işini sevmek.
“Olsun Bu Çok Önemli Bir Yazar Ve Sen de Seviyorsun”
Yöneticilerin sıklıkla kullandığı bir ikna yöntemi. Kiranı zar zor ödediğin, dışarıda yediğin yemekten kıstığın, kültür/sanat işi yaptığın halde sinemaya gitmeyi azalttığın, özel tiyatrolara zaten gitmekten imtina ettiğin bir hayat sürüyorsun ama “olsun bu çok önemli bir yazar ve sen de seviyorsun.”
Sektör şartlarını bilmeyen okurlar için yayınevleri idealize edilmiş mekânlar olsa da emekçiler tarafından durum o kadar aydınlık değil. Emekçilerin haklarını alamaması öyle hayati bir sorun ki son zamanlarda yayınevlerinde kitaplar hakkında çok az konuşuluyor. Tüm bunlara rağmen hâlâ çalışacağımız kitap için heyecanlanabiliyoruz. Kimsenin hakkının gasp edilmediği bir yayın sektörü, sadece hayallerimizde kalmamalı.
*
E.Y: Yakasız, Vasıfsız Bir Meslek
On beş yıldır kitap yayıncılığı dünyasında editör olarak çalışıyorum. Karşılaştığımız zorlukların, mesleğe dair tüm sorunların temelinde kitap yayıncılığı sektörünün tam anlamıyla kurumsal bir sektör olmamasının yattığını düşünüyorum. Sermayesi ne kadar büyük olursa olsun birçok kurum henüz tam olarak kurum değil, hâlâ kurulmaya devam ediyorlar fakat bir şeyleri kurarken bir şeyleri de yıkıyorlar. Örgütlenme yapıları yok ya da çok değişken. Yayıncılık alanında mesleğe dair standartlar yok denecek kadar az. Kurumdan kuruma değişen çok fazla unsur var. Örneğin “Editör ne iş yapar?” sorusunun cevabı bile göreceli bir tanım kümesine sahip. Tanım kümesinde standart olmayınca, meslekle ilgili vizyon sahibi olmak da güçleşiyor. Bu, bir personelin yayınevinde geçirdiği sürenin yeterince uzun olamamasından, (kısa vadede ticari getiri beklendiği için) uzun vadeli projelerin gerçekleşememesinden maaşların ya da zam oranlarının düşüklüğüne, patronların veya yöneticilerin müdahale edecekleri alanların belirsizliğinden, profesyonelce değil amatörce, el yordamıyla, günübirlik, özensizce kotarılan işlere razı gelinmesine kadar uzayabilecek bir konu. Bu başlıkların her biri kendi içinde çok uzun ele alınabilecek yayıncılık sorunlarını teşkil ediyor ve hiçbir problem diğerinden bağımsız değil.
Çoğu yayınevi çalışanının emeğinin maddi karşılığını aldığını düşünmüyorum fakat en az bunun kadar önemli olan şu ki manevi karşılığının da verildiğini pek görmüyorum. Takdir edilmemek bir yana, insan gibi davranılmamak bile sık sık yaşanılan bir deneyim. Birçok faktöre “rağmen” devam edilen bir meslek bu; işinin ehli olmayanlara rağmen, maaşa rağmen, yapılmayan zama rağmen, çalışma koşullarına rağmen… Sektör amatörce ilerlediği için mesleği de profesyonelce icra etmek söz konusu değil. En azından editörlük özelinde söyleyebilirim ki gönüllülük esasıyla yürüyen, özellikle günümüz ekonomik koşullarında insanca bir yaşam için tek başına bir geçim kaynağı olarak görülemeyecek, ileri ya da yukarı doğru gidilemeyen, beyaz yakalı dünyanın standartlarıyla anlaşılamayacak, “yaka”sız, vasıfsız bir meslek.
Bu şekilde özetleyebildiğim sebepler nedeniyle yayın dünyası emekçisi olarak kendimi mesleki çerçevede güvende hissetmem mümkün değil. Sektörün temelindeki çatlakların sıkı bir tadilattan geçmesi gerekiyor fakat umudum yok.
S.Y: Baskı ve Mobbingin Sonu Gelmedi
Yayınevinin bir belediye sponsorluğunda yürüttüğü projenin editörlüğünü üstlenmiştim. Yaklaşık 3 yıl süren süreçte kitap editörüyle yaşadığım sorunlarla sizi yormak istemiyorum. Fakat sonunda zorla istifa etmeme sebep olan bir örneği özellikle anlatmak isterim: Kitabın son cildindeki bir bölüm yayın kriterlerini karşılamıyordu. Durumu kitap editörüne bildirip toplantı talep ettim. Birkaç gün sonra bir araya geldik. İtirazlarımı ve örneklerimi verdim. Beni haklı buldu ve bu kısmın yeniden yapılmasına karar verdi. Her şey normal görünüyordu. Kitap yayımlanıp bir yönetici beni odasına çağırıncaya kadar da normal görünmüştü. Odaya girdiğimde yöneticinin yanında tanımadığım bir kadın da vardı. İlk başta yanındaki kadını tanıtarak başladı. Eşiymiş ve benim kitap editörüyle konuştuğum kısmın yazarıymış. Kitap editörü bu kısmı kitaptan, dolayısıyla eşinin ismini de hazırlayanlar listesinden, kendisinin haberi olmadan benim çıkardığımı söylemiş. Şok olmuştum. Bu cümlelerden sonraki ilk dakikaları hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde ardı arkası kesilmeyen hakaretler duydum. En kötüsü, eşinin yanında oturan yazarın, bu hakaretler bana edilirken yüzüne kondurduğu tebessümdü. Karşımdakinin yok saydığı sınırları koruyarak kendimi savundum ve odadan çıktım. Kitabın editörüyle gerçekleştirdiğim toplantıya şahit olan editör arkadaşımla birlikte yayın yönetmeninin yanına gidip olayı aktardım. Birkaç gün sonra diğer editör arkadaşlarımın da desteğiyle benden resmi bir özür dilense de baskı ve mobbingin sonu gelmedi. Sonunda, zorla ulaşmaya çalıştıkları istifa dilekçemi masalarına koyduğumda gözleri gülüyordu. Kısacası, yalnız kalmamak için bir araya gelmemiz şart.
K.S: Acaba İşimden Olur Muyum?
Yayın sektöründeki en temel ve güncel mesele, verilen emeğin maddi olarak karşılığını bulamamasıdır. Mesai saatlerinden bağımsız, nitelikli iş çıkarmak için titizlikle çalışan yayın emekçilerinin aldıkları maaşlar ya da tek seferlik ödemeler, bu sektörde çalışan herkesi birinci derece etkileyen en büyük sorun hâlâ. Bu çemberin dışında kalan yayınevleri ve yayın grupları var tabii. Ama bu sektörde çalışırken ek iş almayan, alternatif gelir yolları aramayan kimse kaldı mı bilmiyorum. Üstelik bu durum bir süre önceye kadar çalışma deneyimini artırmak ve maddi anlamda daha konforlu yaşamak adına bir tercih sebebiyken, son birkaç yılda dışarıdan iş almadan geçim sağlamak neredeyse imkânsız hale geldi. Hizmet ve ürün bedellerinin hızla arttığı bir dönemde, yayın sektöründe verilen emeğin karşılığı asgari düzeyde tutuldu. Ek işler, bilhassa büyük şehirlerde yaşayan çalışanların kira, fatura, ev giderleri gibi temel yaşam ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için kaçınılmaz bir iş yüküne dönüştü.
Yoğun çalışma şartları altında çalışan emekçiler, kalan zamanlarında da freelance mesailer yapmak zorunda bırakıldı. Ne yazık ki bu durum, yayıncılık sektöründe çalışmanın ve geçinebilmenin normali haline getirildi. Getirildi diyorum çünkü organik bir süreç olmadı. Maaş zammı dönemlerinde yöneticileriyle müzakere ortamı kuramayan, taleplerini iletmek için güvenli bir alan bulamayan her yayın emekçisi bu durumla baş başa bırakıldı. Aynı ya da farklı yerlerde çalışan diğer emekçilerle bir araya gelme, etkili bir dayanışma ağı yaratma çabaları “Acaba işimden olur muyum?” korkusuyla yarım kalırken herkesin kendi içinde ve kendince sürdürdüğü psikolojik bir mücadeleye dönüştü.
“Yeter ki Yalnız Yürümeyelim”
Mesleğini ve işini severek yapan yayıncıların ayaküstü konuşmalarında, öğle yemeklerinde, kahve molalarında “sektör değiştirme” gibi bir gündem söz konusu oldu. İşten ayrılan çoğu meslektaşımız başka sektörlere geçmenin yollarını aradı, bazıları buldu da. Bazıları da hayatlarını idame ettirebilmek için şehir değiştirdi ve sosyal ortamlarından, beslendikleri kültürel çevrelerden uzak kaldı. Bu da kalanların çalışmalarını sürdürecek güç ve motivasyon bulmalarını zorlaştırdı. İşin maddi tarafının yanında psikolojik zorlukları da var elbette. İş tanımının belirsiz bir yerde tutulması, ortaya konulan ürünün ardındaki emeğin görülmemesi, iş beklentilerinin kötü şartların önüne geçmesi gibi örnekler buzdağının görünen kısmı.
Tüm bu olumsuz tablonun yanı sıra, zamanla dayanışma biçimleri görünür bir hal aldı ve söz sahibi kadrolardan iyileştirici adımlar da gelmeye başladı. Yayıncılık sorunlarını gündemde tutmanın, çok sesli platformlar kurmanın ve birlikte hareket etmenin yakın zamanda somut karşılıkları olacağına inanıyorum. Dayanışmayla birlikte yayıncılık sektöründe çalışmanın daha iyi yollarının bulunacağına eminim. Yeter ki yalnız yürümeyelim.