Yaşar Kemal 10 Yıldır Hâlâ Burada, Yanı Başımızda - ArtDog Istanbul
Yaşar Kemal. Fotoğraf: Lütfi Özgünaydın

Yaşar Kemal 10 Yıldır Hâlâ Burada, Yanı Başımızda

10 yıl önce kaybettiğimiz Yaşar Kemal, toprağın dilini çözen bir büyücüydü, suyun şarkısını dinleyen bir âşıktı, "Binbir Çiçekli Bahçe"nin koruyucusuydu. Bugün, onun mirasını yaşatmanın en güzel yolu, adaletsizliğe karşı durmak ve insana, doğaya, yaşama saygı duymak. Aramızdan ayrılışının 10. yılında Yaşar Kemal'i büyük bir özlemle anıyoruz.

//

Yaşar Kemal, Toros Dağları’nın eteklerinden dünyaya açılan bir ses, Çukurova’nın yakıcı güneşinde bir hikâye anlatıcısı, adaletsizliğe karşı duran bir direniş kalemi… 10 yıl önce, kışın son demlerinde, 92 yılı geride bırakarak, 28 Şubat günü aramızdan ayrıldı. O gün Türkiye sadece bir yazarını değil, toprağın, suyun ve insanın hikâyesini en derinden hisseden toprağın dilini çözmeyi başaran bir büyücüyü, suyun şarkısını dinleyen bir âşığı, Binbir Çiçekli Bahçenin koruyucusu koca çınarını kaybetti. Aradan 10 yıl geçti, Yaşar Kemal’in yokluğu her geçen gün daha da derinden hissediliyor. Çünkü o, sadece bir yazar değil; halkın vicdanıydı.

Bir Ülkenin Doğuşunun Tanığı

Behçet Necatigil’in  Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, onu 1922’nin çocuğu olarak selamlarken, Tuba Çandar’ın Yaşar Kemal Fotobiyografisi, onun ilk nefesini 1923’ün Ocak ayında aldığını yazar. Ama bizzat Yaşar Kemal’in ağzından dökülen kelimelere kulak verirsek, resmî kayıtlarda yazan tarih 1926’dır—devasa bir ömrün kâğıt üzerindeki gecikmiş şahitliği. İlkokulu bitirdiğinde eline tutuşturulan bu kimliğin hakikati yansıtmadığını söyleyen Kemal, kendi hafızasının tanıklığına ve zamanın sessiz şahitliğine dayanarak, 1923’ün, kendisinin dünyaya merhaba dediği gerçek yıl olduğunu dile getirir. İster 1922 diyelim, ister 1923, fark etmez; o, Cumhuriyet’le aynı beşikte sallanmıştır. Sanki kaderinde, yeni bir ülkenin doğuşuna tanıklık etmek ve o ülkenin en karanlık köşelerine ışık olmak yazılıdır.

“Babam Öldü, Kekeme Oldum”

Henüz beş yaşındayken bir kazada sağ gözünü kaybeder, kısa süre sonra ise babasının camide gözleri önünde öldürülmesine tanık olur.

“Ben babamın camide, o, namaz kılarken yanındaydım, hançerlendiği akşamdan sonra, sabaha kadar yüreğim yanıyor, diye ağladım. Ardından da kekeme oldum ve on iki yaşıma kadar zor konuştum. Yalnız türkü söylerken kekemeliğim geçiyordu. Hiç kekelemiyordum. Kitap okurken de, okur yazar olduktan sonra, hiç kekelemedim. On iki yaşımdan sonra kekemeliğim geçti.”

Traktör Şoförlüğünden Kütüphane Memurluğuna

Büyük toprak sahipleri ile yoksul köylüler arasındaki uçurumun gölgesinde, Toros Dağları’nın ihtişamı altında geçen çocukluğu, ileride romanlarının ana sahnesini oluşturacaktır. Dokuz yaşında başladığı okul hayatı sadece iki yıl sürer; annesine bakmak için çalışmak zorundadır. Pamuk toplayıcılığından duvar ustalığına, traktör şoförlüğünden kütüphane memurluğuna kadar birçok işte çalışır. Ama en çok sevdiği iş, bir kütüphane memuru olarak geçirdiği yıllardır. O raflar arasında Cervantes’i, Stendhal’i, Tolstoy’u keşfeder.

Eski Bir Battaniye, Harfleri Eksik Bir Daktilo

Yirmili yaşlarını sürerken, adaletsizliğe isyan eden ruhu onu sıkıntıya sokar; bir traktör şoförünü örgütlemeye çalıştığı iddiasıyla tutuklanır, kâğıda döktüğü düşünceleri, hayalleri, kelimeleri ateşin koynuna atılır. “El yazmalarımı geri istedim ama Kadirli karakolundaki sobada yakıldığını söylediler,” diye anlatır yıllar sonra.

Bir daktilo edinip, okuma yazma bilmeyen köylülerin mektuplarını, dilekçelerini kaleme alarak hayatını kazanmaya başlar. 1951’de Cumhuriyet gazetesinin kapısından içeri adım atar ve özellikle sokaklarda yaşam mücadelesi veren çocukların hikâyelerini anlattığı yazıları büyük yankı uyandırır, vicdan kapılarını çalar. Daha sonra İnce Memed yayımlanır. Feodal düzenin ağırlığı altında ezilen köylüleri ve zalim ağalara başkaldıran bir kahramanı anlattığı bu roman, yalnızca Türkiye’de değil, dünya çapında büyük bir yankı uyandırır. Pamuk işçiliğinden Nobel adaylığına muazzam büyülü bir hikâyenin kahramanıdır.

Yaşar Kemal. Fotoğraf: Güneş Karabuda. Arşiv: Yaşar Kemal Vakfı

Yaşar Kemal, edebiyatı yalnızca bir anlatı sanatı olarak değil, vicdanın sesi olarak görür. İnce Memed’in dağlara kaçışı, basit bir eşkıyanın macerası değil, zulme karşı duruşun, haksızlığa başkaldırının, insanın ezeli ve ebedi mücadelesinin en kudretli simgelerinden biridir. Birçok dile çevrilir. 2003 yılında, Bilkent Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada İnce Memed‘in nasıl yazdığını şöyle anlatır:

“O kış, İstanbul’un en soğuk kışlarından biriydi. Isınmak için yakacak odun alacak param yoktu. Eski bir battaniyeye sarılıp, birçok harfi eksik olan daktilomla yazdım.”

Romanlarında, feodal sistemin baskısı altındaki halkın çektiği sıkıntıları, büyük toprak sahiplerinin devletle olan güçlü bağlarını ve köylülerin yaşam mücadelesini anlatır. Bu eleştirilerini yalnızca romanlarında değil, konuşmalarında ve kamuoyuna yaptığı açıklamalarda da dile getirir.

Yaşar Kemal, İstanbul DGM’de yargılanırken, 1995. Fotoğraf: Prof. Dr. Kenan Mortan. Yaşar Kemal Vakfı Arşivi’nden.

Binbir Çiçekli Bahçe’nin Yargılanan Yazarı

1960’lı yılların fırtınalı günlerinde, siyasetin sert rüzgârlarına göğsünü siper eder. Bir dönem o zamanki eşi Thilda ile İsveç’in soğuk ama özgür topraklarında sürgün hayatı yaşamak zorunda kalır. Ne vatanından uzak düşmek, ne mahkemelerin soğuk koridorları, ne de kulağına fısıldanan tehditler onu susturmaz. Kendini “Kürt kökenli bir Türk yazarı” olarak tanımlayan Kemal, 1996 yılında Türkiye’deki Kürt meselesine dair kaleme aldığı bir yazı nedeniyle 20 ay hapis cezasına çarptırılır. Ancak bütün dünyanın yükselen itirazları sonucunda bu ceza ertelenir. Yıllarca aynı kararlılıkla, aynı inançla yazmaya, anlatmaya devam eder. Okurlarına vasiyeti ise şöyledir:

“Benim kitaplarımı okuyan katil olmasın, savaş düşmanı olsun. Benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır. Benim kitaplarımı okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar.” (Binbir Çiçekli Bahçe kitabından)

Yaşar Kemal ve Röportaj

Yaşar Kemal, Türkiye edebiyat tarihinde roman ve hikâyeleriyle tanınsa da, onun bir diğer önemli yönü röportajcılığıdır. O, röportajlarında edebiyatın büyülü dünyasıyla gazeteciliğin gerçekçi bakışı arasında eşsiz bir köprü inşa eder. Kemal’in 1951’de attığı ilk adımlarla Cumhuriyet gazetesinde başlayan röportaj yolculuğu, aslında Türkiye’nin yakın tarihinin de canlı, nefes alan bir panoramasıdır. Onun kaleminden hayat bulan Röportaj Yazarlığında 60 Yıl adlı kitaptaki 12 röportaj, Anadolu’nun dört bir yanına, farklı renklerine, kültürlerine, dertlerine ve umutlarına ışık tutar: Diyarbakır’ın sokaklarından kaçakçıların tehlikeli dünyasına, depremin yerle bir ettiği Hasankale’den mağaralarda hayata tutunmaya çalışan insanlara, Sahaflar Çarşısı’ndan alev alev yanan ormanlara, Peri Bacaları’nın düşsel dokusuna kadar… Türkiye’nin yakın geçmişine tanıklık eden bu röportajlar, sıradan gazeteciliğin dar kalıplarını parçalayan, edebiyatın engin ufuklarına kanat açan bir derinliğe sahiptir.

Cumhuriyet gazetesi arşivinden. Görsel Yaşar Kemal Vakfı sitesinden alınmıştır.

Yaşar Kemal: “Röportaj Bal Gibi Edebiyattır”

Yaşar Kemal için röportaj, kuru bir haber aktarımı değil, tıpkı romanları gibi bir yaratım, bir varoluş sürecidir. “İnce Memed neyse röportajlarım odur” sözleri, onun röportajlarına verdiği değeri, onlara atfettiği kutsallığı en yalın biçimde özetler. Yaşar Kemal için röportaj, gazeteciliğin mekanik bir pratiği değil, edebiyatın ta kendisidir. “Röportaj bir edebiyat dalı mıdır?” sorusuna verdiği “Röportajı bir edebiyat dalı saymak ne, röportaj bal gibi edebiyattır” yanıtı, onun bu türe bakışının özünü yansıtır.

Yaşar Kemal 10 Yıldır…

Onun röportajcılığı da romanları da hikâyeleri de, yalnızca Türkiye’nin dar sınırlarına hapsolmayan, insanlığın evrensel mücadelesinin, acılarının, umutlarının ve direnişinin aynasıdır. Toros Dağları’nın heybetli eteklerinden tüm dünyaya yayılan sesi, Çukurova’nın bereketli, cömert topraklarında filizlenen hikâyeleri, adaletsizliklere karşı asla eğilmeyen, bükülmeyen kalemi ve insanın en karanlık ve en aydınlık yanlarını eşsiz bir ustalıkla, derin bir kavrayışla anlatan Yaşar Kemal artık aramızda olmasa da, kelimeleri ve yarattığı dünyalar, bizimle yaşamaya devam ediyor. Çünkü Yaşar Kemal, sadece bir yazar değil; bir dönemi, bir coğrafyayı ve insanlığı anlatan bir destandır. Ve o gidince, bize kalan:

“Bindiler de çektiler gittiler, o iyi insanlar, o dünya güzeli atlara… O yiğitler, o her birisi kaplan örneği şahinler, o ceren gibi atlara bindiler de başlarını aldılar gittiler. Bir daha, bir daha hiç gelmeyecekler. Hiç, hiç, hiç! Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. Şu dünyanın yaşaması müşkül hal ilen. Bin iyiyi bir kötüye kul eden…” (Demirciler Çarşısı Cinayeti kitabından)

“Halktan Kopmuş Sanata İnanmıyorum”

Bu toprakların binlerce yıllık hikâyesini, en diptekilerin, en unutulmuşların, en görülmeyenlerin sesini, Anadolu’nun kuşlarını, dağlarını, kurtlarını ve insanın dipsiz yalnızlığını hâlâ anlatır Yaşar Kemal.  Sözleri, düşünceleri, yarattığı zengin, renkli dünyalar, yalnızca Türkiye’nin değil, tüm insanlığın vicdanına miras. Yaşar Kemal’in şu sözleri ise bu yazıya son olsun.

Halka kim zulmediyorsa, etmişse, halkı kim eziyor, ezmişse, onu kim sömürmüş, sömürüyorsa, feodalite mi, burjuva mı… Halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve bütün hayatımla onun karşısındayım… Ben etle kemik nasıl birbirinden ayrılamazsa, sanatımın halktan ayrılmamasını isterim. Bu çağda halktan kopmuş sanata inanmıyorum. (Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor – Alain Bosquet ile Görüşmeler kitabından)

*Yaşar Kemal’in tüm kitapları Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanmaktadır. 

 

Fotoğrafçı ve yazar Lütfi Özgünaydın Yaşar Kemal’in edebiyat diliyle kurduğu dünyaya objektifinden bakarak yaşamak ve aktarmak amacıyla yaptığı yolculukları fotoğraf diliyle bir anlatıya dönüştürmüş. Kaynak: Yaşar Kemal Vakfı

Previous Story

Han Kang’dan “Sevgilinin Soğuk Elleri”

0 0,00