Bundan milyarlarca yıl önce biricik dünyamız büyük çarpışmalar sonucunda oluştu. İlk zamanlarda gezegenimiz dünyanın ne bir kabuğu ne de bir çekirdeği vardı. Zamanla dünya ısınmaya başladı; böylelikle ilk olarak çekirdeği, dünya soğumaya başlayınca da kabuğu meydana geldi. Yerkabuğundaki depremler sonucunda ise dünya bugünkü halini aldı.
Önce atmosfer ardından okyanuslar, kıtalar, yemyeşil ormanlar ve sonsuzluğa uzanan dağlar da oluşmaya başlayınca, dünya zengin iç kaynaklarıyla canlılar için muazzam bir yaşam alanına dönüştü. Gel zaman git zaman yegâne evimiz dünyamızın içinde, biz insanlar ve tüm canlılar kendimiz için mikro habitatlar inşa etmeye başladık ve hepimiz için büyük önem taşıyacak bu yaşam alanlarını da ‘ev’ kelimesiyle adlandırdık.
Ev, Orhun Yazıtları’na göre Eski Türkçede ‘konut, çadır’ anlamına gelen “eb” kelimesinden türemiştir. Barınma ihtiyacımızı karşılayan ve içinde ikamet ettiğimiz evlerimiz -ister kerpiçten ister taştan ister betondan ister ahşaptan olsun- en temel ihtiyaçlarımızın karşılandığı ‘güvenli üs’lerdir. Bu güvenli üs, sağlam duvarlarıyla bizlere bir dayanak olurken; hayal kurarak iç dünyamıza dönmek ve dış dünyadaki deneyimleri dönüştürebilmek adına kapsayıcı bir sığınaktır da… Bir gün, bir sebeple bu güvenli üs yıkıma uğrarsa, ev sakinleri için de yaşam yerle bir olur. İşte böyle zamanlarda alınan yaraları sarmak yeterince zaman, sabır, destek ve dayanışmayla mümkün olabilir.
Bir evin fiziksel yıkımına sebep olabilecek faktörlerden en önemlisi doğal afetlerdir. Türkiye’de son yıllarda tüm tabiata zarar veren çok sayıda afet yaşanmıştır. Gündemimizde önemli bir yer kaplayan deprem, yer kabuğundaki kırılmaların yarattığı titreşimlerin yayılması sonucunda, yer yüzeyinde ortaya çıkan şiddetli sarsıntılar olarak tanımlanır. Kâinatın ‘doğal’ bir parçası olan deprem nüfus artışı, iklim değişikliği, çarpık kentleşme gibi çeşitli nedenlere bağlı olarak, beklenenden çok daha şiddetli hasarlarla sonuçlanır. Böylelikle deprem, güven duygusuna ani ve sarsıcı biçimde zarar veren travmatik bir yaşantı olarak deneyimlenir ve yaşanabilmesi olası depremler için de toplum üzerinde ‘beklenti kaygısı’ yaratır. Beklenti kaygısı insanların günlük rutinlerini sürdürebilmelerini zorlaştırır ve neredeyse birincil travma yaşayan depremzedeler kadar yoğun duygular hissetmelerine yol açar. Depremi tanımak ve açtığı ‘yara’ları onarma yollarını keşfetmek ortaya çıkan kaygıların dönüştürülmesine yardımcı olacaktır.
Bir felaket yaşandığında çocuklar yüksek risk grubunda yer alırlar. Bu aşamada yetişkinlerin, çocuklarının ne yaşadığını anlaması, onların gelişimine uygun bir yaklaşım benimsemesi büyük önem taşır. Bebekler, çocuklar ve gençler, depremden doğrudan etkilenirler ve tıpkı yetişkinler gibi onlar da yas tutarlar.
Bebekler, Çocuklar ve Gençler Ne Yaşıyor?
Bebekler birinci dereceden bakım verenlerinin duygusal tepkilerine karşı oldukça duyarlıdırlar ve çevrelerindeki uyaranları bir sünger gibi içlerine çekerler. Deprem sonrasında annenin rahatlatıcı sesi, hüzünlü bir sesle yer değiştirebilir. Bu da bebeğin taşkınlaşmasına veya içe kapanmasına neden olabilir. Tuvalet, uyku ve beslenme alışkanlıklarında değişimler meydana gelir. Dil gelişimleri henüz tamamlanmadığından, onlar için önemli bir ifade aracı olan beden (kasılmalar vb.) ve deri yoluyla (alerjik döküntü, egzama vb.) sıkıntılarını ortaya koyabilirler.
Çocuklar kendilerini sözcüklerle ifade edebildikleri için bebeklere göre daha ayrıcalıklı konumdadırlar. Ancak travma söz konusu olduğunda sözcükler yaşanılan dehşetin şiddetini ifade etmeye yetmeyebilir. Böyle zamanlarda çocukların duygusal ve bilişsel gelişiminde gerilemeler meydana gelebilir. Uyku ve beslenme alışkanlıklarında bozulmalar olabilir. Kaka tutma, çiş kaçırma gibi bedensel belirtiler sergileyebilirler. Afetle ilgili doğrudan veya dolaylı (karanlık, yüksek ses, hayvan, korkutucu film karakterleri) korkular ortaya çıkabilir. Bu korkular baş edilemeyecek düzeye gelirse bakım verenine yapışma ve ondan destek almak ihtiyacı artabilir.
Gençler ise dijital medya aracılığıyla haber kaynaklarına hızlıca ulaşabildiklerinden kendileri için uygun olmayan içeriklere maruz kalabilirler. Depremin yıkıcı sonuçları konusunda daha çok farkındalığa sahip olduklarından sakinleşmeleri ve ikna olmalı daha zor olabilir. Onlar da çocuklar gibi depresyon, öfke patlamaları, psikosomatik yakınmalar sergileyebilirler.
Deprem sonrasında ortaya çıkan olumsuz belirtilerin belirli bir süre devam etmesi oldukça normaldir ve zaman içerisinde azalarak ortadan kalkması beklenmektedir. Güvenli çevre yeniden oluşturulduktan sonra belirtiler hâlâ devam ediyorsa, uzman desteğine baş vurmak gerekir.
Neler Yapılmalı?
Tüm çocukların iyi oluş hali bakım verenlerinin olayları nasıl ele aldığına göre şekillenir. En kaygılı ebeveynlerin, en zor zamanlarda bile çocukları için ‘koruyucu kalkan’ işlevi görebilmenin bir yolunu bulabilmeleri gerekir. 1939 yılında çocuk psikanalistleri D.W. Winnicott ve J. Bowlby savaşın en kızıştığı dönemde, çocukların annelerinden ayrılarak güvenli yerlere gönderilmesi üzerine başlatılan uygulamaya yönelik İngiliz Tıp Dergisi’ne bir mektup yazmışlardır. Bu mektuba göre fiziksel güvenliğin olduğu kadar ruh sağlığının da öneminin altını çizmişler ve çocukların her koşulda anneleriyle birlikte olmalarının gerekliliğini vurgulamışlardır. Günümüzde hâlâ geçerliğini sürdüren bu görüşe göre çocukların anneleriyle kalması çok önemlidir. Eğer deprem zamanında çocuklar talihsiz bir şekilde annelerini kaybetmişlerse veya zaruri bir ayrılık söz konusuysa mümkün olduğunca birinci dereceden akrabası olan birinin refakatinde olmalıdırlar ve onlara sürekli, düzenli ve şefkatli bir bakım sunulmalıdır.
Uçaklarda kriz anları için geçerli önemli bir kural vardır: “Oksijen maskesini önce kendinize takın!” Bu kural tüm felaket zamanları için de geçerlidir. Anne ve babaların çocuklarına umut aşılayabilmeleri için psikolojik sağlamlıkları büyük önem taşımaktadır.
Oyun Krizi Dönüştürüyor!
Travmayı konuşulabilir kılmak ise iyileşmenin en önemli adımıdır. Ancak halihazırda zor bir deneyimin içinden geçerken kelimeler yeterli olmayabilir. İşte tam da böyle zamanlarda oyunun dönüştürücü etkisinden, sanatın iyileştirici gücünden ve kitapların büyülü dünyasından destek almak çocukların travmalarını işleyebilmelerini mümkün kılacaktır.
Oyun çocuğun dili, oyuncaklar da kelimelerdir. Çocuklar iç dünyalarında iz bırakan deneyimleri oyun yoluyla ortaya koyarlar ve tıpkı bir tiyatro gibi, travmatik deneyimi oyuncaklar aracılığıyla sahneleyerek rahatsızlık veren durumu defalarca canlandırırlar. Bu yinelemeler sayesinde çocuk acısı üzerinde hakimiyet kazanır. Oyun aracılığıyla kazanılan hakimiyet duygusu, gerçek hayattaki zorlayıcı deneyimle baş edebilmeye olanak tanır ve zamanla kriz dönüşerek çocuğun hayata merak ve mutlulukla yeniden katılmasına yardımcı olur.
Oyuncak Seçimi
Çocuğun güvenle temas edebileceği her şey, örneğin doğada toplanan taşlar, deniz kabukları ve artık malzemeler birer oyuncaktır. Afet bölgesinde travma yaşayan çocuklar için oyuncak seçerken oyuncakların -çocuğun sık yer değiştirme ihtimali göz önünde bulundurularak- taşınabilir boyutlarda ve sağlam olması önem taşır. Kolayca kaybolmaya elverişli oyuncaklar çocuğun hali hazırda var olan kayıp endişelerini daha da tetikleyebilir.
Bebekler için peluş oyuncaklar, kumaş kitaplar, minder ve battaniye; çocuklar için kukla, boya kalemi makas kâğıt yapıştırıcı, insan/hayvan figürleri ve evcilik-tamir-doktor-inşaat temalı oyuncaklar tercih edilebilir. Gençler ve yetişkinler de oyun oynamaktan en az çocuklar kadar haz duyarlar. Bu yaşlarda çeşitli temalara göre hazırlanmış kutu (örneğin Jenga) ve kart oyunları, ortak yaşantıya sahip bir grup genci veya yetişkini bir araya toplayarak bu oyunlara, iç dünyalarını yansıtabilme şansı verecektir. Birlikte oynamanın zevki olumlu duyguları harekete geçirerek travmatik deneyimle kahkaha, heyecan ve dayanışma aracılığıyla yakınlaşabilmeyi ve onlar hakkında konuşabilmeyi kolaylaştıracaktır.
Özgürce İfade için Serbest Oyun
Serbest oyun, çocuğun seçtiği oyuncaklar aracılığıyla sahnelediği senaryo sayesinde travmatik deneyimini özgürce yansıtabilmesine olanak tanır. Deprem sonrasında çocukların kendilerini rahatça ifade edebilmeleri için en etkili yollardan biri serbest oyun alanı oluşturmaktır. Yetişkinlerin de çocuğun yarattığı bu hayali dünyaya, yönlendirme yapmadan ve sadece kendilerine verilen rolü canlandırarak katılmaları, çocuğun iç sıkışıklığını özgürce ortaya koyabilmesini ve işleyebilmesini sağlayacaktır.
Sanatın İyileştirici Gücü
Sanat, tıpkı serbest oyun gibi hiçbir sınırlama olmadan çocuğun yaratıcılığını sergileyebildiği ve kendini özgürce ifade edebildiği bir alandır. Aynı zamanda her çocuğun kendi hikayesini kendi yoluyla -çizerek, şarkı söyleyerek, fotoğraflayarak, dans ederek, rol yaparak- anlatabilmesine olanak tanır. Tüm bu özellikleriyle ruhsal iyileşmeyi olanaklı kılan bir gücü vardır ve iç dünyaya erişebilmeyi sağlayan en heyecan verici yoldur. Çocukların sanat yoluyla depremin kendilerini nasıl etkilediğini anlamaları ve anlatabilmeleri için; boyalar, müzik aletleri, kamera veya kostümler en güzel araçlardır. Sanat, çocukların travmanın gölgesinde kalan hayal güçlerini ve yaratıcılıklarını yeniden canlandırabilmelerini mümkün kılacaktır.
Kitaplar: Güvenli Sığınaklar
Kitaplar, çocukların düş kurarak farklı diyarlara yolculuğa çıkabilmelerine olanak tanıyan güvenli sığınaklardır. Bilimsel bilgilerle depremin bir doğa olayı olduğunu anlatan tematik kitaplar, çocuğun hem yaşadıklarına anlam verebilmesine hem de içinde bulunduğu durumdan bir süreliğine bile olsa uzaklaşabilmesine katkı sağlar. Diğer bir taraftan hayal gücünü geliştirecek, duygu ifadesini ve dayanışma duygusunu destekleyecek hikayeler ise çocuğun kendine ve hayata karşı yeni bir bakış açısı geliştirmesini ve düşünsel esneklik kazanabilmesini sağlayacaktır. Bu yüzden dünyada savaşların, afetlerin ve daha nice felaketlerin yoğun bir şekilde yaşandığı bu dönemde, Bologna Çocuk Kitapları Fuarı’nın bu seneki kapanış konferansının başlığının “Güvenli Yuvayı Kitaplarda Bulmak” olması hiç de tesadüf değildir.
Şimdi, Yaralarımızı Onarma Zamanı!
Milyarlarca yıl önce oluşan dünyamız, zengin iç kaynaklarıyla tüm canlılar için biricik bir yaşam alanı olmuştur. Deneyimlediğimiz tüm felaketlere rağmen bizi kapsamayı hiçbir zaman ihmal etmemiştir. Bizler de ona şükranımızı tarih öncesi dönemlerden beri duvarlara resim çizerek, hikayeler anlatarak ve keşifler yaparak gösterdik. Günümüzde yaşanan tüm gelişmelere ve güzelliklere rağmen hem dünya hem de bizler ‘yara’ aldık. Şimdi, yaralarımızı onarma zamanı! Dünyadan ilham alarak geliştirdiğimiz sanat, bilim, edebiyat ve daha nice disiplin aracılığıyla önce kendimizi ardından da dünyamızı… Depremin açtığı yaralarımızı ancak sevgi ve özveriyle ‘birlikte oynayarak’ sarabiliriz. Değişim ancak böyle mümkün olabilir.