Yasaklanan Merhamet: Mancacılar ve Sokak Hayvanları - ArtDog Istanbul
Fotoğraf: Sylvester Sabo / Unsplash

Yasaklanan Merhamet: Mancacılar ve Sokak Hayvanları

Sokak hayvanlarına yönelik yeni yasak, İstanbul’un yüzyıllardır süren hayvanlarla birlikte yaşama kültürünü yeniden hatırlatıyor: mancacılar, vakıflar, seyyah notları ve kaybolmayan bir merhamet dili.

Hayal edin: On altıncı yüzyılın İstanbul’u. Şehzade Mehmed Camii’nin önünde güneş batmaya başlamış. Az sonra uzun bir sopaya dizilmiş kızarmış ciğerler taşıyan bir adam belirir: “Kedi eti!” diye seslenir. Etrafta kediler miyavlar, köpekler havlar. Bu adam bir mancacıdır; sokak hayvanlarını besler. Bugün ise İstanbul Valiliği’nin aldığı bir kararla parklar, okullar, camiler ve ibadethanelerin çevresinde sokak hayvanlarını beslemek yasaklandı. Bu yalnızca bir idari karar değil; yüzyıllardır süren bir merhamet geleneğinin de kırılma noktası.

İstanbul’da Sokak Köpekleri İstanbul Araştırmaları Enstitüsü “Dört Ayaklı Belediye: İstanbul’un Sokak Köpekleri” arşivinden.

“Manca” kelimesi İtalyanca kökenlidir ve kedi–köpek yemi anlamına gelir. Mancacılar sabah erken saatlerde kasaplardan ciğer, dalak, yürek gibi sakatat alır, bunları kızartır, şişlere dizer ve omuzlarında taşıyarak mahalle mahalle dolaşırlardı. “Köpek eti!”, “Kedi mancası!” sesleri İstanbul sokaklarının gündelik parçasıydı. Kimi insanlar bu yiyecekleri satın alıp hayvanları kendileri besler, kimi zenginler ise haftanın belirli günlerinde tüm mahalle hayvanlarının doyurulması için mancacılarla anlaşırdı. Bu, ticaretten çok sadaka ve sevap anlayışıyla yürüyen bir uygulamaydı.

Sokak köpekleri. Eski İstanbul Fotoğrafları Arşivi’nden.

Hatta bu gelenek vakıf şartnamelerine bile girmişti. Bazı vakfiyelerde cami çevresindeki kedilere her gün ciğer alınması zorunlu tutulur. Sultan II. Bayezid’in vakfında yalnızca kediler için değil, köpekler için de ekmek alınması, yaralı hayvanların tedavi edilmesi şart koşulmuştur.

Avrupalı Seyyahların Şakınlığı

Osmanlı İstanbul’una gelen Avrupalı seyyahlar bu manzarayı hayretle izler. Alman vaiz Stephan Gerlach, Şehzade Camii önünde her gün otuz-kırk kedinin ciğerle beslendiğini, insanların bunu bir ibadet gibi gördüklerini yazar. Baron Wratislaw, sabah ve akşam yemek saatlerinde bahçe duvarlarında toplanan kedilere Türk kadınlarının uzun sopalarla et uzattığını anlatır. Jean de Thévenot, yeni doğum yapmış bir sokak köpeği için taşlardan küçük bir barınak yapan insanlara tanıklık ettiğini not eder. Baron de Tott ise bir kahvehanede, bir adamın tüm ciğerlerin parasını ödeyip çevredeki kedilere ziyafet çektirmesini izlerken, “Avrupa’da böyle bir şeyi görmek mümkün mü?” diye sorar.

Antoine Laurent Castellan, XIX. yüzyılın başında kaleme aldığı eserinde, sokak hayvanlarına et dağıtılmasıyla ilgili şu ifadelere yer vermiştir:

“(…)Köpekler sürü halinde sokaklarda gezinirler, onlara kötü davrananın vay haline! Merhametli bir Türk böyle hayırlı bir işin masraflarını üstlendiği takdirde, et yüklenmiş adamlar bu hayvanlarla ve kedilerle çevrili halde dolaşırlar, onlara yiyecek dağıtırlar…” 

XIX. yüzyılda İstanbul’da bulunan Moltke, sokaklarda binlerce sahipsiz hayvanın olduğunu ve bu hayvanların fırıncıların, kasapların sadakalarıyla ve aynı zamanda kendi emekleriyle yaşadıklarını belirtmiştir. Bununla alakalı olarak köpeklerin burada temizlik memurlarının görevini üzerlerine aldıklarını ifade etmiştir. Hatta köpekleri dört ayaklı belediye memurları olarak tarif etmiştir.*

O dönemde Avrupa’da hayvan hakları diye bir kavram dahi yoktur. Nitekim 1821’de İngiltere Parlamentosu’nda atlara iyi davranılmasını öneren yasa tasarısı alay konusu olurken, İstanbul sokaklarında insanlar hayvanları doyurmayı günlük bir sorumluluk olarak görmektedir.

Osmanlı’da Yasak Değil, Sistem Vardı

Osmanlı’da halk sağlığı elbette önemsenirdi. Kuduz hastalığıyla mücadele için 1887’de Dâülkelp Tedavihanesi açılır, kuduz aşısı uygulanır. Yaralı hayvanlar için bakım merkezleri kurulur. Yük hayvanlarına eziyet edenler teşhir edilerek cezalandırılır. Yani sorun yasaklarla değil, düzen ve merhametle çözülmeye çalışılır.

Jean Baptiste Vanmour, “Kedi Besleyici”, 1707-08’de renklendirilmiştir.

Bir Medeniyetin Aynası

Pierre Loti’nin yıllar önce söylediği söz bugün daha da anlamlıdır:

“Sokaklarında köpeklerin gezmediği bir İstanbul düşünemiyorum.”

Bugün ise tam da düşünemediği o İstanbul’a doğru ilerliyoruz. Kaybolan sadece köpekler ya da kediler değil; bir şehrin hafızası, vicdanı ve medeniyet anlayışı.

Tarih bize bir zamanlar bu şehirde insanların hayvanlarla birlikte yaşamayı başardığını gösteriyor. Bugün ihtiyacımız olan yeni yasaklar değil, o eski hikâyelerden ilham alan yeni bir vicdan düzeni.

*Bu yazı, XVII.–XIX. yüzyıl seyyah anlatıları, Osmanlı arşiv kaynakları ve Osmanlı Medeniyetinde Hayvan Sevgisinin Mesleğe Dönüşümü: Mancacılık (Menekşe, Metin) başlıklı akademik çalışması esas alınarak hazırlanmıştır. Metindeki yorum ve kurgu ArtDog Istanbul editörlerinin özgün değerlendirmesidir.

Hiçbirimiz Güvende Değiliz

Previous Story

Avrupa’nın Hayalindeki İstanbul Nasıldı?

0 0,00