Photograph: Unsplash

Ya Evde Yoksak?

/

Prof. Dr. Naci Görür, zorunlu olarak, biz İstanbulluların içini kapkara etti. Söylediğine göre, deprem surlara kadar dayanmış. Yani büyük yıkıma bir çıt kalmış! Bu çıt, çatırtıya dönüşürse vay gelmiş halimize. Kıyametin de ötesi demek olacak bu çatırtı!

İstanbul’da yaşıyorum. Onca yıldan beri bu kadar korkmamıştım! Ruhum bu kadar kararmamıştı. Halbuki yaşamın sonuna bu kadar yaklaşmışken, bu korkunun nedeni ne?

Bilmiyorum. Belki de, bunca emekle yaşanmış bir hayatın, boktan bir duvarın altında kalması korkusudur. Zorlukla, keyifle, binbir zahmetle oluşturulmuş koca bir yaşamın, birkaç saniyelik sallantıyla sona erecek olmasının korkusudur belki de! Onca yılın, onca anının, onca emeğin, saniyeler içinde sıfırlanması. Kaçınılması zor bir yok oluş!

Nasıl korunalım? Yanıtlanması çok zor bir soru. Yanıtını kimse bilmiyor. Bilenlerin söylediklerini ben de ezberledim: Evimizi depreme dayanıklı hale getirmek zorundayız! Bu çözüm, depremin biz evdeyken, uyurken, sabaha karşı olacağı varsayımına dayanıyor.

Haksız da değiller. Büyük depremler hep aynı tuzağı kurdu. İnsanları çok zayıf anlarında, derin uykularında, tatlı rüyalarının içinde dolaşırken yakaladı.

Ve insafsızca öldürdü.

Hep böyle mi olacak? Hep karanlığın en koyulaştığı saatlerde mi vuracak. Deprem bu kadar mı kalleş?

İlginizi çekebilir:  Decollage Art Space'te Yeni Sergi: “Lâl Gece”

Uyarılara uyup, evimizi, çelik duvarlarla çevirmişiz, kolonları en kalın demirlerle örmüş, en Fransız betonlarla sağlamlaştırmışız. Lakin faylar çarpıştığında diyelim ki evde değiliz!

O gün, alt geçitten geçiyoruz, kahvedeyiz, bir lokantada çorba içiyoruz, iş yerindeyiz, çöken binanın tam önünden geçiyoruz, meyhanede romantik bir öğle rakısı içiyoruz, hastanede tansiyonumuzu ölçtürüyoruz, üst geçitte trafiğin açılmasını bekliyoruz, fırından poğaça, börek alıyoruz, esnaf lokantasında karnımızı doyuruyoruz… Yani yaşamın içinde gezinip duruyoruz.

Evimizi sağlama almışız ama o an bulunduğumuz yerin ne betonundan, ne duvarından, ne demirinden, ne kesilen kolonundan haberimiz var!

Hiçbir ihmalimiz yok ama fayların da buna aldırdığı yok… Onlar işini yapıyor. Asırlar geçse de bu ölümcül oyunlarını sürdürecekler. Yani acımasızca çarpışıp, suçu olmayan binlerin yaşamına, her zaman olduğu gibi kalleşçesine noktayı koyacaklar.

Kalleşcesine diyorum, çünkü bu sinsi faylar, kimseye sır vermiyorlar!

Ne zaman, nerede, ne güçte?..

Uzmanlar gerçekleri, ancak cesetler sayılırken söyleyebiliyorlar! Samanyolu’nun ötesinin fotoğrafını çeken teleskopları yapabilen bilim, yerin birkaç kilometre altındaki fayları gözleyemiyor!

Evet sayın Görür, sayın Şengör, sayın Yaltırak, sayın Ercan…Ve diğer uzmanlar!

Evimiz sağlam ama İstanbul sarsılmaya başladığında ya biz evde yoksak!

Buna bir yanıtınız olacak mı?

Previous Story

“Töz” Bozlu Art Project’te 

Next Story

MUBI Nisan Seçkisi

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.