Bager Akbay’ı tasarımcı, sanatçı ve eğitmen kimlikleriyle tanıyoruz. Pek çok ses getiren işin altında onun imzası var, robot Şair Deniz Yılmaz akla ilk gelenlerden. Eserleri Ars Electronica, Todays Art, Transmediale gibi festivallerde sergilendi. Çocuklar için Scratch kitabının yazarlarından, İskele47’nin ortak-kurucusu ve İstanbul Maker Fuarı’nın ortak-küratörü. 2007’den beri teknoloji ve sanat alanında festivaller düzenleyen Amber Platform’un ve katılımcı, barışçıl öğrenme toplulukları kurmayı hedefleyen Başka Bir Okul Mümkün Derneği’nin yönetim kurulu üyesi. Mimar Sinan Üniversitesi, Marmara Üniversitesi ve Berlin Ernst Busch Sanat Akademisi’nde Günümüz Sanat Tarihi ve Kuklacılık İçin Yazılım dersleri veriyor, FLU TV’de Sanat Sohbetleri programını yürütüyor, yapay zeka okuryazarlığı atölyeleri düzenliyor. Ben de Akbay’ın sadık takipçilerindenim, yakın zamanda Bursa İmalathane’de verdiği “Sanat ve Sibernetik” adlı seminer ufuk açıcıydı. Hemen devamında da atölyesine katıldım, özellikle eğitimin son bölümündeki spekülasyonlar, geleceğe dair tahminler, bahsettiği riskler ve fırsatlar dikkat çekiciydi. Bager Akbay ile ArtDog Istanbul için kitabın, yayıncılığın geleceği üzerine konuşuyoruz.
2015’ti sanıyorum, dünyanın en büyük ve gözde yayıncı buluşması olan Frankfurt Kitap Fuarı’na katılmıştım ve yayıncıların, uzmanların, sektör önde gelenlerinin dilinde aynı şarkı vardı, “matbu kitap bitti, e-kitap tüm ekosistemi ele geçirecek, basılı kitap okurların evlerinde plak muamelesi görecek, bir nostalji nesnesi olacak”. Zaman söylenenleri çok da haklı çıkarmadı, tam aksine farklı modlarda okuma deneyimi (sesli kitap, e-kitap) yine matbuyu destekleyip besliyor. Basılı kitabın geleceğiyle ilgili siz neler düşünüyorsunuz?
Her spekülasyon biraz gerçeklik içeriyor tabii ki. Spekülasyonlara genelden özele doğru bakmak bana daha keyifli geliyor. “Matbu kitap bitti”, bu cümleyi anlamak için, biraz alakasız gelebilir ilk bakışta ama özelleştirmelere bakmak olabilir. Özelleştirmedeki klasik ilk basamak nedir, var olanı kötüleme. Var olanının tüm kötü yanlarını say, hatta biraz baskı altına al, böylece değişimi herkes zorunlu görsün. İkinci basamak ise kendi alternatifini sunma, burada sunuş genelde şöyle olur, var olan komple gidecek yerine muhteşem bir kurtarıcı gelecek.
Matbu kitap gerçekten oldukça problemli, kağıt kullanımı, geri/ileri dönüşüm şansının az olması, lojistik problemler, güncel kalamama, yazarın doğru dürüst bir gelir oranının olmaması, vitrinlerin tekelleşmesi. Değişmesi kesinlikle gerekiyor gibi duruyor. Güzel yanlarını bilerek atlıyoruz burada.
Pek de muhteşem olamayan kurtarıcı, e-kitap, bunlara alternatif sunabilir ama bu alternatifin kapsayamadıkları ve de bazı kötü yanları var. Bir kere dağıtıcının ilgisini çok çekmediği için kitap alanı demokratikleşecek, bu kesinlikle iyi bir şey ama “çoksatanlar”ın artık az satması anlamına geliyor, çeşitlilik artacak, popüler kültürü parçalayacak, bizim çocukluğumuzda bunlar okunurdu olmayacak çünkü herkes başka bir şey okuyacak. Kitap ile yaşanan bireysel deneyim altüst olacak, otobüste rahatça açıp okuyabileceğin halde olmayacak. Sosyal statüye olan etkisini azaltacak, kitabı okurken kimse ne okuduğunuzu bilemeyecek, o güzelim devasa ev kütüphaneleri hatıralarda kalacak. Bilgisayarımda ortalama bir üniversite kütüphanesinden çok daha fazla kitap ve makale var ama bırakın başkalarını, bunu ben bile unutuyorum bazen. E-ink ekranlı cihazlar aslında bunların bazılarına alternatifler sundu ama yeterli olamadı.
İnsanların alışkanlıkları tahminimizden ve algımızdan çok daha az ve yavaş değişiyor. E-kitap satışları bazı ülkelerde matbu kitabı zorlamaya başladı ama bu dönüşüm tahminlerden yavaş olacak gibi duruyor. Bu da ikinci kısma getiriyor beni, yok etmeyecek, onun da bir yeri olacak.
Özetle, okuma yazma oranının henüz düşük olduğu bir dünyada iki tür kitap için de ciddi büyüme alanı var gibi duruyor.
Kitap satın alma alışkanlıkları yeni dünyanın yeni yöntemlerine uyum sağladı, çevrimiçi mağazalar, web satış siteleri üzerinden kitap alışverişi gittikçe daha da popüler hale geliyor. Diğer yandan kitabevlerine gitmemek demek kitapçı kültürüyle tanışmamak, raf eşelememek, kitapçının önerileriyle yeni yazarlar keşfetmemek, imza günlerine panellere, seminerlere daha az katılmak anlamına geliyor. Bu konuda ne düşünüyorsun, yeni dünyanın yeni alışkanlıkları arasında kitabevi kültürü sizce nereye konumlanacak? Kitap alışverişinin geleceği neye dönüşecek?
Popüler kültürün parçalanması dediğim buydu aslında. Gençken kitapçılar, sahaflar, kitap fuarları benim için inanılmaz önemli yerlerdi ama çok uzun süredir bu hissi yaşamıyorum. Okudukça daha ufak ve özel konulara ilgi duymaya başlıyorsunuz ve bunu bir kitapçı veremez. Girdiğiniz her sahafta bir iki kitap ilginizi çekiyorsa artık, internet, forumlar vs. daha doğru bir kitap arama alanı haline geliyor. Kitapçılar da daha çok çocuk ve genç görmemizin sebebi belki de bu olabilir.
Kitap yazma, kitap hazırlama deneyimini yaşadınız ve bildiğim kadarıyla şu anda da bir metin üzerinde çalışıyorsun/uz. Bu konuda neler söylemek istersiniz, kitaplar üretimlerinizin arasında nerede duruyor? Kitap yazma, yaygınlaştırma, okura ulaştırma noktasında gözlemlerin neler oldu ve yapay zeka bu noktada nasıl bir yardımcı, eşlikçi olacak?
Çeşitli kitap projelerinin içinde dolaylı olarak yer aldım bugüne kadar. Şu an sanatçı Deniz İkizler ile beraber bir kitap hazırlığındayız ama kafamızda çok net bir plan yok, yolun nereye çıkacağını zaman içinde göreceğiz. Yapay zeka bir eşlikçi gibi hep yanımızda, yazı için direkt kullanmıyoruz ama bazen sıkışınca sohbet ediyoruz, çeşitli araçlarla ve tıkandığımız bazı konularda önümüzü açabiliyor. Yaratıcı yazarlık anlamında pek bir etkisi yok ama bir sohbet eşliğinde biraz kendimizi açmamıza yaradığını söyleyebilirim. Editoryal olarak kullanımda da ofis yazılımlarının biraz ötesinde işe yarayabiliyor.
Makine çevirisi ile ilgili ne düşünüyorsunuz? DeepL, ChatGPT çeviri konusunda her gün daha da iyileşiyor, hala Türkçeye çeviri noktasında ideal değil ama çok iyi bir asistan. Ben yeni zamanın editörlerin altın çağı olacağını düşünüyorum, ham da olsa çeviriyi makineye yaptırıp ince işini en iyi yapan editör hem zaman hem üretim noktasında öne çıkacak, şu andan çok daha fazla maddi ve manevi olarak tatmin sağlayacak belli ki.
Kesinlikle katılıyorum. Çeviri bitecek deniyor, bence çeviri yeni başlıyor, dünya üzerindeki kitapların neredeyse tamamı tek dilde basılmış durumda, çevrilecek o kadar çok metin var ki.
Ekonomist Daron Acemoğlu ile yakın zamanda İktidar ve Teknoloji kitabı üzerinden bir söyleşi yaptım. Kitaptaki şu notunu önemli buldum: “Tüm iyimser görüşlere rağmen, insanlık tarihinin son bin yılı, refah paylaşımı getirmenin yanından bile geçememiş sayısız icatlarla dolu… Ortaçağ ve erken Modern Çağ tarımındaki nice teknolojik gelişme, örneğin daha iyi sabanlar, daha gelişmiş değirmenler, nöbetleşe ekimin daha etkili uygulanması ve atların daha çok kullanılması, nüfusun yüzde 90’ını oluşturan yoksul köylüye neredeyse hiçbir fayda sağlamadı. Avrupa gemi tasarımında Geç Ortaçağ’dan itibaren yaşanan gelişmeler, okyanus ötesi ticareti mümkün kıldı ve bazı Avrupalılar için muazzam servetler yarattı. Ama aynı tip gemiler köleleştirilmiş milyonlarca insanı Afrika’dan Yeni Dünya’ya taşıdı, kuşaklar boyu süren baskı sistemlerinin inşasını mümkün kıldı ve bugün bile devam eden korkunç bir miras bıraktı. İngiliz Sanayi Devrimi’nin erken dönemindeki tekstil fabrikaları küçük bir azınlık için büyük servet yarattıysa da işçilerin gelirlerinde neredeyse yüzyıl boyunca bir yükselme olmadı. Üstelik, tekstil işçilerinin de acı biçimde fark ettiği gibi, hem fabrikalarda çalışma hem de kalabalık şehirlerde yaşam koşullarının daha da kötüleşmesine ve iş saatlerinin uzamasına yol açtı. Pamuk çırçır makinesi devrim niteliğinde bir icattı. Pamuk ziraatını ciddi biçimde artırdı. ABD’yi dünyanın en büyük 15 pamuk ihracatçısı yaptı. Fakat aynı icat, pamuk ekiminin bütün Güney Amerika’ya yayılmasıyla köleliğin acımasızlığını daha da şiddetlendirdi.” Ve daha pek çok örnek… Teknolojinin dizginleri gerçekten elitlerin elinde mi ve onların ellerinden almanın yolu var mı?
Gelişen teknolojilerin odaklandığı konulara bakmak aslında bu durumun nasıl ilerleyeceğini gösterecektir. Bir teknoloji dünyayı demokratikleştirebilir veya otokratikleştirebilir. Mühendislik alanı mesela mavi yaka üzerine baskı kurar, yapay zeka da beyaz yaka üzerine benzer bir baskı kuruyor. Bu alanların demokratikleştirme etkileri yok demiyorum ama çoğunlukla tersi etkilere de gebeler. Topluluk olma, karar verme, çatışma çözüm gibi topluluk içinden, topluluk için olan teknolojiler ise demokratikleştirmeyi artırır ama bu alanlar üzerine yapılan çalışmalar maalesef çok az. Zaten bir süredir sistemler üzerine çalışmamızın ve üretmemizin sebebi de bu aslında. Daron Bey sorunu çok güzel tespit etmiş, bu sorunu bertaraf edecek vizyonun oluşturulması için filozoflara ve sanatçılara ihtiyacımız var ki sorun resmedilsin, görülsün ve odağa alınmaya başlansın.
Atölyende çok zengin bir içeriği farklı sektörlerden gelen 40’ın üzerinde katılımcıyla paylaştınız. Özellikle dikkatimi çeken prompt vermenin incelikleriyle ilgili kısımdı ve yayıncı olarak kendime pek çok ödev çıkardım. Özetle yeni dönemde yayınlayacağımız kitapların, sağlayacağımız içeriklerin okurlarımıza prompt verirken yardımcı olacak bilgiler içermesi önemli gibi geliyor bana, bu yönüyle 100 soruda sanat, edebiyat, bilim gibi kitaplar, giriş kaynak kitapları, hızlı okunan ve çok isim öğreten, çok yaklaşım ve akım öğreten kitaplar iyice önem kazanacak. Sizin düşüncelerinizi merak ediyorum?
Şimdi biraz basit ve komik gelecek ama kişisel gelişim kitaplarının satışının artması bize bir ipucu veriyor. Felsefi, dini kitaplar ve psikoloji üzerine yazılan yazılar artacak gibi duruyor, kişisel gelişimden iletişime doğru bir geçiş göreceğiz. Ardından da topluluk olma üzerine yayınlar artacak gibi geliyor eğer bu benim hüsnü kuruntum değilse tabii. Bu değişimin iki üç temel sebebi var. Birincisi insanların artık biraz zamanı var, kendilerine bakmaya başlayabiliyorlar, ikincisi dünya çok hızlı değişiyor ve bu değişimi anlamanın ilk koşulu kendini anlamak, üçüncüsü ise değişimler o kadar büyük ki kültürün ve hafızanın tekrar sorgulanmasını gerektiriyor.
Sürdürülebilirlik, daha az karbon ayak izi bırakan yayıncılık, kaynak tüketiminde daha az zarar veren bir sektör… Biz yayıncılar bu konularda elbette çalışıyoruz, araştırmalar yapıyoruz ancak en nihayetinde kağıda bağımlı bir sektörüz şu anki halimizle. Bu noktada söylemek isteyecekleriniz olur mu?
Ben sürdürmemeye karar verdim, daha doğrusu otoritelerin sorumluluklarını bana (bireye) yıkmaları artık beni rahatsız ediyor. O plastik dünyaya zarar mı veriyor, çıkartın yasayı kullanılmasın, beni niye sorumlu hale getiriyorsunuz. Karbon ayak izi hesaplama fikri bile reklamcılar tarafından sorumluluğu bize yıkmak için çıkarıldı. Tabii ki ufak çapta önlemlerimi alıyorum ama artık bu konuda anksiyetelere yerim yok, dünyayı düşünen ve bunu uygulayan firma ve kurumlara destek veriyorum, yapabileceğim tek şey bu. Dünya mahvolursa hepimiz mahvoluruz, azdan az gider çoktan çok, zenginler düşünsün.
Son olarak, yapay zeka telif meselesi üzerine düşüncelerini merak ediyorum. Sahiplik meselesine nasıl bakıyorsunuz, artık ürettiğimiz herhangi bir eser kamuyla paylaştığımız andan itibaren hâlâ bizimdir diyebilecek miyiz? Fikri mülkiyetin sınırı nerede başlayıp nerede bitecek, yapay zeka benim üretimlerinden faydalanmasın gibi bir söz söylemek, istekte, dilekte bulunmak mümkün mü?
Demin bahsettiğim büyük değişimler için bu harika bir örnek. Yasalar prensipte kamusal fayda için vardır. Telif yasası, yaratıcı üreticileri koruyalım ki daha fazla üretsinler, daha fazla kişi bu yöne gitsin diye çıkmıştı ama zaman içerisinde suyunu çıkardık. “Öldükten sonra 70 yıl” biraz abartı değil mi bu, neredeyse ortalama ülke ömrüne eş bir süreden bahsediyoruz. Bunun kamusal faydasını göremiyorum. Spotify harika müzisyenler aç, makale ekonomisi milyarlarca dolar ediyor ama bilimcilere para verilmiyor, patentler patent trollarının çantalarında birer evrak. Telifin kamusal faydasını tekrar düşünmeliyiz.