20 Nisan’da açılan 60. Venedik Bienali bu yıl 331 sanatçı ve kolektife ev sahipliği yapmanın yanı sıra 86 ülkenin ulusal pavyonunu da ağırlıyor. Bir yanda ulusal pavyonlarda ülkeler kendi eserlerini sergilerken, küratörlüğünü Adriano Pedrosa’nın yaptığı “Yabancılar Her Yerde” temalı bienal sergisi devam ediyor. Ulusal pavyonlar da yerli mirası, savaşları ve dünyada yaşanan umutsuzlukları barındıran ilgi çekici ve cesur temalarıyla dikkat çekiyor. Bu yıl bienale ilk kez katılan dört ülke var. Benin , Etiyopya, Timor ve Tanzanya. Tarihi binalardaki 86 ülke pavyonundan bazıları izleyiciler ve eleştirmenler nezdinde öne çıkıyor. Türkiye’den Mısır’a, Polonya’dan Avustralya’ya, Suudi Arabistan’dan Almanya’ya, Özbekistan’dan Sırbistan’a, İngiltere’den Japonya’ya, 60. Venedik Bienali’nin en çok beğenilen 10 ulusal pavyonunu ArtDog Istanbul okuyucuları için derledik.
Mısır Pavyonu
Bu yıl Mısır’ı İskenderiyeli sanatçı ve yönetmen Wael Shawkey temsil ediyor. Hikâye anlatıcılığıyla bilinen Shawky, ulusal, dinî ve sanatsal kimlik kavramlarına odaklanıyor ve bu kavramları kurgu ile gerçek arasındaki sınırları bulanıklaştıracak şekilde sürükleyici anlatılar oluşturmak için kullanıyor.
Shawky, Mısır Pavyonu için yönettiği, kareografisini yaptığı ve bestelediği orijinal bir müzikal oyunun filme uyarlaması olan “Drama 1882”yi sunuyor. Film, Mısır’daki emperyal işgali arka planına alarak 1879-82 Urabi devriminin milliyetçi coşkusunu inceliyor. Filmin odağına aldığı Urabi devriminde, emperyal işgale karşı çıkan halk ayaklanması bastırıldı ve sonrasında ise Mısır’ın İngilizler tarafından işgaline bahane olarak kullanıldı. Devrimin sloganı “Mısır Mısırlılarındır” idi.
Bienal Arte 2024’ün “Yabancılar Her Yerde” temasından ilham alan Shawky, “Drama 1882” filmini Ortadoğu’daki felaket döneminin ortasında bienale taşıyarak tarihsel tekerrürü gözler önüne seriyor ve Ortadoğu’nun emperyalist işgallerle dolu tarihini düşünmeye davet ediyor.
İskenderiye’de tarihî bir açık hava tiyatrosunda çekilen film, klasik Arapça ile söylenen melodileri, kukla drama ve gösteri unsurlarıyla bir araya getirerek sanatsal bir şölen sunmayı da ihmâl etmiyor. Sanatçının ayrıca 2023 yapımı filmi “I Am Hymns of The New Temples” (Ben Yeni Tapınakların İlahileriyim), bienalle eş zamanlı olarak Museo di Palazzo Grimani’de gösterilmeye devam edecek.
Japonya Pavyonu
Japonya pavyonuna bu sene, 1980 Kanagawa doğumlu, üretimlerini Japonya’da devam ettiren Yuko Mohri eşlik ediyor. Mohri, rüzgara, sıcaklığa, kalabalıklarına hareketlerine odaklanan enstalasyonlarıyla sanatsal ekosistemler yaratıyor. Bienalde ise kendi tarzını sürdürerek plastik hortum, kova, poşet gibi materyallerden oluşan tuhaf mekanizmalardan meydana gelen bir eğlence evi tasarladı. Enstalasyonunun ismi “Beste”.
Sanatçının devam eden serisinin bir parçası olan sergi, işçilerin Tokyo metro sistemindeki sızıntıları onarmak için kullandıkları akıllıca, pratik ve doğaçlama yöntemlerden ilham alıyor. Malzemeler ilginç bir orkestra içerisinde enstrümanlara dönüştürülüyor. Dönen bir fan, lastik bir tüpü harekete geçirerek yakındaki bir alışveriş çantasının hışırdamasına neden oluyor; plastik bir tabakanın üzerine düşen yağmur damlaları bir dizi rüzgar çanını tetikliyor. Tüm duyuları harekete geçiren enstalasyon, her şeyin birbirine bağlılığını somutlaştırırken aynı zamanda deneyime mizah ve enerji katıyor.
Özbekistan Pavyonu
Özbek sanatçı Aziza Kadyri, Orta Asyalı kadınların deneyimlerini ve göç sürecinde kimliklerin nasıl yeniden üretildiğini araştırarak bu üretimlerden yeni bir eser üretiyor. Kadyri bu eserde Taşkent merkezli Qizlar Kolektifi ile birlikte çalışıyor ve bir tiyatro sahnesinde kostümler ve heykeller aracılığı ile Özbek kadınlarının eski hikâye anlatımlarına, bu anlatılardaki beden ve toplum arasındaki ilişkiyi görsel ve işitsel bir çalışmayla sunuyor,
Eserde kullanılan, Özbek Suzani nakışı yapay zekâ ile üretilmiş. İzleyici, mekândayken, hem izlenilen hem de izlenen durumları arasında geçiş yaparak hem gözlemcinin hem de gözlemlenenin durumunu sorgulatıyor. Böylece, bir tür performansın içinde esere dahil oluyor.
Sırbistan Pavyonu
Görsel sanatçı, sahne tasarımcısı ve film yapımcısı Belgrad doğumlu Aleksandar Denić, Sırbistan Pavyonu’nu temsil ediyor. Exposition Coloniale (Sömürge Sergisi) başlıklı sergi, sömürgeciliğin sorunlarını hem ikamet etme, yerleşik düzene sahip olma ve hem de sürekli bir transit halinde olma, yerleşmeden geçip gitme fikirlerini aynı anda, kontrastı koruyarak ele alıyor. Sömürgeciliğin, çağdaş dünyaya farklı parametrelerle, değişen insani değerler ve ilkelerle, hem sembolik hem de gerçek hayatta geçerliliğini koruduğunu düşündürtüyor.
Son yıllarda profesyonel olarak çalıştığı Almanya’da ve Almanca konuşulan diğer bölgelerde, kendisini kalıcı olarak yer değiştiren bir yabancı olarak tanımlayan Denić, ziyaretçilerin aidiyet duygularını sorgulamalarına ve “kendi ülkelerinde yabancı gibi hissetmelerine” neden olan “yansıtıcı bir rahatsızlık” duygusunu mekâna yerleştiriyor. Sergide “fiziksel ve duygusal alemler arasındaki sınırları daha da bulanıklaştıracak ve bozacak” müzik ve sesler, ışıklar, ısıtma sistemleri ve diğer duyusal unsurlar yer alıyor.
Büyük Britanya Pavyonu
Büyük Britanya Pavyonu, günümüzün en çok tanınan film yapımcılarından biri olan John Akomfrah’ın son projesinden oluşuyor. Listening All Night To The Rain (Tüm Gece Yağmuru Dinlemek), saatlerce süren görüntüler, bunlardan bağımsız olarak çalan bir ses ve kültürel sembollerin bir karışımından meydana geliyor.
“The Windrush Generation” başlığını taşıyan çalışma, Kenya’daki Mau Mau ayaklanması, Rachel Carson’ın yazıları, Vietnam Savaşı ve yaklaşan ekolojik kıyametin eşlik ettiği, Küresel Güney’i saran her mücadelenin birbiriyle bağlantılı olduğunu ima eden görsel-işitsel bir mozaik.
Türkiye Pavyonu
Gülsün Karamustafa’nın, Türkiye Pavyonu’na özel ürettiği Oyuk ve Kırık Dökük: Bir Dünya Hâli adlı eserinde, farklı malzemelerin kullanıldığı, heykelleri andıran çalışmalara, bir film ve bir ses kompozisyonu eşlik ediyor.
Karamustafa’nın, boyutlarını İstanbul’daki tarihi Hipodrom’a benzettiği sergi mekânına girildiğinde, ziyaretçileri, Venedik’in ünlü Murano camlarından yapılmış, tavandan asılı duran üç avize karşılıyor. Avizelerin her biri Hristiyanlık, Yahudilik ve İslam olmak üzere birer tek tanrılı inancı temsil ediyor. Dikenli telle sarılan bu ışıklı sembolik objeler, dinler arasındaki tarihi gerilimleri ve çekişmeleri simgeliyor.
Pavyonda ayrıca farklı yüksekliklerde içi boş, plastik sütun kalıpları yer alıyor. Ancak destekler yardımıyla ayakta durabilen bu kalıplar, geleneksel olarak zafer ve dayanıklılığı çağrıştıran sütunlarla tezat oluşturarak serginin ele aldığı boşluk ve kırıklık duygularını somutlaştırıyor. Mekânda ayrıca, atık Murano camı parçalarıyla yüklü vagonlar bulunuyor.
Pavyonda Gülsün Karamustafa’nın sanat pratiğinde önemli bir yer tutan bir de film yer alıyor. Dünya çapında göç, savaş ve gösterileri konu alan siyah beyaz propaganda görüntülerini içeren filmde Karamustafa, görüntüleri yeniden kurgulayarak, insanlık durumuna yeni bir bakış açısı getiriyor. Sergiye eşlik eden bir ses kompozisyonu da ziyaretçilerin deneyimini derinleştiriyor.
Polonya Pavyonu
Polonya’nın 2024 Venedik Bienali’ne hazırlanma süreci epey tartışmalı oldu. En başta ülkeyi temsil etmesi planlanan Ignacy Czwartos’un katılımı, sergi konseptinin “Avrupa karşıtı” olması gerekçesiyle Polonya Kültür Bakanlığı tarafından iptal edildi. İptalin ardından şimdi Polonya’yı Ukraynalı kolektif Open Group temsil ediyor. Kolektifin “Repeat After Me II” adlı enstalasyonunda, Rusya’nın işgalini yaşayan Ukraynalılarla yapılan röportajları içeren iki video yer alıyor. 2022 videosundaki bazı kişiler Ukrayna’nın başkenti Lviv’de konuşurken, 2024 tarihli videoda yer alan kişiler ise şu anda ikamet ettikleri Batı Avrupa’daki başka ülkelerde görülüyor. Çalışmayı özel kılan şey, görüşülen kişilerin havan toplarının ve hava saldırısı sirenlerinin seslerini tekrar ederken, o seslerin altyazı olarak belirmesi. Open Group’un kameralarının gözlerinin içine bakan Ukraynalılar, sesleri tekrarlarken metin karaoke gibi vurgulanıyor.
Suudi Arabistan Pavyonu
Suudi Arabistan Pavyonu’nda ülkeyi kadın hakları ile ilgili yaptıklarıyla ismini duyuran Manal AlDowayan, temsil ediyor. Sanatçı yıllardır kolektif hafıza, unutma ve kadın deneyimlerini konu etmesiyle tanınıyor. “Shifting Sands: A Battle Song” isimli çalışmasında sanatçı, derin bir kültürel dönüşüm döneminde Suudi kadınların enerjisine kulak veriyor. AlDowayan multimedya enstalasyonunda, çölün jeolojik özelliklerini kadınların sesleriyle bir araya getirerek, onların yaşamlarına dair kolektif bir ifade yaratıyor. AlDowayan, Suudi kadınların seslerini güçlendirmeye ve yükseltmeye çalışıyor. AlDowayan’ın Al Khobar, Cidde ve Riyad’da Suudi kadınlarla gerçekleştirdiği atölye çalışmalarından ortaya çıkan şarkı, metin ve çizimlerin belgelenmesiyle ziyaretçileri Suudi kadınları anlamaya davet ediyor.
Avustralya Pavyonu
Avustralya Pavyonu’nda Avustralya yerlisi sanatçı Archie Moore’un sunduğu “kith and kin”, Avustralya’nın ilk halklarına bir ağıt, sömürgeciliğin kalıcılığına ve olumsuz sonuçlarına dair bir çarpıcı bir çalışma. Avustralya’yı temsil eden Moore, işiyle birkaç gün önce yapılan açılış töreninde de bienalin en büyük ödülü olan “Altın Aslan”ı aldı. Moore, “kith and kin” adlı enstalasyonu için Avustralya Pavyonu’nun duvarlarına ve tavanına tebeşirle kendi ailesinin dev bir soyağacını çizdi. Tek tek isimlerin olduğu soyağacı 3.484 kişiyi kapsıyor ve Moore, soyağacının 65.000 yıl öncesine uzandığını söylüyor. Pavyonun ortasındaki masada da, gözaltına alınıp öldürülen yerli Avustralyalıların ölümleriyle ilgili hükümet belgeleri yer alıyor.
Enstalasyon, sanatçının Kamilaroi, Bigambul, İngiliz ve İskoç soylarıyla olan bağlantılarını da gösteriyor ve Moore’un atalarının isimlerinden oluşan bir takımyıldızını andıran, nesiller ve halklar arasındaki bağlantılara dair çarpıcı bir vizyon sunuyor. 60. Venedik Bienali’nin bu yılki jüri başkanı ve Columbia Üniversitesi çağdaş sanat profesörü Julia Bryan-Wilson, Moore’un işinin “kederli bir arşiv” olduğunu söylüyor.
Almanya Pavyonu
Bu yılki Venedik Bienali’nin en ilgi çekici pavyonlarından biri Almanya Pavyonu oldu. Pavyonun küratörü, Kunsthalle Baden-Baden’in direktörü Çağla İlk. İlk’in sergisine eşlik eden metinde, serginin başlığı olan “Eşikler”in, Venedik kanallarında gezinen gondollar ile La Certosa’yı birbirine bağlayan metal iskele boyunca yaptığı bir gezinti sırasında aklına geldiğini açıklıyor. Genellikle gözden kaçan bu rıhtım, bir geçiş mekânı olarak hizmet veriyor. Gondollardan inen çoğu kişi, iskeleye çıkan patikadan ziyade ormanlık alanın bağlantı yoluna odaklanır. İlk, bu ara alanların önemini vurguluyor.
Göçten etkilenenler için şimdiki zaman, temelde üç boyutlu ve bedensel bir deneyimdir, çünkü göçün mevcut durumu her zaman farklı aidiyetlerin kesişme noktasında yaşar. “Eşikler”, tarih ve geleceği fotoğrafçı ve film yapımcısı Yael Bartana, tiyatro ve opera yönetmeni Ersan Mondtag ve Michael Akstaller, Nicole L’Huillier, Robert Lippok ve Jan St. Werner’in işleriyle görünür kılıyor. Ersan Mondtag pavyonun cephesini toprakla kaplayıp asbest fabrikasında çalışan ve bunun sonucunda ölen büyükbabasını konu alan enstalasyonunu , Yael Bartana ise uzay yolculuğu hakkında bir video gösteriyor.