Açıklama
Kıyametin İçinden
Bu sayıyı yayına hazırlarken Avustralya yangınları girdi gündeme. Cayır cayır yanan hayvanların ağzımızı açık bırakacak sayıları manşetlere düştü, patileri yanmış koalaların fotoğraflarının altına sosyal medyada gelenek olduğu üzerine sadece “dua edin” değil bu sefer “yardım edin” hashtag’leri yer almaya başladı.
Bir kıtayı yerle bir eden bu kıyamet gibi yangın silsilesinin günahı, vebali, hesabı hepimize…
Elimizde plastik su şişeleriyle gezen, bilinçsizce alışveriş yapmaya devam eden bizlerin suçu.
Yıllar yıllar evvel “Ozon tabakası delinmiş, kimyasallar dünyaya zarar veriyormuş,” söylentilerini sanki çok uzakta bir yerde olan biten bir habermiş gibi kulak ardı eden, ‘bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’cı bencil, her şeye hükmettiğini zanneden insan türünün, bizim marifetimiz o yangınlar. Yıllardır ‘geliyorum’ diyen felaket nihayet kapımızda, istesek de sırtımızı dönemeyiz artık.
Battaniyenin altında, kıyamet günü temalı bir bilim kurgu filmini izleyip hafif ürpererek ama sıcak yatağında olmanın verdiği huzur ve keyifle filmdeki karaktere acıdığımız günler geride kaldı. Çünkü o karakterler artık biziz! İçinde olduğumuz durum da gerçek, bir bilim kurgu filmi falan değil.
Durdurulamaz bir güce dönüşen iklim krizi kapıdan içeri girdi, evimizi yakıyor.
Yeni bir yıla, yeni bir 10 yıla girdiğimiz şu günlerde meselemiz çok açık. Yaşayacağımız bir dünya falan kalmadı.
Bütün bunlar olup biterken bizim de konularımız farklı olamazdı.
Zaten bir süredir nereye kafamızı çevirsek, İstanbul Bienali’nden tutun da Oslo Mimarlık Bienali’ne tema aynı: Mahvettiğimiz dünya.
Yok oluşumuz geri döndürülemez bir hızla başladı. Bu işi beceremedik. Ağaçlara, çiçeklere, hayvanlara, her şeye hükmettiğini zanneden insan yaşadığı gezegeni sonunda mahvetmeyi başardı.
Şimdi atılmaya çalışılan adımlar bizi ne kadar kurtarmaya yetecek? Şahsen ben hiç ümitli değilim. Kapitalizmin yaratıcısı, doğanın efendisi, üstün ırk insan! Ne kadar kurtulmayı hak ediyor, ondan da emin değilim.
Yılın ilk aylarında ümit dolu bir yayın hazırlamak isterdik ama varolan gerçekleri yok sayarak ümide ulaşmak mümkün değil. Küresel iklim krizine karşı mücadele ve acil önlem çağrılarının gittikçe yoğunlaştığı bu dönemde; İngiltere, Amerika, Fransa ve Türkiye’den örneklerle fosil yakıt ve enerji şirketlerinin sanat alanındaki işbirliklerini mercek altına aldığımız bir dosya hazırladık.
SALT, Türkiye’de ekoloji temalı bir program geliştiren ilk sanat kurumlarından biri oldu. Kasım 2015’te Paris İklim Değişikliği Konferansı’nda başlatılan Bu Son Şansımız mı? adlı belgesel gösterimi halen devam ediyor. Bu fikrin nasıl ortaya çıktığını ve nasıl bir farkındalık yarattığını Direktör Meriç Öner ile konuştuk.
Köşe yazarımız Saruhan Doğan, Bildiğimiz Dünyanın Sonuna Gelirken başlıklı yazısında “İnsanların, devletlerin bir araya gelip kendi bireysel çıkarlarının ötesini görüp küresel ısınmaya karşı toplu bir eyleme geçebileceklerine ben inanmıyorum.” diyor.
Diğer köşe yazarımız Yvan Barbaryan, Kıyamet, Hemen Şimdi… başlıklı yazısında 1980’lerin ilk yarısında Philadelphia sokaklarında Afro-Amerikalı bir dansçının, “şirketlerin açgözlülüğünden, soyguncu çete devletlerden, karbon salınımından, ozon tabakasından, yok edilen kaynaklardan, tahrip edilen doğadan ve tüm bunların birbiriyle ilişkisinden bahsettiği” performansıyla haberdar olduğunu anlatıyor sonun başlangıcından. ‘Yokoluş’ ve müzik arasındaki ilişkiye baktığı yazısının en can alıcı yönü 80’lerin başında ‘uyanmış’ birilerinin bu gerçeği haykırdığı gerçeği değil mi?
Yaşayacağımız bir alan kalacak mı? başlıklı dosya konusunda iklim krizi ve mimari ilişkisine baktık. Türk mimarlara durumun ne kadar vahim olduğunu ve bu konuda aldıkları önlemleri sorduk.
Ve kapak konumuz Tim Walker. İngiliz fotoğrafçının bir peri masalını andıran kareleri iklim kriziyle beraber âdeta mahşer günü gibi korkunç görüntülere sahne olan dünyamızın içler acısı durumuyla bir tezat oluşturduğu ve kusursuz güzellikte bir hayal evreni sunduğu için mi bu kadar gündem oldu şu aralar? Peri masallarını andıran bu karelerin bu kıyametin içinde yeri var mı?
Önümüzdeki on yıl dünyayı nelerin beklediğinin izlerini bulacağınız yeni yılın ilk sayısını sevmeniz dileğiyle…