Berka Beste Kopuz’un Merdiven Art Space’te açılan sergisi Toprak Biriktirir Geçmişi II isimli sergisi Acıbadem’de yaşadığı yere sınır komşusu olan bir av köşkünü konu alarak yaşadığı bölgeyi irdelemesiyle gelişiyor. Özel bir defter, çizimler, beton ve Ytong’dan yapılan iki boyut ve üç boyut arasındaki yerleştirmeler ile kurgulanan sergi, kent tarihi, geçmiş ve bugün arasında kişisel araştırmalarından yola çıkarak kaybolmaya yüz tutmuş bir köşkün tarihçesinden toplumsal hafızada yer eden kaybolma ve hatırlanma konularına odaklanıyor. Kopuz’un Toprak Biriktirir Geçmişi II adlı sergisi 30 Kasım 2024’e kadar Merdiven Art Space’te izlenebilir.
Toprak Biriktirir Geçmişi II serginizde, bir mekânın hafızasını nasıl ele aldığınızı ve geçmişin bu mekânda nasıl yankı bulduğunu detaylandırabilir misiniz? Serginin içeriğinde mekânın soyut ve somut katmanlarıyla kurguladığınız ilişkiden söz eder misiniz?
Sergi aslında en temelde yaşamakta olduğum yerin hemen yanı başında yer alan eski bir av köşkünden yola çıkıyor. İlk olarak bu yapının kullanım amacı ve tarihi üzerine eğilmiş olsam da Acıbadem bölgesini araştırmaya başladığımda neredeyse doğduğumdan beri yaşadığım bu yerin yabancısı olduğumu fark ettim. “Ben nerede yaşıyorum?” sorusunu beraberinde getiren bu süreç, üretimlerim ile bir yeri yeniden tanımaya çalışmak, bir yer ile diyalog kurmanın alternatif yöntemlerini arayarak ilerledi. Sergide yer alan çalışmalarımda bu kimi zaman daha somut ve sert bir form olan beton malzemesi gibi yapı malzemeleri ile karşımıza çıksa da mekânın hafızasına dair ipuçları bulabildiğimiz temsilleri de içerisinde barındırıyor.
Unutulmuş bir av köşkünün tarihini canlandırırken, bellek ve zaman arasında nasıl bir bağ kurdunuz? Bu süreçte unutmanın, yok olmanın zorluklarını eserlere aktarırken ne gibi çalışma yöntemleri ile ilerlediniz?
İhsan Bilgin’in çok sevdiğim bir cümlesi var; “İster bütünsel isterse de parçalı olsun yıkıp-yapma kentin tamamen yıkılması anlamına gelmez aslında, geride en az irili ufaklı, parçalı, bütünlü bazı izler kalır, artifaktların yani insan yapımı nesnelerin en hacimlisi olan kenti, ölçüsünün yanı sıra diğer artifaktlardan ayıran en önemli özelliği de tamamen yok edilememesi ve her durumda geride öncesinden bir şeyler bırakmasıdır.”
Ben de çalışmalarımda kendimi bir iz sürücü olarak konumlandırıp, araştırma sürecimde geride kalan izleri arıyorum. Bu yüzden hafızası olan mekânlar benim için oldukça ilgi çekici. Elbette mekânı algılama biçimlerimiz, deneyimlerimiz çeşitli etkenlere göre şekillenerek değişkenlik gösteriyor. Bir sanatçı olarak bunun temsilini günümüzde sıklıkla temas ettiğimiz beton malzemesi ile arıyorum. Beton her ne kadar soğuk, sert bir form olup negatif çağrışımları olsa da çalışmalarımda geçmiş ve gelecek arasında “şimdi” olarak bağlayıcı bir unsur.
Sergide ve bu araştırmada kendi geçmişiniz ile toplumsal hafıza arasında nasıl bir denge kuruyorsunuz? Kişisel gözlemleriniz ile birlikte aile albümünüzden yola çıkarak araştırdığınız bu süreçte başka hangi kaynaklara ulaşmaya çalıştınız ve bunun sonucunda eserler mekânın toplumsal anlamda yeniden varoluşuna nasıl katkı sunuyor?
Bir mahalleli olarak kişisel merakım ile yaşadığım evin yanında bulunan, eski bir yapıyı araştırarak başlayan bu araştırma sürecinde ilk olarak dikkatimi çeken, bölgeye dair çok fazla kaynağın olmamasıydı. Başlangıçta bulduğum birkaç fotoğraf ve bölgede hala ayakta kalabilmiş olan sayılı yapı devam etmemi sağlayan itici güç oldu. Sonrasında ise eski haritaları inceleyerek, sahaf ve müzayede gezerek bölgeye dair eski fotoğraflara ulaştım. Bu sayede bölgenin tarihine dair fikir sahibi oldum.2019’dan beri süregelen bu süreçte; röportajlar, sözlü tarih çalışmaları, arşivler, sahaflar, özel aile albümleri derken bölgeye ışık tutabilecek yaklaşık 200 parçadan oluşan bir arşiv oluştu. Yaptığım araştırmalar doğrultusunda bölgenin toplumsal hafızası açısından ne kadar zengin bir potansiyeli olduğunu fark ettim. Bu sebeple umuyorum önümüzdeki süreçte kamuya açık bir arşiv olarak paylaşılacak.
Üretim pratiğinizde kent araştırmaları, kent tarihi gibi çalışmaları kapsamlı biçimde yaparken beton ve Ytong gibi katı, kalıcı yapı malzemelerini bellek ve zamanın temsilcileri olarak kullanıyorsunuz. Bu malzemelerin serginizdeki aktarımı nedir, disiplin olarak nasıl bir yer tutuyor? Hatırlama ve unutmanın maddesel olarak temsil edilmesi sizin için nasıl bir aktarım yaratıyor?
Günümüzde belki de en sık temas ettiğimiz malzeme beton. Evlerimiz, iş yerlerimiz, gün içerisinde girip çıktığımız her türlü mekanlar, yollar… Bu sebeple çalışmalarımda beton, bir nevi geçmiş ve gelecek arasında hayatın içinden bir ‘şimdi’yi temsil ediyor. Beton gibi yapı malzemelerini kullanma amacım; aslında bu formların katılığına, kalıcılığına vurgu yapmaktan ziyade, malzemenin kendisi ile hem üretim sürecinde kişisel olarak bir ilişki kurarak potansiyelini keşfetmek hem de izleyiciye bu zamanlar arası yolculukta günümüzü beton üzerinden yeniden yorumlayarak bir deneyim alanı yaşatmak.
Unutulmuş bir tarihin, nostalji içinde kalmış değerli bir av köşkünün yeniden yorumlanması sürecinde, izleyiciyi geçmişle, kişisel ya da toplumsal tarihle nasıl bir zamansal diyaloğa davet ediyorsunuz? Toprak Biriktirir Geçmişi II serginizde bu diyalog sürecinin özellikle serginin belkemiğini oluşturan defter üzerinden yaklaşımını nasıl değerlendirirsiniz?
Bachelard, “Ev düşünüldüğünde geçmiş ve gelecek birbiri içine geçer. Hafıza, hayal gücü, yaşanılmış, yaşanılan, yaşanılması umut edilen olaylar bir araya gelerek mekâna ait öznel ve özel bir tarih oluşturur” der. Ben de bir nevi yaşadığım yerin tarihinin izini süren bir konumda görüyorum kendimi. Elbette yer ile kurduğumuz ilişki söz konusu olunca bu en başta bir aidiyet meselesi haline geliyor. Diğer yandan araştırdığım bölgenin bir sakini olarak araştırma süreci boyunca yazıp, çizdiğim, edindiğim her bilgiyi not düştüğüm eskiz defterim aslında kendi öznel tarihimin de bir parçası.
Bir tarihten ve hafızadan bahsederken aslında kimin, hangi zamanın hafızası ve tarihi diye sormak daha doğru olur diye düşünüyorum. Elbette her bir yaşantı kendine has ve özel. Ancak toplumsal olarak baktığımızda bu sorular oldukça önem arz edebiliyor. Ortaya çıkan bu defter; sözlü, yazılı, rivayet ve belgelere dayanan bilgiler dahil olmak üzere her türlü içeriği kapsıyor. Dahası bence doğası gereği dönemin, kişinin, zamanın bakış açısına göre tarih dediğimiz şeyin istemli ya da istemsiz ne kadar manipülatif ve öznel bir yönünün olabileceğini de içerisinde barındırıyor.
*Toprak Biriktirir Geçmişi II adlı sergisi 30 Kasım 2024’e kadar Merdiven Art Space’te izlenebilir.