Tahrip Etme Üstüne Bir Deneme – son

/

6. heidegger

Haydi yeniden taş ile devam edelim. Bu defa Heidegger’deki taş ve hayvan değerlendirmelerine bir göz atalım. Yerçekimine tabi olarak, taş üstünde yattığı yer ile temas halindedir. Öte yanda taşın yer ile temas edişi ile taşın üstündeki kertenkelenin taş ile teması arasında fark vardır. Diyelim ki, kertenkeleyi kabaca yerinden kovuyoruz ve taşı alıp fırlatıyoruz; bir çayıra düşmesi ya da içi su dolu bir çukurun dibini boylaması umurunda bile değil. Öte yanda bu taşın üstünde uzanmaya alışmış talihsiz kertenkele var ki birşeylerin kaybolduğunun farkında, oysa taşın farkında olduğu hiçbir şey yok. Taş sert zemin, yumuşak otlar ya da soğuk bir su birikintisinin içine düştüğünü hissetmeyecek. Hissetmeyecek, nokta! Bu örnekten yola çıkan Heidegger, taşın dünyasız olduğunu iddia eder. Bu, taşın bir dünyaya sahip olmadığı anlamına gelmez, sadece taş bunu farkedecek kapasiteye sahip değildir. 

Peki bu durumda kertenkeleye ne olur? Güneş ışınlarının sıcaklığını arar ama güneş hakkında hiç bir şey bilmez; ışık altında ısınacağı sert bir zemin arar ve taş hakkında hiç bir şey bilmez. Bu durumda olsa bile kertenkelenin taş gibi şeylere kayıtsız olduğunu söylemek pek doğru olmaz. Kertenkelenin taş ile teması taşın yer ile temasında olduğu gibi sadece yerçekimiyle ilgili olmayıp duyusal bir nüfuz etme şeklidir. Taşın güneşte sadece sıcaklığı artarken, kertenkele bu sıcaklığın farkındadır. Heidegger’in deyişiyle, “Kertenkelenin taşla, güneşle ve daha bir çok şeyle kendine has bir ilişkisi vardır” . Buna rağmen, şeyler kertenkele için tartışmasız biçimde “kertenkele şeyleri” olarak kalırlar. Hayvanın kertenkelemsi hayat biçimine devam etmesi için ona yol açan şeylerdir bunlar. Bu yüzden kertenkelenin bir anlamda dünyası olduğu söylenebilir ama bu filozofa göre varolan dünya ile aynı şey demek değildir.

Kendi dünyasına tutsak ve zorunlu kalmış, içine soğrularak onu kavrama yeteneğine sahip olmayan hayvanın aksine, insan, dünyasının dünya olduğunu bilir çünkü bir dereceye kadar olsa da, dünyadan ayrı düşmüştür. İnsanlığa özgü bü ayrılık, bu imtiyaz yüzünden, dünyaya “sahip olma” ayrıcalığı adına ödediğimiz bedeldir.

Evet, Caravaggio. Heidegger’in bir kertenkelenin arzusu hakkında söyleyebileceği bir şey var mıdır? Özellikle de, bir kertenkele tarafından ısırılan oğlanın arzusu hakkında?

7. herşey neden hâlâ yok olmadı?

Başlangıçta sözcük vardı. Sessizlik ancak ondan sonra geldi.

Ölümünden önce yazdığı son denemelerinden birinde Baudrillard yok oluş hakkındaki düşüncelerimizi sorgulamıştı. Örneğin, artık inanmadığımız ideolojiler, artık yok olduğunu düşündüğümüz otoriter rejim zulümleri, ya da en basit şekliyle kapitalist üretim biçimi altında yaşadığımız aşklar yüzünden çektiğimiz üzüntüler aslında yok olmazlar, bilinçaltımızda bir yerlerde içkinselleşirler. 

Ama iyisi mi en baştan başlayalım. Baudrillard’a göre şeylerin yok oluşu aslında modern bir olay değildir: ilk olarak, gerçeğin yok oluşuyla ilişkilidir. Gerçek adını verdiğimiz şey sadece medya, sanal gerçeklik ve iletişim ağlarının ortaya çıkışıyla yok olmamış, yok oluş Arşimed ve Galileo zamanlarından beri yükselişe geçen bilimlerin içinde mevcuttur. Gerçek dünya varolmaya başladığı an paradoksal biçimde yok oluşa geçmiştir. 

Gerçeğin yok oluşu, bilimlerin doğuşuyla belirlenmiş görünse de şeylerin yok olmaya başlaması çok daha eskiye gitmektedir. Baudrillard’a göre şeyleri kavramsallaştırmaya ya da onları kendimize temsil etmeye başladığımızda, şeyleri olmaya, varoluşa çağırmış ve aynı zamanda onları vahşi gerçeklikten ayırarak sonlarını hazırlamışızdır. Örneğin, “bilinçdışı” kavramını ele alalım. Bir şey yok olmaya başladığı an, kavramı varoluşa geçmektedir. Bunun sonucunda gerçek dediğimiz şey kavramına çekilerek yok olmaktadır.

Şeylerin yok olmasıyla birlikte insanlar ve insan türüne ait her şey de sanki görkemli bir projenin bir başka parçasının gerçekleşmesi gibi yok oluşa geçmiştir. İnsan denilen şey sanki en baştan beri kendi kendisini katletmeye programlanmış gibi, Ölüm-arzusu günümüzde insanların birbirini yok etmesiyle son safhasına ulaşmıştır. 

Modern çağda sanat da yalnızca yok olma bazında var olmaktadır. Paradoksal olarak sanat kendi yok oluşuna rağmen hayatta kalışını, tıpkı yok olmadıklarını anlamaya muhtaç insanların kendilerini klonladıkları gibi, yok oluşuyla oynayarak sağlamaktadır. 

İlginizi çekebilir:  Pandemi ve Kültür Sanat

Bütün bunlara rağmen, der Baudrillard, hiçbir şey tamamıyla yok olmaz, geride hep bazı izler kalır. Asıl sorun, her şey yok olduğunda neyin geriye kaldığıdır. Ve neden her şey tamamıyla yok olmamaktadır? Örneğin, Lewis Carroll’un Cheshire Kedisi ve sırıtışını ele alalım. Kedi olmadan havada bir sırıtışın kalması, tamamıyla yok olan bir kediden daha korkunçtur. 

Yok olan herşey – kurumlar, değerler, yasaklar, ideolojiler, düşünceler – gizli kapaklı şekilde var olmaya devam ederler ve bir büyü etkisi yaratırlar. Yok olan her şey sonsuz dozlarda arka kapıdan hayatlarımıza girerler ve bu durum bize hükmeden bir otoritenin görünür olmasından çoğunlukla daha tehlikelidir. Tolerans ve saydamlık çağımızda, yasaklar, kontroller ve eşitsizlikler, zihinlerimizin daha da derinlerine nüfuz etmek üzere, sadece görünüşte yok olmuşlardır. Hiçbir şey yok olmaz.

Aynı mantığa göre, her imgenin ardında yok olmuş bir şey yatıyorsa, bugün deneyimlediğimiz imgenin etkileme gücünün kaynağı bu olabilir mi? Aslında tapındığımız gerçek mi yoksa gerçeğin yok oluşu mudur? 

Görünüşe bakılırsa son’un kendisi bile yok oluşa geçmiştir.

8. sessizlik duruşmada

Paul Virilo’nun “Sessizlik Duruşmada”  adlı makalesinde ele aldığı sessizlik bugüne kadar sessizlik konusunda düşündüğümüz şeyler hakkında farklı sorular ortaya atar. Diğer yazılarında olduğu gibi bu yazısında da modern teknoloji hakkında büründüğü kıyametimsi düşünce tarzıyla, sesin sanat yapıtlarına iştirak edilmesini – ki kademeli bir süreç boyunca gelişerek izleyicinin susturulmasına yol açmıştır – şiddetle eleştirir. Düşünür şöyle sorar:

Sessiz kalmak artık, bütün görsel işitsel ikonların ve imgelerin ses’lendirildiği çağımızda kabul edişin, suç ortaklığının gizlice onaylanması haline mi gelmiştir? Ses makinelerinin sözceleme gücü sessizliğin kınanmasına, sessizliğin DİLSİZliğe dönüşmesine kadar mı ulaşmıştır?

Virilio’nun, en eski izlerini Munch’ün Çığlık (1893) adlı tablosunda bulduğu dilsizlik, görsel-işitselin mutlak öncelik kazandığı postmodern dönemde zirveye ulaşır. Garip bir ters orantı üstüne çalışır: ses sanat yapıtlarını istila ettikçe izleyici daha da çok susturulur, sanat yapıtlarını sessizlik içinde algılamaktan, ya da sanat yapıtlarının “sessizliğinin sesini” işitmekten alıkonur. Virilio’ya göre “sanat yapıtlarının “sessizliğinin sesi” daha eski bir döneme, modern öncesi döneme ait bir özelliktir. 

Sessizliğin artık bir sesi kalmadı. SESİNİ yarım yüzyıl önce KAYBETTİ. Öte yanda dilsizlik doruğa ulaştı. … Sessizliğin sesleri susturuldu; günümüzde müstehcen sayılan ses değil imge oldu – ya da sesin eksikliği.

Bu noktada modern ve modern öncesi arasındaki ayrım Virilo’ya göre ses sahibi olmak ya da olmamak üstüne kurulur. Oysa “Acımasız Sanat”  adlı bir başka makalesinde düşünür, bu ayrımı, sonuç itibarıyla sanat yapıtının tam anlamda bir iletişim aracına dönüştüğü, temsilden (representation) sunuma (presentation) geçiş olarak kurar. Makalede açıklandığı gibi, Virilio’nun bu geçiş üstüne yerleştirdiği modern ve postmodern sanat eleştirisi, sunum’un tek amacı olan aracısız (immediate) olma durumu sorununa yaslanır. Buna karşıt olarak, Schlegel’den alıntıladığı gibi, modern öncesi sanat yapıtı kendi sessizliği içinde düşünülmeyi, “sessizliğinin sesini” işitebilecek kulakların dikkatini beklemektedir.

Geçmişte hiçkimse, en iyi örnekleri resimsel ya da heykelsi imge tarafından verilen GÖRSEL’in kendine has sessizliği hakkında endişelenmiş midir? August Wilhelm Schlegel’in Raphael’in Dresden Madonna’sı hakkında yazdığı şeyi düşünün. ‘Etki o kadar aracısızdır ki akla tek bir sözcük bile gelmez. Öte yanda, kendisini bu kadar ışıl ışıl bir aşikarlık içinde sunabilen bir şey karşısında sözcüklere ne gerek vardır’?

Virilo’nun ikna olduğu üzere, Schlegel’e göre modern öncesi dönemde sanat yapıtında işitsel ya da sessel bir öğeye ihtiyaç yoktur çünkü sanat yapıtı bize aracısız olarak ulaşır. Bu durumun aksine, bugün yapamadığımız şey sanat yapıtını sessizliği içinde aracısız olarak, ya da kendi “sessizliğinin sesi” içinde algılayamamızdır çünkü derhal sunuma geçme, yani aracısızı aracılı kılmak üzere, derhal anlaşılmak için sanat yapıtlarında ses kullanılmaktadır.

9.

Şu an bir eli, ilk taşı yerden almış o elin jestini düşünüyorum, sözcükler olmaksızın, sessizlik içinde, sonsuz zaman önce yok olmuş o jesti.

Previous Story

Şu Eşitlik Meselesi

Next Story

Sevinç, Neşe, Ümit ve Bahar

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.