Sürdürülebilir Bir Dünya Mümkün mü? - ArtDog Istanbul
Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz

Sürdürülebilir Bir Dünya Mümkün mü?

Sürdürülebilir bir hayata dair çözüm önerileri sunan "Mahsul Vakaları" sergisinin araştırma ve programlarını gerçekleştiren Dilşad Aladağ yine de sundukları çözümler konusunda temkinli... "Çözüm üretmekten değil de geçmiş, bugün ve gelecek üzerine birlikte düşünmeye yönelik bir davetten bahsedebiliriz. Bu davet çözüme yönelik kapılar arayabilir mi, bu da ziyaretçilerin aklına ve fikrine kalmış." diyor.

/

İzmir, Bornova’da adeta kurtarılmış bir alan gibi duran 160 yıllık Fernand Pagy Köşkü’nü mesken edinen Bayetav Sanat, Akdeniz kıyılarındaki kırsal modernleşme sürecini ele alan Mahsul Projesi kapsamında açılan ve 22 Eylül’e kadar sürecek Mahsul Vakaları sergisine ev sahipliği yapıyor. Araştırmalarını üstlendiği sergiyi, ilham kaynaklarını, sürdürülebilirlik ve bu konudaki çözüm önerilerini Bauhaus Üniversitesi’nde Sanat ve Tasarım Doktora Programı’na devam eden Dilşad Aladağ’a sorduk.

Mahsul Vakaları aslında Mahsul Projesi’nin bir parçası. Bize projeyi ve hedeflerini anlatır mısınız?

Mahsul Projesi, Anadolu’da kırsal modernleşme uygulamaları ve merkezin dışında kalan coğrafyalardaki çevresel, toplumsal ve kültürel mahsullerini merak ediyor, araştırıyor, kaydediyor ve paylaşıyor. Özellikle de son yüzyılda yüksek verim odaklı endüstriyel üretimler illişkilendikleri coğrafyaları hızla kaynaklaştırıyor, belli kalıplara sokuyor ve tüketiyor. Mahsul bu süreçlerde mahsul peşinde hasıl olanlara, göz ardı edilen izlere, kayıplara ve onlardan kalan boşluklarda ortaya çıkan ekolojilere bakmayı amaçlıyor. Bunu yaparken de toplulukların bilgeliğini çevre tarihi, kültürel coğrafya, etnoloji, mimarlık, ziraat ve enerji çalışmaları gibi farklı alanlardan uzmanların bilgisiyle bir araya getiren, yerel hafızayı arşivlerle buluşturarak hatırlayan yöntemler geliştirmeye çalışıyor.

Mahsul’ü doğup büyüdüğüm, memleketim Çukurova’da CultureCIVIC Kültür Sanat Destek Programı kapsamında projeleştirdim. Ardından proje Akdeniz kıyısında benzer bir başka merkez olan İzmir’de BAYETAV Bir Arada Yaşarız Destek Programı ile devam etti. Çukurova araştırması buluşmalara, saha ve arşiv çalışmalarına eşzamanlı olarak kendi arşivini ve yayınını oluşturan bir süreçti. İzmir araştırması ise mahsullerini daha çok sergi ve yayınla İzmir’de açan bir süreç oldu. Bu anlamda Mahsul Vakaları sergisi projenin araştırma ve belgeleme süreçlerinin bir uzantısı.

Sergi “mahsul”ü kavramsallaştırarak, dünyayla kurduğumuz ilişkilerde hasıl olanları fark edebilmek ve başka türlü ilişkilenme biçimlerini hatırlayabilmek, hayal edebilmek için bir arayış etrafında şekilleniyor. Bir yandan Mahsul Projesi süreçlerinde birikenler mekanda deneyimlenebilen anlatılara evrildi öte yandan da bu süreçlerde yolumun kesiştiği isimlerin benzer meraklarla ürettiği işler projenin ufkunu genişletti, malzemesini çoğalttı. Ziyaretlerde köklenen, dayanışmayla gelişen ve hatırlayarak üreten süreçlere dayalı sanatsal üretimler, seçkiler ve tasarım deneylerinin bir araya geldiği bir sergi Mahsul Vakaları.

Benzer Hassasiyetlerde Birleşen Davetliler

Mahsul Projesi, ANATOPIA ve Bayetav Sanat nasıl buluştu?

ANATOPIA’nın kelimeleriyle “Aslıhan Demirtaş, Dilşad Aladağ, Eylül Şenses ve Yasemin Ülgen’den oluşmakta olan bir kooperatif ANATOPIA ve yaşadığımız geniş coğrafyayı bir derin zaman ve geniș zemin olarak kabul ederek, hikayeyi yeniden umutla kurmak, onarmak ve devamını sağlamak üzere bir araya geldi.’’ ANATOPIA’nın bileşenleri serginin hem birlikte hem de bireysel olarak parçaları oluyor. Mahsul Projesi’ni geliştirirken ve sonrasındaki sürece destekçim olmuş, geçmişte de birlikte çalışma deneyimimin olduğu isimlerden oluşuyor ANATOPIA. Ortak meraklarımızın, niyetlerimizin olduğu aşikar. Bu ortaklıklar farklı işbirlikleri, katkılar geliştirerek sergiye yayılan çeşitli üretimlere evrildi.

Sergide ANATOPIA’nın RENK isimli yerleştirmesinin sesi, malzemesi Bayetav Sanat mekanının farklı köşelerine yayılıyor. Yine ANATOPIA’nın kelimeleriyle, “Yerin hafızasını dinleyen ve dillendiren, içgörüyü ve gelecek tahayyüllerini bir arada üretmek ve seslendirebilmek için ortaya çıkan ilk ortak üretimleri ise RENK. Birbirinden farklı meşguliyetlerle hemhâl olsalar da benzer hassasiyetlerde birleşen davetliler, kurgu anlatılardan seçtikleri bölümleri okuyarak birer hikâye anlatıcısına dönüşürken, çok sesliliğin birer ferdi oluyorlar.’’ Barındırdığı çok seslilik, coğrafyanın kaydını da tutan kurmaca anlatılar ile RENK mekana yayılmanın ötesinde serginin geniş bir kesitini alıyor ve sergideki farklı üretimlerle bağ kuruyor.

Yerleştirmeyi, KHORA’dan Aslıhan Demirtaş ve ekibi, akustik kabukları—‘sesigüzel’leri, geleneksel bir zanaat olan elekleri kullanarak tasarladı. Bu tasarım genişledi, malzemesini serginin farklı noktalarında karşılaşılan yayınları taşıyan kaplarla da paylaştı. RENK yerleştirmesine ek olarak Yasemin Ülgen, Topluluk Mahsulleri mutfağınının seçkisini oluşturdu. Mutfak sergi sürecinde deneyimlendikten sonra ortak bir sofra kurarak İzmir’de dayanışma esaslı tarımsal üretimin parçası olan isimleri bir araya getirecek. Eylül Şenses, Taşlıca’nın Kadim Sesleri isimli yerleştirmesinde Taşlıca’da, insanın kendi kuvvetiyle var olabildiği, türler arası işbirlikleri ve döngülere dayanan yaşantısına baktı. Bu işin üretim süreci Aslıhan Demirtaş’ın Aesthetics of Architectural and Urban Research dersine dayanıyor. İş, hem KHORA’nın tasarım desteğini hem de elek kasnaklarını ödünç alıyor. Bu sergi üzerinden şunu söylemek mümkün, ANATOPIA takasçı, destekçi ve alışverişçi usullerle çalıştı. Sergiye yayılan farklı üretimlerde bu usulün izlerini görmek bir aradalığa dair yeni yollar, yordamlar da sunuyor.

Peki, projenin bir sonraki ayağında neler olacak?

Mahsul başka coğrafyalarda da farklı yöntemlerle, iş birlikleriyle yeni yolculuklara çıkabilmeye müsait bir araştırma, bakma, anlama, davet etme aracı. Akdeniz’e bakan iki kıyıdan sonra yeni bir iklime sıçrayabilir. Ancak bu sıçrama iklimini, coğrafyasını tanıyan birinin davetiyle olmalı. Farklı iklimlerde köklenmiş, ortak merakları ve hevesleri olanlarla Mahsul’ü paylaşmaya açığım. Bir de ANATOPIA var beni, bizi çok heyecanlandıran. ANATOPIA’nın kelimeleriyle, “Gelecekte, yaptıkça nefeslenen, umutlu ve onarıcı işlere kafa yoran, eleştirirken nefesi tükenmeyen, dayanışmacı kişilerle kah genişleyip kah küçülen bir yapıda olma planlarımız var.” Projenin, serginin bir sonraki adımlarının ANATOPIA’nın önayak olduğu bir aradalıkların parçası olması da hayalini kurduğum bir şey. Sergideki ortak yerleştirmemiz, RENK, sergi sonrasında, geçici ve uçucu ses dalgaları aracılığıyla, mekan ötesinde, genişleyen, paylaşılan ve yayılan bir sanal ortamda da devam edecek. Kim bilir belki de Mahsul, ANATOPIA’nın bozkıra aşina üyeleriyle bozkırda bakmaya, dolaşmaya, kaydetmeye de çıkabilir.

Öte yandan Mahsul Projesi doktoram için bir rehber oldu. Çukurova’da başlayan araştırma içinde ortaya çıkan, yörükleri, keçileri, su pınarlarını, murt çalılarını, sazlıkları, bataklıkları kapsayan bir niş doktora sürecimin odağını oluşturuyor. Hem Mahsul’ün bir evresi hem de doktora araştırmamın bir parçası olarak Çukurova’da yeni ilişkiler ve diyaloglar başlatabilecek bir alan açmayı hayal ediyorum, planlıyorum.

“Bu Davet Çözüme Yönelik Kapılar Arayabilir mi?”

Sergide mutfakta yer alan kooperatif ürünleri, rüzgar enerjisini yücelten Kumkarası, yel takası gibi işler aslında seyirciye çözümü de sunuyor. Yani bu sergi, dünyayla kurduğumuz ilişkiyi irdelerken bir yandan da çözüm mü üretiyor?

Kumkarası Yel Takası Çeşme’den Karaburun’a rüzgar gülleri ile kaplanan tepelere dair hatıralar, ziyaretler ve gelecek tahayyülleri üzerinden gelişen bir iş. Aslı Özdoyuran işiyle rüzgar enerjisini yüceltmektense, çalışma ve yayılma sistemini, zeminle ve havayla kurduğu ilişkiyi ele alıyor. Rüzgar Enerji Santralleri’nin yarattığı bedensel etkiye dair gözlemleri bölgenin tarihsel katmanlarından parçalarla bir araya getiren metni, Lodos’un hakimiyetindeki dünyada havanın da toprak gibi bölünerek satılabildiği bir gelecek kurguluyor. Yerleştirmesi çatıdan mekana uzanan bir sistem ile rüzgarı da sergi mekanına taşıyor, dışarıda şiddeti artan rüzgar içerideki ışığın rengini tozlu bir lodosu andıran turuncuya çeviriyor. Bu iş özelinde çözüm üretmekten değil de geçmiş, bugün ve gelecek üzerine birlikte düşünmeye yönelik bir davetten bahsedebiliriz. Bu davet çözüme yönelik kapılar arayabilir mi, bu da ziyaretçilerin aklına ve fikrine kalmış.

Yasemin Ülgen’in Topluluk Mahsulleri, İzmir ve çevresinden tarımsal kalkınma ve kadın kooperatiflerinin ürünlerini sergi mekanında bulunan kilerde bir araya getiriyor. Kooperatif kişilerin yan yana gelerek ortak bir niyet ve fayda üzerinden dayanıştığı ekonomik bir birliktelik modeli. Bu model farklı alanlarda farklı niyetler için araca dönüşebilir. Mesela Türkiye’de yaygın konut kooperatifleri vardı bir dönem. Seçkide ekonomik ve sosyal zorluklar karşısında bir araya gelen grupların oluşturdukları kooperatifler buluşuyor. Hem tarımda dayanışmacı bir üretim modeline işaret ediyor hem de kurutma ve fermantasyon gibi kadim gıda koruma biçimlerini sergiye taşıyor. Gıdanın üretim sürecinde emek ve adalet üzerine çalışan araştırmacı kooperatif Kalkınma Atölyesi’nin yayınları da seçkide yer alıyor. Benzer bir biçimde yerleştirme doğrudan bir çözüme götürmüyor ancak güvenilir gıdanın adil üretimi ve pazarlaması alanında sorunları, modelleri düşünmeye davet ediyor.

İlginizi çekebilir:  Saint Antoine Kilisesi ilk defa bir sergiye ev sahipliği yapıyor

Mahsul Vakaları ve Mahsul Projeleri‘nden yola çıkarak sürdürülebilir bir dünya nasıl mümkün olur?

Mahsul Vakaları’nı oluşturan pek çok iş ekoloji odaklı güncel çalışmalar ve mücadelelerin yanında, kadim bilgiler, ritüeller ve hatıralardan öğreniyor. İz Öztat ve Fatma Belkıs’ın işi, Suyu Kim Taşır | Özgür Akacak, insanı piramidin tepesine koyan tasarıların çok türlü, döngülere dayalı ekolojilere müdahalesine odaklanıyor. Kadim yöntemlerle ve kol kuvvetiyle üretilmiş bir anlatıyla kayıt tutuyor, derdini paylaşıyor. Eylül Şenses’in yerleştirmesi, Taşlıcanın Kadim Sesleri, Bozburun’da çok türlü ilişkileri ve döngüleri gözeterek hayatta kalmaya dayalı kadim ekolojik bilgileri duymak, kaydetmek, anlamak niyetini taşıyor. Ali Cindoruk’un taklamekan tasarımı konargöçer yaşantıda insan ve insan olmayanın birbirine dokunduğu devinimlere dikkat çekiyor. Yerleştirme misafir ettiği arşivlerle hem taklamekanın malzemesini oluşturan hem de konargöçer yaşantının belkemiği olan dokumanın ekolojisini ve Anadolu coğrafyasıyla ilişkisini paylaşıyor. Mahsul’ün bir çıktısı olan Yerliler ve Yersizler, Anadolu’nun Akdeniz kıyılarında, doymak ve tüketmek fiillerinin coğrafyadaki izlerine odaklanıyor. Birbirinin yokluğuna yerleşen türlerin doğa sonrası ekolojisini inceliyor. Sergiye yayılan farklı üretimlerde karşımıza çıkan bu detaylar yeryüzünü insanın da paydaşı olduğu türler arası müştereklere dayalı döngüler üzerinden görebilmeye yönelik alanlar açıyor.

Burak Çevik ve Erdem Şenocak da Sergide

Oyuncu Erdem Şenocak, yönetmen Burak Çevik de sergiye katkısı olan isimler. Onlar projeye nasıl dahil oldu. Hangi katkılarda bulundular?

Burak hayat arkadaşım. Birbirimizin üretim süreçlerine destek oluyoruz. Mahsul Projesi’nin başlangıç aşamasında da önce konfor alanımdan çıkabilmek konusunda destekçim oldu, sonrasında da ilk saha çalışması sürecine eşlik etti. Sergiye ise Kumulun Tesbiti, Kıyının İcadı isimli performans kaydının kurgusunu yaparak destek oldu. Yönetmene sahada kamera taşıtmanın, son gece kurgu stresi yaşatmanın gizli bir keyfi var. Erdem Şenocak ile tanışıklığımız da Erdem’in başrollerinden biri olduğu, Burak’ın yazıp yönettiği Unutma Biçimleri filmine dayanıyor. Erdem Profesör İbrahim Atay’ı seslendirdiği bir kayıtla performansa ve dolayısıyla sergiye destek oldu. Parçası olduğu üretimlere özenle ve kendine özgü nüanslar da katarak dahil olan birisi Erdem. Özellikle de performans gibi bir alanda verdiği destek benim için çok değerliydi.

Mahsul Vakaları bir araştırma sergisi… Son Documenta ve son İstanbul Bienali’nde gibi galeri ve müzelerde de araştırmaları odağına alan sergiler oldukça gündemde. Siz bu tarz sergilerin arzındaki artışı nelere bağlıyorsunuz?

Sanatsal üretimin araştırma tabanlı ilerlemesi bana sorarsanız yeni bir şey değil. Araştırmayı başlatan samimi merak, yol ve yöntemini beraber getiren niyet, bütün yaratıcı üretimlerin parçası olarak görüyorum. Gün batımının rengini aramanın, anlamanın kırk türlü yolu var. Her gün aynı saatte bir tabure alıp bu manzarayı seyredebilir, kaydedebilir, gün batımını seyreden bitkilerin kimyasına başvurup boya üretebilir veya renklerin kuvvetlerle ilişkisini anlamak üzere hava olaylarına bakabilirsiniz. Hepsi de kendi içinde araştırma süreçleri ve farklı çıktıları var. Günümüzde disiplinlerin katı kural ve alanlarındaki esneklikler, bilgiye erişimin çeşitlenmesi, işbirliğine hevesin çoğalması sanatçıları farklı alanlardan araçları ve bakışları kullanmaya davet ediyor. Bu açıklık merak eksenini genişletilebiliyor, yol ve yöntemi çeşitlendiriyor. Sergi bu disiplinler ötesi ilişkileri mekana taşımakla beraber hibrit alanlar kurmaya devam ederek karşılaşma olasılıklarını çoğaltıyor. Alışmadığımız alanları kesiştiren üretimlerle artık daha çok karşılaşmamızı böyle açıklıyorum. Mahsul Vakaları da bir araştırma ve sergi veya araştırma sergisi. Merakla çıkılan yolculukların küratörü, sanatçıyı veya tasarımcıyı götürdüğü yerleri, malzemeleri, yöntemleri, kayıtları, bulguları taşıyor, paylaşıyor.

Bir de atlanmaması gereken niyet kısmı var. Özellikle de kültür sanatın kesiştiği, birbirine geçtiği alanlarda üretimin niyeti toplumsallaşabiliyor. Sanatsal üretimin mücadele, direnç, diyalog ve onarım süreçlerinin bir parçası olarak kurgulandığına artık daha çok tanıklık ediyoruz. Bunun sanatı üreten kişi ve toplulukların daha farklı arka plan ve etnik kökenden gelebiliyor oluşu, sanat tarihinin sömürgeciliğe meydan okuyan bakış açılarıyla yeniden ele alınışı ve güncel sanatın alternatif tarih yazımı ve temsil biçimlerine imkan veriyor oluşuyla alakalı olduğunu düşünüyorum. Toplumsallaştıkça, bu üretimleri ilişkilendikleri gerçekliğe bağlayan tanıklıklar, kaynaklar sergilerin bir parçası olabiliyor. Arşiv malzemeleri, kayıtlar, buluşmalar bir çıkış noktası veya yöntem olmanın yanı sıra üretimin merkezindeki merakı ve niyeti daha az filtreyle açabilen, daha az dikte eden, davet eden açıklıklara dönüşebiliyor. Araştırma malzemesinin sergide görünürleşmesini buna bağlıyorum. Mahsul Vakaları da bu eğilimleri içeriyor.

Mahsul Vakaları‘nın İlham Kaynakları

Sergi için hazırlanırken ilham aldığınız, gezdiğiniz benzer sergiler oldu mu?

Projenin fikren oluşma süreci küratöryel süreçlerin modern mimarlık mirasının korunmasıyla nasıl ilişkilendiği üzerine çalıştığım yüksek lisans tezime bağlanıyor. Tez kapsamında incelediğim Aslıhan Demirtaş’ın Aşı ve Meriç Öner’in Yazlık: Şehirlinin Kolonisi araştırmaları ve sergileri, Demirtaş ve Öner ile bu projelerin niyeti, yöntemi ve etkisi üzerine gerçekleştirdiğimiz sohbetler Mahsul Projesi’ni oluşturmak açısından fikir vericiydi. Başka bir proje, Anthropocene Curriculum inisiyatifi, insan çağı ve dünyayla ilişkiler üzerine farklı alanlardan üretimlerle karşılaşmamı sağladı. İnisiyatif ekibinden Carlina Rossée de serginin kamusal programı dahilinde projeleri Antrohopocene Commons üzerine konuşacak.

Mahsul’ü projelendirdikten sonra saha çalışması daha çok merak ve karşılaşmaların götürdüğü bir süreçti. Sergide Anadolu’da türler arası ilişkiler üzerine düşünürken Handan Börütçene’nin erken dönem işleriyle buluşturan Üç İç Deniz Ülkesi’ni deneyimlemek ilham vericiydi. Serginin oluşması sürecinde çeşitli programların parçası oldum. 2023 yazında Kunstverein München’de gerçekleşen The Stories We Tell Ourselves atölyesi, geçtiğimiz sonbaharda katıldığım Unidee 23/24: Neither on Land nor at Sea, Meeting by the Mediterranean Im/Possible misafir sanatçı programı ve tabii Bauhaus Üniversitesi’nde devam ettiğim Sanat ve Tasarım Doktora Programı’ndaki paylaşımlar sergiyi besledi.

“Sürdürülebilirlik” günümüzde her alanda oldukça popüler bir kavram. Sürdürülebilirlik üzerine dikkatinizi çeken yerli-yabancı sergi ya da işler neler?

Sürdürülebilirliğin popüler bir kavrama dönüşmesi uzun uzun tartışılabilir bir durum. Yeryüzünde tamiri zor izler bırakan üretim ve tüketim süreçlerine de dahil olabilen altı epey oyulmuş yüzeysel bir kavrama dönüştüğü kanısındayım. Doğrudan bu kavramı işine taşıyan değil de, ekoloji, süreklilik, çeşitlilik ve onarım ile ilişkilenen ve etkileyici bulduğum işlerden bahsedebilirim. Formaphantasma ekibinin Oltre Terra isimli; yün, yünün üretimi, eşlikçileri, ekolojisi ve hafızası etrafında şekillenen sergisi çok dikkat çekiciydi. Benzer bir konuda farklı yöntemler kullanarak araştıran Yolda İnisiyatifi’ni ise Türkiye’de takip ediyorum. Sergide de Sarıkeçili yörüklerinin yaşantı ve üretimleri üzerine bir raporları yer alıyor.

Sömürge süreçlerinin izleri nasıl onarılabilir sorusuyla bağlantılı, son Berlinale’de izlediğim Dahomey filmi dikkat çekiciydi. Sanaz Sohrabi’nin Two Image, One Act filmi aklımdan çıkmayan bir iş, sergi paralelinde de gösterdik. Portikus Frankfurt’taki Inflorescence sergisiyle tanıdığım Ximena Garrido-Lecca hayranlıkla takip ettiğim bir sanatçı. Son olarak da Filistin’in kültürel ve ekolojik mirasının sürekliliği için mücadele eden üretimleri dikkat çekici ve önemli buluyorum. Bu mücadeleyi farklı katmanlarda sürdürmek üzere alan açan, diyaloglar başlatan Sakiya projesi buna iyi bir örnek.

Previous Story

Madde Üçlemesi’yle En Başa Dönelim

Next Story

“Köpeklerle İlişki İnsanları İnsanlaştırır”

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.