Bill Fontana, Sessiz Yankılar (Akustik Görüntüler serisinden), 2022, video karesi. Sanatçının izniyle.

Sesleri Görmek

//

Bill Fontana’nın sesleri görmeye ve hissetmeye başlaması, öğrencilik yıllarına, Cleveland Orkestrası’yla birlikte çalışma dönemine uzanır. O zamanlar bir müzisyen olmak için eğitim gören sanatçı, bahçede otururken, içerdeki orkestra enstrümanlarının sesi, dışarıdaki kuşlar, arabalar ve yaşadığımız yeryüzüne dair birçok sesin birleştiği bir an’ın içinde bulur kendini. Bu an içinde kalır ve sesleri görebildiğini fark eder. Seslerin ne kadar anlamlı olduğunu keşfeden sanatçı Youtube’da The Making of a Sound Sculptor adlı videoda bu anı şu şekilde açıklıyor: “Tüm bu seslerin birleşimi bana çok ilginç ve güzel gelmişti. Ama en başta bende bir problem olduğunu düşündüm. Dünyayı bu şekilde duyuyordum ve algılıyordum.” Fontana için bu keşif yeni bir farkındalık alanına girdiği andır. Daha sonra yanında bir kayıt cihazı taşımaya başlar ve ne zaman bu hissiyat içine girse duyduklarını kaydeder. Sanatçının algıladığı dünyayı bir şekilde hissederek duyduğunu söylemek mümkündür.

Duyduğu her şeyi görsel ve üç boyutlu alanda ifade etmeye çalışan sanatçı yıllar içinde fotoğraf, heykel ve en çok da müzik üretimiyle ilgilendi. 1960’ların sonunda, 21 yaşındayken New York’ta yeni bir okula kaydolduğunda ise tüm sanat yaşamını değiştiren bir şeyle karşılaşır. O zamanlar dünyanın karmakarışık olduğu dönemlerdir. Bir yanda Vietnam Savaşı diğer yanda ise birçok toplumsal değişim söz konusudur. Fontana ise sanatını sesle nasıl ifade edeceğini düşünmektedir. Fontana, San Francisco MoMA için hazırlanan video röportajda (2018) bu zamanlarda onun ilgi alanlarıyla aslında kimsenin ilgilenmediğini söylüyor. Okulda ders alma fırsatı yakaladığı John Cage sayesinde yeni bir bakış açısı yakaladığını ifade eden sanatçı şunları söylüyor: “John Cage bana şöyle demişti: Müzik her zaman devam eder ama dinlemek kesintili bir şekilde meydana gelir.” Bunun üzerine Fontana sesi kullanarak bir heykel yaratabilirse, dinlemeyi de kesintisiz ve devamlı bir duruma getireceğini düşünür. Böylece, sesleri kullanarak yapacağı heykellerin ve yerleştirmelerin ilk keşfini yapmış olur.

Fontana, 1960’lı yılların sonunda New York’ta bir sanat öğrencisi olarak, yeni eserler, yeni sergiler görebilir ve yenilikleri keşfederek üretim yapacağı sanat mecrası için çığır açıcı fikirler edinir. O dönemde Museum of Modern Art müzesinde gerçekleşen The Machine adlı sergi sanatçı için sanatsal açıdan yeni anlamlar bulduğu bir görsel şov haline gelir. Bu sergide ilk defa Marcel Duchamp’ın hazır objelerden ürettiği eserleri görür. Bu hazır objelere ve eşyalara sesle müdahale etmek aklına geldiğinde bu fikirle büyülendiğini söyleyen Fontana, bu keşfi önce deneysel bir mekânda kullanmaya karar verir. Bu deneyleri yapmak için konser salonları sanatçıya uygun gelmez. Bu nedenle mekân konusunda da yeni fikirlere açık olmak ister. Seçtiği mekânda, ürettiği sesin doğal olarak olamayacağını düşünerek, negatif bir düşünce yapısından ilham alan sanatçı yıllar içinde eserlerindeki usulü ve sistemi bu şekilde kurgular. Bir müzede ya da klasik sanatların sergileme alanlarında bir kazan dairesi sesi ya da su damlaması sesi gibi sıradan sesler nasıl var olabilir ve bu sesler bir yerleştirme aracılığı ile ziyaretçiyle buluşabilir mi gibi sorular aracılığı ile yeni sergileme mekanları arayışına girer.

Notre-Dame Katedrali Kuzey Kulesi Çanı, Paris Fotoğraf: Bill Fontana. Sanatçının izniyle.

İzleyiciyi bu duruma inandırmak ya da inandırmaya çalışmak bir üslup yaratır. Bu şekilde izleyici sesi duymadan ya da duyma ve dinleme işlemini kesintiye uğratmadan orada duracak ve her sesi duyabilecek hatta bir konser ya da müzik gibi dinleyebilecektir.

Fontana çalışacağı ve eserini kuracağı binayı tanımak için zaman harcayan bir sanatçı. Önce binayı keşfediyor ve binanın yapısını tanımaya çalışıyor. Bu şekilde mimari özellikleri keşfediyor. Ayrıca, bu mekanlar her zaman müze ya da sergiye uygun alanlar olmayabiliyor. Örneğin, 2018 yılında SF MoMA için hazırladığı projede müzenin kazan dairesindeki seslerini ortaya çıkartmaya çalışıyor ve yeniden yapılandırıyor. Bu projede Fontana’nın stüdyosu günler boyunca müzenin kazan dairesiydi. Bu alanın en ilginç seslerin kaynağı olduğunu ifade eden sanatçı aslında proje hazırladığı her yerde bu farklı ses kaynaklarını aramaya devam ediyor.

Mitolojik Bir Hikâye: İo’nun Yeni Sesi

Şehirlerde süregelen seslerin keşiflerini yapmayı seven Bill Fontana, mekanlara sesleri yerleştirirken görsel bir dilin izini de sürüyor. Arter’in Sesli Dizi serisi kapsamında Melih Fereli küratörlüğünde gerçekleşen sergide, İstanbul’un seslerini akışkan görsel imajlarla aktarıyor. Fontana’ya özel sipariş edilen İo’nun Yeni Sesi yine sanatçının çok kanallı ses ve video yerleştirmelerinden birisi ve geçmişe dair bir mimariyi günümüze çağdaş bir yolla sunuyor.

İlginizi çekebilir:  Çağdaş Beden

İo’nun Yeni Sesi İstanbul Boğazı’nın farklı bölgelerinden seslerle, Bizans döneminde inşa edilen Şerefiye (Theodosius) Sarnıcı ve Yerebatan (Bazilika) Sarnıcı’nın ses ve video kayıtlarından oluşuyor. Fontana bu projede sekiz kanallı dijital kayıt cihazı, akustik mikrofonlar, hidrofonlar ve ivmeölçerler kullanıyor. Bu bağlamda sanatçının İstanbul’u bir ‘su şehri’ olarak nitelendirdiğini ve konumlandırdığını söylemek mümkün. Fontana taşınabilir bir kayıt stüdyosu sayesinde farklı alanlardan istediği zaman ses toplayabiliyor. Bu aslında bir tür ses belgeselciliği. Sanatçı, her daim gerçek sesler peşinde, bu gerçek sesleri yine gerçek imajlarla aktarıyor. Ancak, imajlar bir araya gelirken daha gerçek üstü bir yapı içinde birleşiyor. İstanbul’da toplanan ses verileri ‘yeniden konumlandırılması’, bu seslerin gece hoparlörlerle Yerebatan Sarnıcı’nda yayınlanmasıyla sesleri düzenlenmesi izleyiciye İstanbul’a ait yapıların su ile ne kadar bir arada olduğunu da anlatır nitelikte. Böylece, yapının devasa boşluğundan ve kubbelerinden bir ses karşılığı elde ediyor. Bu sesler içinde çok çeşitli yankılar duymak mümkün. Sanatçının ‘yeni(den) ses(lendirme)’ adını verdiği bir yöntemle nihai kompozisyon olarak ortaya çıkıyor.

İo’nun Yeni Sesi, İstanbul Boğazı’nın bir parçası olduğu mitolojik bir hikâyeden geliyor. Bu sergide de diğer projelerinde olduğu gibi, tarihe, mitolojiye, geçmişin efsanecilerine ve şehrin var oluşuna kulak veriyor.  İo, Yunan mitolojisinde Zeus’un karısı Hera’nın ilk rahibesi. Zeus, İo’ya âşık olur ve onu Hera’nın gazabından korumak için beyaz bir ineğe dönüştürür. Hera’nın intikam almak için kendisine musallat ettiği at sineğinden kaçmaya çalışırken sürekli yer değiştirmek zorunda kalan İo, İyonya Denizi’ni aştıktan sonra İstanbul Boğazı’nı da yüzerek geçmesiyle boğazın ‘sığır geçidi’ anlamına gelen ‘bosphorus’ ismini almasını sağlar.

Tüm salonu kaplayan videoların belki de ilk bakışta öne çıkan özelliği akışkanlık ve su ön planda ve suyla gelen akışkan, boşlukları doldurabilme özelliği hem ses enstalasyonunda duyulan tınılara, hem de görsel imajlardaki özelliklere yansıyor.

Diğer yandan, ilham alınan hikâyenin ötesinde İo’nun Yeni Sesi sergilendiği mekân açısından da sanatçıya sesleri ve imajları nasıl bir araya getireceğine dair farklı ve yeni fikirler vermiş. Arter’in Karbon salonunda yer alan sergi ziyaretçi ve eser ilişkisi açısından da önemli: Eserin ziyaretçiyle direk iletişim kurması açısından mekân algısı önemli. Mekân sayesinde ziyaretçi eseri yeniden anlamlandırabiliyor ve direk iletişime geçebiliyor. Ziyaretçi girer girmez, akışkan imajları görüyor. Fontana için ses kadar görseller de önemli. Böylece, sanatçı Boğaz’daki ve Şerefiye Sarnıcı’ndaki kayıtlara dayanılarak gerçekleştirilmiş işitsel kompozisyonlardan oluşan duyumsal ve dinamik bir dünya yaratıyor. Ziyaretçiler Karbon’a girer girmez karşı duvarda Şerefiye Sarnıcı’ndan görsellerin yer aldığı çok büyük bir projeksiyon perdesine doğru yönlendiriliyor. Serginin bu katmanında görselliğe ilave olarak, Fontana’nın Şerefiye Sarnıcı’nda yaptığı ambisonik ses kayıtları bu duvara yakın konumlanan sekiz hoparlörlü bir matris üzerinden duyuyor. Bu şekilde izleyici mekâna özgü ve mekâna uygun bir şekilde uyarlanmış ‘patlamış bir küpü’ andıran perdeler üzerinde sunulan imajlar ve mekânla bütünleşmiş ses çeşitliliğiyle bir oluyor.

Paris’in Sesleri, İstanbul ile Birleşiyor

Fontana’nın şehirlerin farklı bölgelerinde yaptığı çalışmalardan birisi de Paris ve Paris’in ikonik gotik yapısı Notre Dame Kilisesi’nin çanlarının tınıları. Fontana’ya göre ‘bu kilisenin içinde bir ruh var ve çanlar aslında sadece somut bir aracı. Çanlar çaldığında ruhun titreşimini duyuyoruz’ ve bu titreşimleri Fontana’nın eserinde keşfediyoruz. Sessiz Yankılar: Notre-Dame adlı eser ilk defa Centre Pompidou’da ziyaretçiyle buluşmuştu. Bu eserde Bill Fontana 10 kanallı ses yerleştirmesi aracılığıyla kilisenin 10 çanını bir araya getiriyor. Fontana, bu projesinde Notre Dame’daki yangından sonra uzun süre çalmayan çanların sessizliğini kırmanın yolunu bulmuş. Sanatçının, çanların Paris’in ortam seslerine karşılık veren titreşimlerini kaydettiği ve kendine özgü tarzıyla insan kulağının işitebileceği duruma getirdiği ses yerleştirmesi, bu mistik sesleri canlı bir bağlantıyla Paris’ten İstanbul’a taşıyor. Diğer yandan, bu iki Orta Çağ şehrini birbirine bağlıyor.

Bir yanda Şerefiye Sarnıcı ve Yerebatan Sarnıcı, diğer yanda ise tarihi 12. yüzyıla uzanan Notre Dame Kilisesi bir arada tarihin seslerini ortaya çıkartıyor. Bu projede Fontana katedralin 2019’da yangında uğradığı hasarı da tüm dünyaya yeniden hatırlatıyor. Katedralin restorasyonu hâlâ devam ederken sessiz kalan çanları bir kez daha yeniden canlandırıyor ve böylece tarihin seslerini günümüze, günümüzün seslerini ise yeni ifadelerle ziyaretçiye sunuyor.

Previous Story

Moğollar Konseri

Next Story

Uluslararası Oyun Yazarlığı Yarışması

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.