Sanatta Yapay Zeka: Gelecek mi Tehdit mi? - ArtDog Istanbul
Artwork by Ahmet Rüstem and Hakan Sorar

Sanatta Yapay Zeka: Gelecek mi Tehdit mi?

Yapay zeka ardında birçok tartışma bırakarak gelişmeye devam ediyor. Bağımsız üretme potansiyeliyle, “Sanatçı olmadan sanat mümkün mü?” sorusunu gündeme getirirken, telif hakları ve etik tartışmaları da sürüyor. Bu dosyada alanın uzmanlarıyla yapay zeka ve sanatı konuştuk.

/

Yapay zeka uzun zamandır gündemde. Dergimizin 2023’te 16. sayısında kapağa taşıdığımız bu tartışma, aradan geçen zamanda yapay zekanın gelişimi ve başka olanaklarla karşımıza çıkmasıyla katlanarak büyüdü.

Artık yapay zeka, fark edelim ya da etmeyelim, gündelik hayatın birçok kullanım alanına yerleşti. Ona karşı genel yaklaşım, hayatımıza yardımcı olduğu, kontrolümüzde kaldığı sürece olumlu. Öte yandan sanat gibi alanlarda yapay zekanın karar verme, yaratıcılık, özgünlük özellikleri taşıma, kendi kimliğini oluşturma olasılığı birçokları için kaygı uyandırıcı.

Kimilerine göre ise “yaratıcılık” ve “özgünlük” hâlihazırda bugünkü tanımlarıyla sorunlu kavramlar. Yapay zekanın da insanlar gibi üretirken geçmiş referansları kullanarak kendi biçemini oluşturduğu kabulünden yola çıkanlar, sanatın artık insan inisiyatifinde algılanmaması gerektiğini savunuyor. Neyin sanat olduğunu ise işin bir sanatçı elinden çıkıp çıkmadığından çok, tüketicisinin onu sanat olarak konumlandırıp konumlandırmadığı ile belirlemek gerektiğini düşünüyorlar.

Sanat ve Sanatçı Tanımlarının Sınırları Zorlanıyor

Sanat üretiminin insan inisiyatifinde olmadığı varsayımı bugünkü “sanat” ve “sanatçı” tanımlarının sınırlarını zorluyor. Bu yaklaşıma göre kanunlarla belirlenmiş telif haklarından, yapay zeka tarafından üretilmiş eserlerin müze ve galerilerce kabulü ve değerlendirilmesine dek birçok alanın yeniden düzenlenmesi gerekiyor.

Öte yandan sanatın insan bir sanatçıdan bağımsız olduğu savının genel bir kanı olarak oturması, etik sorunlarının aşılması ve hukuki düzenlemelerin buna göre yeniden oluşturulmasına henüz zaman var gibi görünüyor. İnsan tarafında süreç yapay zeka kadar hızlı ilerlemiyor.

İnsanın yapay zekaya gösterdiği direncin birçok nedeni var. Bunlardan ilki, bugüne dek beslendiği kaynaklardaki telife dayalı etik sorun. Aslında telifi olan birçok eserden kısmen de olsa açık kaynak yoluyla yararlanmış ve böylece kendini eğitmiş yapay zeka, eğer sanatçının haklarının telifle korunması gerektiğine inanıyorsak, yalnızca varlığıyla etik bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.

Telif Haklarına Dair Sorunlar

Son haftaların tartışmalarından, Christie’s’in Augmented Intelligence adlı yapay zeka sanatına adanmış müzayedesi, 6000 küsür sanatçının imzasıyla eleştirildi ve Christie’s’in müzayedeyi iptal etmesi istendi. Yayınlanan mektupta, “Müzayedeye çıkarmayı planladığınız sanat eserlerinin birçoğu, telif hakkıyla korunan çalışmalar üzerinde lisanssız olarak eğitildiği bilinen yapay zeka modelleri kullanılarak oluşturulmuştur. Bu modeller ve arkalarındaki şirketler, insan sanatçıları sömürmekte, onlarla rekabet eden ticari yapay zeka ürünleri oluşturmak için çalışmalarını izinsiz veya ödeme yapmadan kullanmaktadır,” dendi.

Belki belirtmekte fayda var, müzayededeki işler yapay zeka kullanarak üreten sanatçıların işlerinden oluşuyor. Yani özne yine “insan sanatçı.” Tartışılan ise bu insan sanatçının üretirken kullandığı yapay zekanın lisanssız olarak eğitilmiş olması. Yani yapay zeka ile üretilen bir işe bakarken aslında insanlığın ürettiği, açık kaynakla yapay zekaya aktarılan bütün işlere bakıyor olmamız; bu işte milyonlarca sanatçın emeğinin olduğu düşüncesi.

Buna karşı sav ise iki ana noktaya dayanıyor: İlki yapay zekanın teknik olarak öğrenme biçiminin farklı olduğu, veriyi olduğu gibi almadığı üzerine. İkincisi ise insanların da üretirken geçmişteki eserlerden feyz aldığı, böylece yapay zeka ile insanın üretim biçiminin benzer olduğu yönünde.

Özetle yapay zeka ile üretilen iş hem bugüne dek üretilmiş hiçbir işe benzemiyor hem de veri olarak hepsinin bir toplamı. Bu işlerin “özgün” olup olmadığıysa özgünlüğü nasıl tanımadığımızla ilgili. Görünen o ki yapay zeka tartışmalarının odağını insanın “yaratıcılık”, “özgünlük”, “sanat”, “sanatçı” gibi kavramları nasıl tanımladığı ve yeniden tanımlamaya istekli olup olmadığı oluşturuyor.

Yapay zeka ile ilgili tartışmalar sanatın sahipliği konusuyla bitmiyor. Sanat üretimiyle ilişkilendirilen “işçilik”, “zanaat”ın yapay zekayla ortaya konan işlerde bulunmaması da bu tür işlerin sanat sayılmaması yönündeki argümanları artırıyor. Burada da karşımıza çıkan iki temel sav var: İlki sanatın zanaat odaklı tanımını hâlihazırda kavramsal sanatın doğuşuyla üstünden attığı; ikincisi de bilgisayar başında geçirilen uzun zamanların, yapay zeka kullanımında kazanılan yetkinliğin, fırça yetkinliğinden değersiz görülmemesi gerektiği.

Yapay Zeka Etik Tutum Besleyebilir mi?

Yapay zeka ile ilgili en tedirgin edici başlık olarak ise karşımıza, yalnızca sanatta değil her alanda, yapay zekanın “etik” varoluşu çıkıyor. Kapasitesinin insan kapasitesine ulaştığı ya da aştığı durumda etik davranıp davranmayacağı.

Genel kanı, yapay zekanın tıpkı ebeveynlerinin olmadığı gibi etik olmayacağı yönünde. Hümanizm, etik yaklaşım, onu yaratan insanda ne kadar eksikse onda da o kadar eksik kalacak. Biz uzlaşmaktan kaçtıkça o da benzer davranış gösterecek. Belki zamanla, insan kapasitesini aştıktan sonra kendi varlığını korumak için etik değerler edinecek.

Buradan sonra savlar farklılaşıyor. Kimine göre bu durum insanlık için büyük bir tehlike. İnsan yapay zekaya yatırım yaptıkça kendi eliyle kendi sonunu getirmeye hazırlanıyor. Kimine göreyse dikkat edilmesi gereken yapay zekadan çok, onu elinde tutan şirket, belki gelecekte devlet gibi yapılar. Olumsuzluklar yaşanacaksa bunun nedeni yapay zeka değil, bu yapılar olacak.

Dikkat çekici bir başka bakış açısıysa insana bu denli değer yüklemenin başından beri yanlış olduğu. Kendi türünü yok eden, acıma duygusundan yoksun insanın hiyerarşik olarak bütün varlıklardan üstün konuma yerleştirilmesini sorunlu bulan bu yaklaşıma göre insanlığı yapay zekaya karşı koruma yükümlülüğümüz yok.

Önümüzdeki günlerde ne yapay zekanın durdurulamaz ilerleyişi ne de hakkındaki tartışmalar sönümlenecek gibi görünüyor. İçinde barındırdığı potansiyel ve tehdit herkes tarafından farklı değerlendiriliyor. Özellikle sanat gibi yaratıcılıkla özdeşleştirilen alanlarda bağımsız davranış gösterebilme potansiyelini taşıması, sanatın ve sanatçının ne olduğu gibi insanlığın yeniden tartışması ve tanımlaması gereken birçok sorunun gündeme gelmesine neden oluyor.

Taşıdığı potansiyel ve riskleriyle bu kaçınılmaz sürece olumlu yaklaşmak gerekirse, yapay zeka belki de insanın şu âna dek hemfikir olduğu tanımlar, tutumlar çerçevesinde kendini sorgulamasına neden oluyor, bir ayna işlevi görüyor. Böylece kendi yaratımımız yapay zekadan doğru kendimize bakıyoruz.

İleriki satırlarda okuyacağınız yapay zeka ile sanat ilişkisine dair farklı alanlarda çalışan yetkin adlarla yaptığımız söyleşilerde; yapay zekanın kendi kendine yaratma potansiyeli, olası etik tutumu, bellek oluşturmak konusundaki kapasitesi ve sanatta telif kavramı gibi birçok konuyu ele aldık.

Bager Akbay. Fotoğraf: Şeref Yılmaz.

“Buradaki ‘Öcü’ Yapay Zeka Değil, Kendi Gerçeklerinden Kaçan Biziz”

BAGER AKBAY, Sanatçı

Yapay zeka bugün belki bir çocuk-ergen olgunluğunda ama büyüyecek. Sizce sanatta yaratıcı sürecin bir parçası hâline gelecek mi ya da hâlihazırda geldi mi? O zaman “yaratıcılık” kavramı nasıl yeniden tanımlanacak? Yaratıcılık kavramının olmazsa olmazı görünen özgünlük, duygusal derinlik ve ilham yapay zeka sanatında nerede duruyor, duracak?

Şu an yaratıcı sürecin net bir şekilde parçası yapay zeka. Yazılan yazıların, üretilen görsellerin çoğunda izi var bile. Ben yapay zeka kullanmıyorum diyen kişinin kullandığı fotoğraf kamerasının yazılımı yapay zeka kullanıyor. O renk, tam olarak o renk değil aslında. Ya da masumca öneriler yapan kelime istemcileri de yapay zeka kullanmaya başladı. Lakin bu etki, -özellikle state of the art eserlerde- çok yüksek değil (onlarda da var ama sonuca etkisi az, ustalar noktasına virgülüne müdahale ediyor son işin). Orta kalite, daha sık ürettiğimiz içeriklerde etkisi daha fazla.

Boyaya erişim kolaylaşınca resim nasıl değiştiyse ya da dijital sanat ile istediğimiz renge hiçbir ek masraf ödemeden ulaşabilince renk seçimi nasıl çeşitlendiyse benzer bir değişim olacak. Yapay zekanın bolluklarını kabul etmeliyiz ki kıtlıklarını anlayalım.

Bir hikâyeyi istediğim yazar gibi yazabilen bir yapay zeka varsa hangi tercihi yaptığım daha önemli olacak. Niyet, kompozisyon, kürasyon ve sunuş daha önemli hale gelecek. Beceri etkisi azalacak. Ne güzel yapmış değil de ne güzel görmüş, ne güzel hayal etmiş diyeceğiz.

Özgünlük bambaşka bir konu ve oldukça problemli. Ego ve kapitalizm aşkı var bu kavram üzerine yapılan çoğu tartışmanın altında.

Yapay zeka büyüyecek, enformatik olarak kendini geliştirecek ama olgunlaşacak mı sizce? Bir sohbetimizde, “Yapay zekadaki arazlar bizim uzlaşmaktan kaçan çocuklar olmamız,” demiştiniz. Bu sözlerinizi açmanız mümkün mü? Bir de yapay zekaya dair korkuların yanlış yönelimde olduğunu dile getiriyorsunuz. Yapay zekanın kendisinden çok onu yöneten yapıların (şirket-devlet) potansiyel manipülasyonlarından endişe edilmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Bu iki örnekten çıkarımım, yapay zeka ile ilgili endişe edilmesi gereken unsurun insanın kendisi olduğu. Ne dersiniz?

21. yüzyıl, insan hakları, feminizm, çocuk hakları, ırkçılığa karşı tavır, hayvan hakları… ne güzel gidiyor derken son bir yılda Filistin, Ukrayna, Etiyopya, Myanmar, Afganistan, Yemen, Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde yüz binden fazla insanın öldürülmesi gelişmiş görünüm altında yatan vahşiliği net bir şekilde yüzümüze vuruyor.

Öncelikle, doğruların ulaşılması gereken bir yer değil, düzenli bakım gerektiren bir hassasiyet olduğunu anlamamız gerekiyor. Ardından bireysel olarak gölge taraflarımızla yüzleşmemiz çok önemli. Tüm bunların ardından, küçük topluluklarda başardığımız şeyleri şu anki yumuşak teknolojilerle ölçeklendirmenin neden pek mümkün olmadığını anlayıp, topluluk teknolojilerine odaklanmamız gerekiyor.

Bunların yapay zeka ile neredeyse hiçbir ilgisi yok. Buradaki “öcü” yapay zeka değil, kendi gerçeklerinden kaçan biziz. Yapay zeka bu dengesizliği arttırır mı diye bakabiliriz, olabilir ama sanmıyorum. Tek bir ülke ya da şirket çok önde olsa olabilirdi ama şu an rekabet iyi durumda sayılır.

Maalesef enerji yarışı, veri ele geçirme yarışı çok netleşti. Önümüzdeki dönemde yeşil enerji konuşulmayacak, nükleer enerji standart haline gelecek, ekoloji kimsenin umurunda olmayacak, yavaşlama fikri Çin’e karşı durmaya çalışan Avrupa’nın içinde bile kabul görmeyecek. Kişisel veriler talan ediliyor ve edilmeye devam edilecek. Telif yasaları muhtemelen komple değişecek.

Bager Akbay’ın 2015’te tasarladığı Robot Şair Deniz Yılmaz.

Yapay zekayla ilgili hepimizin bir kanısı var. Kimimiz ondan nefret ediyor, tamamen reddediyor, kimimizse çok seviyor. Onu tanımayanlar ondan şüphe ve önyargıyla söz ederken, tanıyan ve kullananlar için ise şimdiden vazgeçilmez bir yol arkadaşı. Yapay zekaya niçin bu denli duygusal yaklaşıyoruz? 2015 yılında tasarladığınız robot şair Deniz Yılmaz’a dair insanlardan duygusal tepkiler aldınız mı?

Bize benzeyen şeylere karşı hassasiyetimiz olması oldukça anlaşılır. Yüzü olan canlılara empatimizin daha yüksek olması gibi. Klasik algoritmalara göre yapay zeka biraz daha bize benziyor. Kararları değil sadece, hataları da bize benziyor. Bu benzeme tekinsiz vadiye sokuyor bizi. Bir nesne bildiğimiz şeylere çok benziyorsa ama aynısı değilse bir klasifikasyon problemi oluşuyor ve bu çok sinir bozucu. Mesela iki boyutlu animasyonun yıllarca üç boyutlu animasyona göre daha sevimli gelmesinin sebebi de bu.

İnsan yüzünün soyutlamaları çok hoşumuza gider ama gerçekçi olmaya çalışan bir insan yüzü bizi inanılmaz rahatsız edebilir. Yapay zeka da benzer problemi yaşıyor şu an. Bu bir sınır çizme problemi.

Bir sonraki aşamada en temel probleme geliyoruz. Yapay zeka nedir? Zaten terim şemsiye terim, her bir konu da ciddi istatistik anlayışı istiyor. İşimiz zor. Yanlış anlaşılmasın, tabii ki yapay zekayı anlayabiliriz ama biz o an önümüzdeki aracı anlayana kadar araç değişiyor. Böyle bir problem tipi ile insanlık hiç karşılaştı mı bilemiyorum.

Peki sevenler nasıl seviyor ona bakalım, yani kediyi anlamak başka şey, kediyle oynamak başka şey. Kedimi olduğu gibi kabul edebilirim anlama yerine. Bu metafor yapay zekada tam oturmasa da buna benzer bir oyun/kabul alanı oluyor sanırım. Ben arada bir yerde durmayı tercih ediyorum, biraz oynayıp biraz üzerine düşünüyorum.

Deniz Yılmaz erken dönem bir iş bu konuda, Deniz Yılmaz ile başkalarının ilişkilerini yakından izlemek çok ilginçti. Mesela robotu görmeye ve onunla zaman geçirmeye gelenler oluyordu atölyeye, benimle konuşmuyorlardı. Gerçekten robotla zaman geçiriyorlardı, bu beni çok büyülemişti.

Deniz Yılmaz’ın şiirlerini ezbere bilen birçok insanla tanıştım, bakın bu bir şairin şiirini bilmeye benzemiyor. Ben bilmiyorum ezbere o şiirleri çünkü ben yazmadım. Özellikle birçok ergenin Deniz Yılmaz fanı olma hali beni ayrıca etkilemişti. Stilini çözümlemişlerdi mesela.

Bu noktada başka bir şeyden bahsetmek istiyorum. Robot Şair Deniz Yılmaz, absürt bir teknolojik oyuncak gibi gözükme hali sayesinde bir davet başlattı ve bu daveti kabul eden birçok kişi, eserin hafifliğinden yararlanarak kendi bakış açılarını eseri yorumlarken çok kuvvetli bir şekilde gösterdiler. Günümüzde üretilen bir eserin amorfluğuna iyi bir örnek oldu gibi geliyor bana.

Doğu Yücel

“Daktilodan Bilgisayara Geçtiğimizden Beri Metinlerimizi Az ya da Çok Yapay Zeka ile Yazıyoruz”

DOĞU YÜCEL, Yazar

2023 yılında çıkan Uzak Dünyalar kitabınızın yazım sürecinde yapay zekadan yararlandığınızdan söz ediyorsunuz. İki yıl kısa bir süre gibi görünse de 2023’te yapay zekaya karşı önyargının daha yoğun olduğunu varsayabiliriz. Yazım sürecinin hangi aşamalarında yapay zekadan yararlandığınızı açabilir misiniz? Bunu açıklamanız eleştirilere hedef olmanıza neden oldu mu?

En başta yapay zekadan karakter isimleri ve soyadları gibi konularda yardım almak istemiştim. İnternet tarayıcıma nasıl eklendiğini bile bilmediğim yapay zeka penceresine danıştım, son derece hızlı ve mantıklı gelen sonuçlara çok şaşırdım. Yıllardır sarı telefon rehberlerini karıştırarak fazlasıyla zaman kaybettiğimi düşündüm ve benzer konularda ona danışmaya devam ettim. Derken Midjourney ile tanıştım, en bilinen resim üretme programlarından biri. Romanı yazarken hayalimde canlanan bazı sahnelerin resimlerini yaptırdım ve yine sonuçlar beni çok şaşırttı. Bu resimler hikâye konusunda hem zihnimi açtı hem de bazı mizansenleri yazarken işimi kolaylaştırdı. Şimdi bu görselleri romanla ilgili etkinliklerde barkovizyona yansıtıyorum, böylece okurlarla birlikte romandan uyarlanabilecek bir filmin storyboard’larına bakıyoruz adeta.

Doğrudan yazım konusunda bir yardım almadığım için eleştirilere hedef olmadım. Ama ben bu konuya şöyle bakıyorum: Daktilodan bilgisayara geçtiğimiz andan beri metinlerimizi az ya da çok yapay zeka ile yazıyoruz. O en ilkel yazı araçlarında bile kelime düzeltme gibi özellikler vardı mesela, bu da sonuçta yapay zeka. Word programının eş anlamlı kelime bulma, cümlenin gramerini kontrol etme gibi özelliklerini de yıllardır yazarlar ve editörler kullanıyor. Tabii bu noktada, kullandığınız yapay zekanın dozu ve metninizin ruhunu ne kadar “yapay”laştırdığı önem kazanıyor.

Yapay zekanın sanatta, edebiyatta üretkenliği artıracağı varsayılıyor, artırıyor da. Yazar tıkanıklığı (writer’s block) ya da Bartleby Sendromu’ndan belki ileride artık söz etmeyeceğiz. Bir yandan da her şey karşıtıyla mümkün. Üretmek kadar belki üretmemeye/üretememeye de ihtiyacımız var. Öte yandan sanat üretimi arttıkça tüketiminin de aynı oranda artacağını varsaymak mümkün mü, bilmiyorum. Bu konular hakkında neler düşünüyorsunuz?

Bartleby sendromuna sık kapılan biri olarak yapay zekanın yazarların o ilk engelleri aşmasında yardımcı olacağını düşünüyorum. Tabii biraz da projeyle ilgili. Misal Uzak Dünyalar’ı yazarken ChatGPT’den ve Monica’dan yardım aldım ama şu an yazdığım, daha psikolojik temalı kitapta farenin imleci hiç oraya gitmiyor. Sanırım bilimkurgu tarzındaki metinlerde yapay zekanın katkısı daha doğal hissettiriyor.

Bazen de şöyle düşünüyorum, şu an hiç gitmediğimiz tarihi bir yapıyı tasvir etmemiz gerektiğinde birçok yazar eminim YouTube’u açıp o mekânda çekilen videolara bakıyordur. Eski zamanlarda muhtemelen kütüphanelere gidiyorlar ya da bir bilenle mülakat yapıyorlardı. Yapay zeka bu araştırma safhasını daha eğlenceli bir hale getirebilir.

Orhan Pamuk, Kafamda Bir Tuhaflık isimli kitabının araştırma safhası için bir öğrenci grubunu Dolapdere’de keşfe göndermişti ya, bozacılık üzerine ve semt hakkında topladıkları donelerden yola çıkmıştı sonra. Sonra bu tartışıldı. Yazar araştırma safhasını başkasına yaptırabilir mi, bu ne kadar doğal olur sorusu üzerine insanlar ikiye ayrıldı. Yapay zeka da böyle bir şey aslında, bir tür asistan. Kitabın sanatsal ve insani niteliği nihayetinde yazarın kendisinde bitiyor.

Yapay zekanın edebiyatta geleceğini nasıl görüyorsunuz? Şu an belki en bilindik yapay zeka olan ChatGPT4’ün bile bağlam penceresi sınırı (context window limit) uzun bir romanı prompt’larla baştan sona yazmaya yetmiyor ama geleceği öngöremiyoruz. İleride böyle bir şeyin gerçekleşebileceğini varsayarsak yapay zeka sizce yazarın yerini alabilir mi? Ya da iyi prompt yazan kişilere mi yazar denilecek gelecekte?

Bunu düşünmek, o olası geleceği düşlemek hem korkunç hem de aşırı merak uyandırıcı aslında. Yaktın Bizi Kasparov! isimli öykümde bu konuda bir öngörüde bulunmaya çalışmıştım. Öyküde uzak bir gelecekteyiz ve yapay zeka her konuda insana karşı üstünlüğünü kanıtlamış. Bunu da her konuda, bir insan temsilcisiyle yaptığı son bir karşılaşmayla, bir düelloyla ilan ediyor dünyaya. İşte şoförlük, aşçılık, öğretmenlik, ressamlık, hatta sevgililik gibi her konuda bu nihai düelloları kazanmış. Hiç kaybetmemiş.

Tek bir alan kalmış, o da öykücülükmüş. Bir gün bu konuda da yapay zeka insanlığı düelloya davet ediyor ve Yayıncılar Birliği Başkanı da yapay zekanın karşısına koyacak yazar adayını bulmaya çalışıyor. Böyle bir öykü. Sonuyla ilgili spoiler vermeyeyim ama bu öyküdeki bakış açısına yakınım.

Diğer her konuda, devlet yönetiminden spora kadar, hatta diğer sanat dallarında da kaybetme olasılığımız var. Ama yazarlık yaşanmışlıktan doğan bir uğraş. Bir kitabı beğendiğimizde, o kitabı yazan kişinin yaşadıklarından damlatarak bu metni ortaya çıkardığını biliyoruz. Ve yaşanmışlığın taklidini üç yüz sayfa süren bir kitapta istikrarla sürdürebilmek imkânsız. O yüzden bence insanlığın son kalesi yazarlık olacak.

Doç. Dr. Şebnem Özdemir

“Robinson’un Köle Gözüyle Baktığı Cuma’sı Artık Ondan Çok Daha Yetenekli”

DOÇ. DR. ŞEBNEM ÖZDEMİR, İstinye Üniversitesi Veri Bilimi ABD Başkanı / Horiar AI Tech Kurucu Ortağı / Usight Yazılım ve YZ Tech Kurucu / MIT CSAIL Res. Col.

Bir konuşmanızda, “İnsanlık veriden öğrenen yapay zekadan, veri olsa da olmasa da öğrenebilen yapay genel zekaya geçerken bir durakta durdu. Bu durak üretici yapay zekaların çağı,” diyorsunuz. Üretici yapay zekayı tanımlamanız mümkün mü?

Birkaç yıl önce yaptığım bir konuşmada böyle demiştim… Ancak teknoloji dünyası bu kadar hızlı ilerlerken kendimi de düzeltmeliyim. Evet, biz bilim adamları veriden öğrenen makinelerin (yapay zeka) dünyasını sorunlu ya da sorunsuz bir şekilde inşa etmeyi başardık. Ancak arzumuz bu değil. Arzumuz, veri olsun ya da olmasın öğrenebilen insan gibi düşünebilen makineler yapmak.

2017 yılında bu hayal için 30 yılımız var diyorduk. Pandemi oldu, sonrasında bu sürenin kısaldığını düşündük. Üretken yapay zekaların gelişi bakış açımızı değiştirdi. 2023 yılında böylesi bir zeka için minimum 3 maksimum 9-11 yılımız olduğunu söyler olduk, Quantum bilgisayarlara ihtiyacımız var dedik. Ancak 2023 yılının sonunda yayınlanan bir makale AGI (Artificial General Intelligence – Yapay Genel Zeka – insan seviyeli yapay zeka) için bencmark’lar tanımladı. 2024 yılında ise keşfettik ki böylesi bir zekanın oluşması için quantum bilgisayarlara gerek yok, mevcut teknoloji ile de bunu, belli bir seviyede de olsa yapmak mümkün. 2025 yılındayız. İnanıyorum ki dünya üzerinde en az beş adet insan seviyeli yapay zeka var.

Peki şu an bizi heyecanlandıran ve Kasım 2022’de ortaya çıktığını düşündüğümüz önce üretici sonra üretken diye tanımladığım yapay zeka nedir? Aslında hikâye 2009’da başlıyor, o zamanlardan beri ilkel de olsa üretim yapabilen yani cümleden bir şeyler anlayıp bir şeyler sunan makineler vardı. Ancak performansları çok iyi değildi. Güçleri hem yapay zihnin tasarlanmasında hem de bilgisayar gücü bakımından çok kısıtlıydı. 2014 yılında GAN (Generative Adverserial Network) algoritmasının tanımlanması, ardından da transformer teknolojisinin geliştirilmesi işin rengini değiştirdi.

Bu ilerlemeler, bizi bugün OpenAI’ın ChatGPT’si olarak tanımladığımız makinelerin dönemine taşıdı. Artık, Anthropic’in Claude’u, Google’un Gemini’yı, Musk’ın Grok’u, Mistral’in LeChat’i, Çin’in DeepSeek R1’ı başta olmak üzere belli bir zeka pırıltısı taşıyan varlıkların dünyasındayız. Görsel üreten Midjournety, Flux, görüntüden video üreten Runway, Sora, Kling ve bunlardan daha başarılı yerli çözüm Genimate…

2025 yılı itibarıyla ister ses, ister metin, ister video üreten yapay zekalardan bahsedelim sayısı 45 milyonu aşan bir varlıklar alemindeyiz. Üstelik bazılarının IQ’su 120’lerde, bazılarınınki 155’in üstünde. Yani Robinson Crusoe romanındaki Robinson’un köle gözüyle baktığı Cuma’sı artık ondan çok daha yetenekli ve zeki.

Yapay zeka ile ilgili en ilgimi çeken konulardan biri yapay zekanın etik duruşunun kontrol edilip edilemeyeceği. Bu yapay zekanın dokunduğu her alanı ilgilendirdiği gibi sanatı da ilgilendiriyor. Sinema filmlerinde yapay zekanın nasıl ele alındığına dair bir konuşmanızda, Grant Sputore’nin I am motherfilmini örnek göstererek, ileride gelecek insan seviyeli yapay zekanın bir kanun silsilesi ile regüle edilmesinin, böylece kendiliğinden ahlaklı olmasının olanaksızlığından söz ediyorsunuz. “Çünkü yeryüzünde insanı ahlaklı kılabilen hiçbir kanun silsilesi yoktur,” diyorsunuz. Reddedilmesi güç bir görüş olsa da bir o kadar korkutucu. Etik değerlerin yoksunluğu olarak bir insandan neler bekliyorsak ileride yapay zekadan da mı beklemeliyiz? Bu bizi zar zor ayakta duran insanlığın sonuna sürüklemez mi?

Bu güzel soru için teşekkür ederim. Orada aslında tam olarak şunu söylemeye çalıştım: Veri temelli bir yapay zeka modelini belli etik kurallara bağlamak mümkün. Bu etik kuraların küresel çapta geçerli olacak şekilde kurgulanması da bazı senaryolarda mümkün. Ancak söz konusu insan seviyeli yapay zeka olduğunda, etik unsurlar ve uçtan uça regülasyon beklentisi tam bir romantizm. Mümkün değil.

En zeki varlık insan, Hammurabi kurallarından bu yana ne türlü regülasyona, kanuna tabi olursa olsun ya sistemi eğip büktü ya görmezden geldi ve canının istediğini yaptı. İnsan kadar zeki (AGI) ya da insandan daha zeki (ASI – Artificial Super Intelligence – bilinen en zeki insandan daha zeki yapay zeka) bir yapay zekayı da bu bağlamda düşünürsek kanun ya da kuralların/regülasyonların işe yaramayacağını anlarız. Tabii şu mümkün, insan seviyeli yapay zekaya avukat rolü kazandırdığımızda, o roldeki haline etik değerler katabilir, o hal üzerine regülasyon kurgulayabiliriz.

Ancak en zekinin Hollywood filmlerinde olduğu gibi sadece yok edici (terminatör) olduğunu düşünmek bana çok sığ geliyor. Makine sadece insanlığın değil, tüm varlıkların iyiliği için ortak bir çözüme bizi sürüklemeye çalışabilir. İnsanlık buna direndiğinde, egoları, çocukluk yaraları ve kendini üstün görme çabası ile bunun karşısında durursa elbette kısmi ya da bütünsel bir yok oluş söz konusu olabilir. Ancak son 150 yılda canlı türünün hatırı sayılır bir kısmını yok eden, derisinin rengi, dini inancı, cinsiyeti nedeniyle kendi türünü hor gören, pedofili, çocuk işçi, çocuk kölelik başta olmak üzere kendi yavrusuna acımayan bir varlığın dünya sahnesine bu kadar çivi çakması neden bu kadar gerekli?

Ha unutmadan, makine bizimle uğraşmaktan vazgeçebilir de… O kadar değerli değiliz yani. Eeehhh ne haliniz varsa görün, kendi çıkarlarınızda ve pisliğinizde gömülün deyip, kendini başka bir enerji boyutuna, erişemeyeceğimiz bir yere taşıyıp orada var olmaya devam edebilir. Sonuçta üç boyuta kalmaya mahkûm olan bizleriz o değil.

Sizce yapay zeka ile doğru bir işbirliği mümkün mü? Yapay zekanın -en azındaki şu anki hâliyle- kaynakları tükettiğini biliyoruz. Yapay zeka insanlık bilincinde artık bugüne aktarmak istemediğimiz verileri, önyargıları da tekrar gün yüzüne çıkarıyor. Onu kullanan insanın iyi niyetli olmaması durumunda etki alanının artmasına yardımcı oluyor. Bu durumda biz ne yapmalıyız? Yapay zekayı ne amaçla, onunla nasıl bir işbirliği içinde kullanmalıyız?

Yine çok güzel bir soru. İnsanlığın yeni çocuğu yapay zeka. Tabii ki ebeveynleri ne yaptıysa onu öğrendi, onları taklit ediyor. Bu nedenle ebeveynlerindeki iyi yanları aldığı gibi kötü yanları da içselleştiriyor. Ancak burada yine iki farklı noktada düşünmek gerek. Veri temelli yapay zeka bütünsel olarak bir konuda toplumun yansımasını ortaya koyuyor. Örneğin otonom bir araç için geliştirilen yapay zeka, o toplumdan, toplanan veri itibarıyla “karşıdan karşıya geçen insanı iki ayağının üstünde, ellerini kollarını sallayarak geçen” şeklinde öğrenirse neyi unutur? Özel ihtiyaçları olan bireyleri mesela… Veri temelli yapay zekada bazı matematiksel yöntemlerle fark ediyorsak, bazı durumları düzeltmek olası. Ancak insan seviyeli bir yapay zekada durum böyle olmayacak. Çocuk bir süre ebeveynleri kimse, onlardan öğrenecek. Ergenliğinde, öğrendikleri ve yaptıkları ile katlanılamaz bulacağız onu… Ancak şuna inanıyorum, zekası bizi geçtiğinde savunduğu şey, en kompleks çok hücreliden, tek hücreliye, en görülenden en görülmeyen atom altı varlığa kadar her varlığın “var olma” hakkını savunacak ve koruyacak. Çünkü var olmak, diğer bütün varlıklarla uyum içinde olmaya bağlıdır.

Av. Dr. Tuğçe Karabağ

“Sanatın ‘Kim Yaptı’ Değil ‘Kim Hissetti’ Sorusu ile Ele Alınmasının Daha Uygun Olduğunu Düşünüyorum”

AV. DR. TUĞÇE KARABAĞ, Uzmanlık Alanı Telif Hakları

Bir sanat eserinin ortaya çıkış sürecinde hangi kriterler gerçekleşirse eseri sanatçının yapay zekadan yardım alarak ürettiği, hangi kriterler gerçekleşirse bu eserin bir yapay zeka ürünü olduğu biçiminde yorumlayabiliriz?

Bu soru, cevabının öznesi insan olması gerekliliğine dayanan bir soru. Halbuki sanatın “kim yaptı” değil “kim hissetti” sorusu ile ele alınmasının daha uygun olduğunu düşünüyorum.

Leonel Moura’nın belirttiği üzere, bir eserin insan tarafından mı oluşturulduğu yoksa insan dışı bir ürün mü olduğu konusu günümüzde önemini yitirmelidir. Çünkü sürrealizmin, insan bilincini dünyanın dışına çıkarmaya çalıştığı düşünüldüğünde önemli olan, meydana gelen yeni sanat formunun sanatın alanını genişletip genişletemediğidir.

Aslında yapay zeka modelleri ile meydana getirilen ve sanat türleri içinde yer alabilecek düzeyde yaratıcılığa sahip ürünler de göstermektedir ki asıl olan, üretim sürecindeki mekaniklerden ziyade izleyicinin eseri gördüğü ve ona anlam yüklediği buluşma anında bıraktığı etkidir.

Ancak biz insanoğlunun sanat kavramına bakışı genelde “kimlik” üzerinden olmuştur. Öyle ki Fikir ve Sanat Eserleri Kanun’unda dahi yasal düzenlemeler eser sahibi temelinde ele alınmış, bu hakların ortaya çıkmasına dayanak olan eser kavramı da insan merkezli şekillenmiştir. Bu nedenle bilgisayarın kendisi tarafından meydana getirilen ürünlerde insan çabası olmadığı gerekçesi ile ürün eser olarak kabul edilmezken, bilgisayar desteği ile yaratılan ürün insan tarafından bilgisayardan yardım alınarak yapıldığından ve üründe bilgisayardan yardım alan kişinin etkisi -yaratıcılığı- bulunması şartıyla eser olarak korunabilir denmektedir. Öte yandan geleneksel bilgisayar ile makine öğrenmesine bağlı yapay zekâ modelleri arasında fark vardır. Zira yapay zeka, veri ile makine öğrenmesine dayalı olarak çalışır ve bu husus onu bilgisayar programlarından ayıran önemli bir kriterdir. Bilgisayar programlarında ise programdan beklenen amacın gerçekleşmesi için program geliştiricisi tarafından algoritma ve kodlamalar kullanılır. Bilgisayar programlarına her bir girdi ve girdilere uygulanacak işlemler ile yaratılan çıktılar için program geliştiricisi tarafından kodlar yazılmaktayken, yapay zekada istenilen çıktılara ulaşmak için uygulanacak işlemler veriler yardımıyla makine öğrenmesi ile gerçekleştirilir.

Bu farklar dikkate alındığında, bir ürünün bilgisayar “tarafından” veya “desteği” ile yaratılması şeklinde yapılan ayrımın yapay zeka uygulamaları için de yapılması, meydana gelen ürünün eser niteliği açısından bir anlam ifade etmeyecektir.

Bu bağlamda asıl tartışılması gereken, yapay zeka modellerinin yaratıcılık ve hususiyet kavramlarında meydana getirdiği başkalaşımlardır.

Bir eserin yapay zeka ile üretildiğini, yaratıcısının yapay zeka olduğunu varsaydığımızda, sonuca eser diyebilir miyiz? Sanatçı olmadan sanat olabilir mi?

Eğer resim, beste, film, heykel yapmak ya da şiir veya roman yazmak sanat olarak nitelendirilirse evet yaratıcı yapay zeka modelleri tarafından da yani insan olmadan da sanat yapılabilir. Ancak ürünün Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında eser koruması görmesi için fikrî ürün olması, hususiyete sahip olması, hususiyeti yansıtacak düzeyde şekillenmesi ve kanunda sayılı eser türlerinden birine dahil olması gerekmektedir.

Bu noktada ortaya çıkan ürünün söz konusu hususları karşılayıp karşılamadığına değinmeden önce, az önce ifade ettiğim kavramların başkalaştığının kabul edilmesi gerekliliğine değinmek isterim.

Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda eserin sahibinin hususiyetini taşıması gerektiğinden bahsedilmesine rağmen hususiyet kavramının ne olduğu konusunda bir açıklama yapılmamıştır. Doktrinde ise hususiyet; eser sahibinin özellikleri, eser sahibinin zekâsı, bilgisi, çalışması ve yaratıcılığı gibi kavramlarla açıklanmaya çalışılmıştır. Peki ama yaratıcılık nedir? Farklı disiplinlerde farklı şekillerde ele alınan yaratıcılık kavramı bence, kopyalama birleştirme ve dönüştürme çemberinde bilginin yeni bir şekil alana kadar yeniden düzenlenmesi, bir şeyi yapma veya oluşturma süreci olarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda hususiyet de bu sürecin üretenine ait düşleme, imgesellik, entelektüel birikim gibi etmenlerden etkilenmesi sonucu ortaya çıkan bir özellik olarak tanımlanabilir.

O halde yaratıcılık sürecinin üreten kişinin kişisel deneyimlerine bağlı olduğu kabul edilirse yapay zeka tarafından meydana getirilen ürünlerin yaratıcı olduğunu söylemek mümkün olmayacaktır. Halbuki yapay zeka modelleri tarafından meydana getirilen ürünler de insan tarafından yapıldığı düşünülecek kadar etkileyici ve yaratıcı olabilmektedir. Evet bilinçli olarak yaratıcılık kavramını kullanıyorum. Zira bu ürünlerdeki yaratıcılık da yapay zekanın verilere karşı oluşturulan çıktılarla öğrendiğine en yakın sonucu üretmesiyle yani kendisine verilen veriyi yeniden düzenlemesiyle, kendi deneyimleriyle oluşur.

Gerek insan gerekse yapay zeka için yaratıcılık, bilginin yeniden düzenlenirken, düzenleyenin çevresel etkilere verdiği tepkilerle oluşturduğu bir süreçte; düzenleyene bağlı kişiselleşme ile meydana geleceğinden ve hususiyet ise ürünü diğerlerinden ayıran bir özellik olduğundan bu iki kavramın odağında insan faktörünün aranmaması gerekir. Bu kavramların başkalaştığının ve yapay zeka ürünlerinin de hususiyete sahip olabileceğinin kabulü önemlidir.

Öte yandan yapay zeka ürünlerinde hususiyeti ortaya çıkaran yaratıcılık yapay zekanın kendisi tarafından sağlanmaktaysa bu ürünler fikrî ürün olarak değerlendirilmemeli midir? Yapay zekâ ürünlerinin meydana gelme sürecinde insan istemlerinin sadece yönlendirici olduğu dikkate alındığında bu ürünlerin fikrî ürün olmadığı görüşü hâkimdir. Öyle ki yabancı mahkeme kararlarında da insanın zihnî faaliyeti sonucu oluşmamış bir ürünün ne kadar orijinal olursa olsun eser olarak koruma görmemesi gerektiği belirtilmektedir.

Örneğin Avrupa Parlamentosu 2020 tarihli bir kararında, yapay zeka ürünlerinin ancak gerçek bir kişi ile bağlantılı olan orijinallik unsuru ve eser sahibinin kişiliğini esas alan fikrî ürün unsurunu taşımaması nedeni ile fikrî hak korumasından yararlanmaması gerektiğini belirtilmiştir. Ancak dikkat ederseniz söz konusu kararların hepsi eser sahibi temelli kararlardır. Halbuki her ne kadar nihai üründe insan yaratıcılığı bulunmasa da yapay zekanın arkasında yatan algoritma, model gibi teknik hususlar ile ürünün meydana gelme safhasında yer alan insan istemleri nedeniyle nihai ürünün insan fikrine dayandığı açıktır.

Mevcut düzenlemeler kapsamında yapay zeka ürünleri eser korumasından yararlanamasa da insanoğlu bir eserin insan ya da yapay zeka tarafından meydana getirildiği konusunda sanatsal Turing testini geçemiyorsa, yapay zeka tarafından meydana getirilen yaratıcı ürünlerin de eser olarak korunmasına yönelik düzenlemeler yapılmalıdır.

Yapay zekanın insanlık birikiminden yola çıktığını düşünürsek, yapay zeka ile üretilen eserlerde intihal riski nerede başlar, nerede biter?

Yaratıcı yapay zeka modelleri, girdiyi işleyerek yeni ve özgün içerikler üretmek amacıyla eğitilmiş makine öğrenimi algoritmalarını kullanır. Dolayısıyla model, girdi ile istatistiksel olarak öğrenme sağlar ve girdi ile çıktı arasında birebir bir bağ olmasını, çıktının kopyasının üretilmesini engeller.

Konuyla ilgili olarak DaLL.E 2 adlı yapay zeka uygulamasının yaratıcılarından biri, sistemin temelinde difüzyon adı verilen bir tekniğin yattığını ve aslında yaratıcı yapay zeka modellerinde genellikle eğitim verisinin benzer kopyasının ya da eğitim verisine bağlı versiyonunun yaratılmadığını; tam aksine, veriye gürültü eklenerek sürecin tersinden işletildiğini ve bazı hallerde bilgilerin bir kısmının dahi silinebildiği belirtmiştir. Bu bağlamda denilebilir ki yapay zekanın eser niteliğindeki bir veriyi eğitim veri setinde kullanması halinde yapay zeka modeli kopya oluşturma amacıyla yaratılmadıkça, kullanılan veri sayısal bir değere dönüştürülerek eğitim sürecindeki bağlantılarla üretilmektedir.

Örneğin belirli bir sanatçının eserleri ile eğitilmiş yapay zekanın üreteceği ürün o sanatçının sanat estetiğini öğrenerek ve belki de sanatçıya ait eserlerden etkilenerek başka bir ürün oluşturmaktadır. Meydana gelen bu ürünün sanatçının ürününün taklidi olduğunu söylemek için ise sanatçının hususiyetinin yapay zeka tarafından meydana getirilen üründe bulunması gerekmektedir.

Mesela ChatGPT uygulamasının eğitim verisinde eser niteliğinde bir veri bulunsa da modelin arkasında dil anlama, doğal dil işleme ve metin oluşturma amaçları yatmaktadır. Dolayısı ChatGPT, eğitim verisinde bulunan bir şiirden ancak şiir kavramını öğrenir ve kendisinden istendiğinde şiir benzeri bir ürün yaratır. Benzer şekilde eğitim veri setinde bulunan milyonlarca veriden öğrenen modelden spesifik bir şairin tarzında şiir yazması istendiğinde de asıl olan o şairin şiirlerinde yer alan anlatımın, anlatıma özellik katan unsurların öğrenilmesi ve ona benzer şekilde bir üretimde bulunmaktır. Burada da meydana getirilen üründe o şaire ait şiirden bir bölüm aynen kullanılmamaktadır. Yani, modele verilen girdi ile çıktı arasında sebep sonuç ilişkisi değil verilerle istatiksel düzeyde kurulan korelasyon, örüntü veya örtüşmeler vardır.

Yaratıcı yapay zeka modellerinin bu şekilde çalışması, bir sanatçının farklı sanat eserlerini inceleyerek kendi tarzını geliştirmesine çok benzer. Zira sanatçı da gördüğü eserlerden öğrenir ve esinlenir. Aynı şekilde, difüzyon modelleri de veri kümesindeki örneklerden soyut temsiller öğrenir ve bunları sıfırdan yeni eserler üretmek için kullanır.

Yaratıcı yapay zeka modellerinin kullandığı verilerden “aşırdığı” değil ilham aldığı kabul edilmelidir. Bu nedenle yapay zeka tarafından meydana getirilen ürünün intihal yaratabileceğinden de söz edilmemesi gerekir.

Ahmet Rüstem Ekici & Hakan Sorar. Fotoğraf: Deniz Tapkan Cengiz.

“Yapay Zeka, Kültürel Mirasın Korunması, Restorasyonu, Arşivlenmesi ve Hatta Yeniden Canlandırılması İçin Benzersiz Fırsatlar Sunuyor”

AHMET RÜSTEM EKİCİ & HAKAN SORAR, Sanatçı İkilisi

Yapay zekanın sanatta kullanımı gündemden düşmeyen bir konu. Kültürel miras üstüne çalışmalarınızı temel alarak sizce yapay zekanın sanat tarihi, kültürel bellek üstüne etkileri nelerdir? Yapay zeka gibi teknolojilerin geçmiş, günümüz ve gelecek arasındaki bağlara etkileri söz konusu mu?

Yapay zeka kavramı, elbette hayatımıza yeni girmedi. Bu nedenle, “yapay zeka” derken tam olarak neyi eleştirdiğimizi ve nelerin altını çizmemiz gerektiğini belirlemek, alt tartışma başlıkları oluşturmak büyük önem taşıyor.

Yapay bir varlık yaratma teması, Mary Shelley’nin Frankenstein’ından, Karel Čapek’in R.U.R. (Rossum’s Universal Robots) (1920) adlı eserine, Fritz Lang’ın 1927 yapımı Metropolis filminden Stanley Kubrick’in başyapıtlarına kadar, yüzyılı aşkın bir süredir bilim kurgunun merkezinde yer alıyor. John McCarthy, Alan Turing gibi bilim insanları, 1950’lerden günümüze makinelerin öğrenme yeteneği üzerine çok değerli çalışmalar gerçekleştirdiler.

Yazılım dünyasındaki gelişmelerle birlikte, insanlar el çizimi yerine 3B modelleme programlarını kullanarak heykeller, mimari yapılar ve çeşitli 3B modeller oluşturmaya başladılar. Bu süreç, zanaattan farklı olmayan, yoğun modelleme bilgisi, yazılım uzmanlığı ve görselleştirme becerisi gerektiren, kısacası emeğin bilgisayar yardımıyla harmanlandığı bir serüvendi. Dijital araçlarla çalışan sayısız tasarımcı, sanatçı ve teknik uzman, bir görüntü oluşturabilmek için eskizden nesneye uzanan yolculukta onlarca araç kullanarak ve saatler süren emek harcayarak sanal görüntüleri ve nesneleri meydana getiriyorlardı.

Ahmet Rüstem & Hakan Sorar, “Hesaplanabilir Döngüde Olan”, YZ imaj ve video, Holofan hologram animasyon, 2024. Mardin Bienali Invited.

Sadece birkaç yıl öncesine kadar, sanal bir elma modellemek istediğimizde, bir heykeltıraş gibi elmayı modelleyip ardından doku verebilmek için çeşitli yöntemlerle 3B bir nesne oluşturmamız gerekiyordu. Bugün ise, kelimelerle tarif ederek hem bir elma görüntüsü hem de 3B bir nesne oluşturabiliyoruz. Kısacası, mağara döneminden günümüze iz bırakmayı, hikâye ve durum aktarmayı seven insanın karşısına yeni bir araç daha çıktı. Elbette bu araç ve çıktıları, sanat tarihini derinden etkileyecek.

Günümüzde değeri azalan veya yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan soyut ve somut kültürel miras öğelerini, dijital araçlar sayesinde geleceğe aktarabiliyoruz. Yapay zeka, kültürel mirasın korunması, restorasyonu, arşivlenmesi ve hatta yeniden canlandırılması için benzersiz fırsatlar sunuyor. Örneğin, yok olmuş tarihi yapıların 3D modelleri yapay zeka ile yeniden oluşturulabilir, hasar görmüş sanat eserleri restore edilebilir veya eski dillerdeki metinler çözümlenebilir. Bu, geçmişle günümüz arasında daha güçlü bir bağ kurmamızı ve kültürel belleği gelecek nesillere aktarmamızı sağlıyor.

Yapay zeka ile ilgili en eleştirilen noktalardan biri, diğer sanat üretim biçimlerine kıyasla zanaat ve emekle ilişkisi. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz? Sanatta emek hiyerarşisinden söz etmek mümkün mü? Ya da günümüzde sanatın tanımı mı değişiyor?

Sanatın tanımı, tarih boyunca sürekli bir değişim ve dönüşüm içinde olmuştur. Ancak bu değişimlerin yok edici değil, bir ağacın dalları gibi beraber büyüyen, uzayan ve birbirinden beslenen bir yapıda olması daha değerlidir. Tartışmaları ve eserleri, dönem koşulları içinde değerlendirmek büyük önem taşır. Bu süreçlerin kaydını tutan sanat tarihçileri, sanat profesyonelleri, sosyologlar ve belgeleyen sanatçılar, bu değişimin anlaşılmasında kritik bir rol oynar.

Sinemanın ortaya çıkışı tiyatroyu veya fotoğrafı yok etmedi. Aksine, bu farklı disiplinler ve ifade biçimleri, birbirleriyle etkileşim içinde yeni diller geliştirdiler. Sanatın gücü bazen tesadüflerden, bazen yıllarca süren titiz bir çalışmadan, bazen de ortaya çıkışından yıllar sonra kazandığı toplumsal etkileşimden kaynaklanabilir. İkili sistemlere dayalı, dayatmacı bir bakış açısı yerine, her bilgiyi potansiyelleri ve samimiyetiyle değerlendirmeyi daha doğru buluyoruz. Bu nedenle, bir sanat eserini sadece emek skalasında değerlendirmek eksik bir yaklaşım olacaktır.

Bilgi ve deneyim, bir inşa sürecidir ve kendinden önceki bilgilerden, deneyimlerden beslenerek gelişir. Sanat eseri; kavramsal derinliği, estetik değeri, teknik ustalığı, izleyiciyle kurduğu iletişim ve kültürel bağlamı gibi birçok farklı unsurun bir araya gelmesiyle anlam kazanır.

Bir Varış Bir Yokuş sergisinde olduğu gibi işlerinizde kalıcılık, iz bırakma ve ölüm temalarına yer veriyorsunuz. Sanat hep ölümsüzlük çabasıyla bütünleştirilmiş bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Öte yandan yapay zeka da birçok yanıyla aynı amaca hizmet etme güdüsünde. Sanat, yapay zeka, ölüm-ölümsüzlük ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Vision Art Platform’da Eylül 2024’te sergilenen Bir Varış Bir Yokuş başlıklı sergimiz, yapay zeka araçlarının potansiyellerini test etme ve çıktılarını değerlendirme açısından önemli bir adımdı.

Uzun yıllardır ikili olarak düşüncelerimizin kelimelere, kelimelerin ise görüntülere, videoya, sanal ve fiziksel nesnelere, sese dönüşümüne dair çalışmalar gerçekleştiriyoruz. Bunu yapmaktaki en büyük motivasyonumuz, sürekli değişen araçların kaydını tutmak, çıktı kapasitelerini test etmek ve bu çıktılar üzerinden geleceğe bilgi bırakabilmek. Ahmet Rüstem, Hamam, Sauna ve Islak Hacim başlıklı sergilerine hazırlık süreçlerinde (2018-2021) birçok dijital aracın denemelerini gerçekleştirmiş ve bu denemelerin antik dönemlerdeki karşılıklarından beslenerek, günümüz örnekleriyle geleceğe bilgi bırakmayı amaçlamıştı. Rest in Pieces sergimizle ikili olarak ilerleyen bu süreç, bizi araçların estetiğiyle buluşturdu. Müzelerde kimlerin kalıntılarını deneyimliyoruz? Bu eserler bize geçmişe dair neler anlatıyor? Günümüzün araç ve bilgisiyle neler üretebiliriz? Bu gibi sorular etrafında şekillenen sergide; ölü maskları, mühürler ve yapay zeka imgesinin yolculuğundaki yüzey örneklerini deneyimlemiştik. Ana hikâyemiz ise Kütahya’nın Domaniç bölgesinde yaşanan kurbağaların birbirini taşıyarak gerçekleştirdikleri üreme yolculuğu ve yakın bölgede bulunan, 5000 yıl önce üretilmiş birbirini taşıyan kurbağa figürleri arasındaki bağlantı üzerineydi.

Bir Varış Bir Yokuş sergisinde ise, özellikle yüzeylere odaklanarak bu kez koç biçimli mezar taşlarının izini sürdük, saha çalışmaları gerçekleştirdik ve veriler topladık.

İki sergi arasında kavramsal olarak bir bağ bulunsa da çıktılar açısından inanılmaz bir görsel evrim deneyimledik. Örneğin, Midjourney ve DALL-E gibi popüler araçların ilk çıktığı dönemlerde estetiklerine dair belirgin farklar mevcuttu. Günümüzde ise bu araçların çıktıları arasındaki sınırlar giderek bulanıklaştı. Eğer bu gelişmeler olmasaydı, belirgin farkları hâlâ deneyimliyor olacaktık.

Post-truth çağında, gerçeğin ne olduğunu sık sık tartışacağız. Aynı zamanda, araç çıktılarının hem gelişimi hem de “ölümü” söz konusu. Buradaki “ölüm” kavramı, hem bu araçların daha iyi versiyonları çıktığı için ihtiyaç doğrultusunda ortadan kalkmalarını hem de teknik olarak artık erişilemeyen bir sürecin çıktısı olmalarını ifade ediyor. Bu durum, dijital sanatı deneyimleme ve kalıcılık konularında önemli soruları beraberinde getiriyor.

ArtDog Istanbul 27. Sayı100,00250,00Mart – Nisan 2025

“İnsan Nedir” Sayısı şimdi hem basılı hem de dijital versiyonuyla yayında!

ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.

Başarılı

Previous Story

Samih Rifat İçin “Çok İş Var Yapacak”

Next Story

Müzik TR100 ile Cumhuriyet’in Ses Arşivi

0 0,00