Sanat Umudun En Yüksek Biçimidir - ArtDog Istanbul
Fahrelnissa Zeid,Oturan Çıplak, 1944, 73x60 cm.

Sanat Umudun En Yüksek Biçimidir

///

Ankara Müze Evliyagil, Beral Madra’nın küratörlüğünü üstlendiği Sanat Umudun En Yüksek Biçimidir başlıklı sergisine 16 Temmuz 2023 tarihine kadar ev sahipliği yapıyor. Müze Evliyagil ve PAPKO/Öner Kocabeyoğlu koleksiyonlarından seçilen 51 sanatçının eserlerinden meydana gelen sergi, bu coğrafyada üretilmiş modern ve çağdaş sanatı her iki koleksiyon özelinde ele alarak kent, beden ve imgelem kavramlarına odaklanıyor.

Komet, Mehmet Güleryüz, Altan Gürman, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Fahrelnissa Zeid, Yüksel Arslan, İnci Eviner, Fırat Engin, Nejat Satı, SENA, Seçkin Pirim’in de aralarında olduğu farklı jenerasyonlardan sanatçıları bir araya getiren sergi, ağırlıklı olarak Ankara’da daha önce gösterilmemiş olan PAPKO/Öner Kocabeyoğlu Koleksiyonu’ndan bir seçki ile bu seçkiye eşlik eden Müze Evliyagil Koleksiyonu’ndan yapıtları bir araya getiriyor. Türkiye’nin modern ve çağdaş sanat üretimindeki düşünsel yapının izlediği yolu ve aynı kuşaktan iki koleksiyonerin zihin ve duygu evreninin değerler dizisini de ziyaretçilere gösteren serginin Küratörü Beral Madra ile konuştuk.

  • Başlık olarak Gerhard Richter’ın 7. dOCUMENTA sergisinin kataloğunda yazdığı bu sözü seçmenizdeki etken neydi?

Öncelikle Richter’in 90. yaşı dolayısıyla Türkiye’de ve bu sergideki sanatçılarla birlikte anılmasını istedim; o yalnız Almanya’nın değil, dünyanın en önemli ressamlarından birisidir. Sadece yapıtlarıyla değil kimliğinin hayranlık uyandıran özellikleriyle de öne çıkıyor. Kuşkusuz ikinci amacım, içinde yaşadığımız yerel ve küresel düzendeki olumsuzluklar, krizler karşısında en güçlü direnişin ‘umut’ olduğunu ve umudun da sanat üretiminin en güçlü özelliği olduğunu vurgulamak istedim.

Komet, İsimsiz, 2003, 70×100 cm.
  • Pandemi sonrası döneme ve sanata dair neler söyleyebilirsiniz?

Pandemi ölüm ve yaşam arasındaki o dayanılmaz endişe eşiğini yaşattı insanlara; zorunlu dinginlikle insanlar vahşi kapitalizmin dayattığı hızlı yaşamın ve aşırı tüketimin ne denli yorucu olduğunu anladılar. Yaratıcı insanlar, sanatçılar için de bu dönem verimli oldu; üretim için gerekli olan düşünme ve uygulama zamanı genişledi. Çevrim içi ortam, üretimlerin topluma gösterilmesini sağladı. Umut insanın içindeki yaşam istencinin ve gelecek düşüncesinin birincil gücüdür. Sanat üretimi -her ne kadar kapitalizmle bağlantılı kültür sanayisi içinde yer alsa da- bu istenci ve gücü, bu bağlantının olumsuzluklarından sıyrılarak besleyen bir işlev taşıyor.

  • Modern ve çağdaş sanatçıların eserlerinin harmanlandığı bu sergide belli bir sanat periyoduna ya da onun yansımalarına yer veriyor musunuz? Eser seçimlerinizde nelere öncelik verdiniz?

Ebru Nalan Sülün’ün 2019’da çıkan “Türkiye’de Çağdaş Sanat Koleksiyonculuğu” kitabı, koleksiyonculuk konusunu bütün yönleriyle inceliyor. Türkiye’de çok ciddi bir kültür politikasıyla değerlendirilmesi gereken, ancak henüz yeterince değerlendirilmeyen bir birikim var. Bu birikim, genç kuşakların olmazsa olmaz benimsemesi gereken tarihsel belleğin görsel verilerle desteklenmesi anlamını taşıyor. Ben iki koleksiyondaki resimleri konulara ve estetik kavramlara göre sınıflandırdım; kronolojik bir düzen kurmadım. Sergilerde kuşkusuz sanat tarihi yöntemlerinin öngördüğü modernizm, post-modernizm gibi sınıflamalar yapılabilir; bence bugün üretilen bütün yapıtların temelinde modernizm kavramları ve estetiği bir şekilde sürdürülüyor. Bunu söylerken bugün bilgisayar teknikleriyle üretilen dijital sanat türlerinin de bu sürekliliğe bağlı olduğunu düşünüyorum. Bu sergide 3, 4 kuşak sanatçının üretimlerinin nasıl bir bütüncül görsel anlatı ve bellek oluşturduğunu göstermek istedim.

“… son dönemde uluslararası sanatçıların da koleksiyonlara girdiğini izliyoruz. Ancak, bu koleksiyonlarda resimler önde geliyor; heykel ikinci, fotoğraf ve video üçüncü sırada. Özellikle 80’lerden günümüze üretilen kavramsal sanat ve yerleştirme yapıtları henüz koleksiyonlarda yeterince yer almıyor.”

  • Çağdaş sanatın doğası, yapısı gereği her şeyi politize eden, minör durumları da kendisine hedef alan bir politik yaklaşımı var. Bu sergi, farklı zamanların kent, beden ve imgelem kavramlarını gösterirken, politik anlamda bize neyi vadediyor?

Yaklaşık 30 yıldır siyasal görüşümü sergilerle ifade ettiğimi düşünüyorum; zaman içinde küresel ve yerel siyasal, ekonomik, toplumsal sorunlara yanıt veren sanatçılarla çalıştım. Ayrıca yaşadığımız jeopolitik bölgedeki çağdaş sanat üretimlerini de tanıtmaya çalıştım. Örnek vereyim: Saraybosna’da savaş ve katliamlar sonrası kurulan Ars Aevi Müzesi’ne büyük bir koleksiyon verilmesini sağladım; Andrej Derkovic’in Srebrenica katliamı kurbanlarının adlarını Braille alfabesiyle yansıtan sergisinin küratörlüğünü yaptım. 2003’de Vladikavkaz’ın banliyösü Beslan’daki okulda Çeçen teröristler tarafından öldürülen 300 çocuk için Dilara Akay’ın ürettiği yapıtı hibe ettik. Bu sergiyi de hazırlarken yine günümüzdeki kompleks insan-kent ilişkilerine yöneldim; özellikle de pandemi dönemindeki deneyimler insan bedeninin kırılganlığını, kent yaşamının zorluklarını deneyimledik. Bu deneyimlerin psikolojik sonuçları oldu. İzleyicinin bir de görsel dil açısından bu konuya eğilmesini istedim. İki koleksiyonda da bu ilişkiyi içeren modernist ve post-modernist çok sayıda yapıt var.

  • Karma koleksiyoner sergilerinin ziyaretçilerle etkileşimi konusunda neler söyleyebilirsiniz?

Genel olarak koleksiyonculuk küresel kültür sanayisi içinde hem sağlam bir yatırım alanı hem de sanat piyasasının yönlendiriciliğini ve ülkelerin sanatsal kültürel miraslarının koruyuculuğunu üstleniyor. Bu üç işlev de hem beceri, bilgi hem de sorumluluk taşıyor. Eğer ülkelerin kültür sanayisine ilişkin yasaları sağlamsa bu alandaki olumsuz müdahaleler, örneğin kara para aklama, piyasa oyunları gibi sorunlar yaşanmıyor. Değilse, bu işin de kara delikleri oluşuyor ve yararlılık özelliği örseleniyor. Koleksiyonculuk ve fuarlar arasında kuşkusuz güçlü bağlar ve çıkarlar var; burada da beklenti şeffaflık, kuralların, yasaların geçerli olmasıdır. Genel izleyici için fuar, tüketim alışkanlıklarına uygun bir zaman geçirme yeri; kuşkusuz bu arada sanatçıları tanıyor, yapıtlar hakkında fikir ediniyor. Seçkin ziyaretçi de yatırımı için karşılaştırma yapma olanağı buluyor. Ancak fuarın ana amacı satıştır; kitleyi eğitmek değil. Koleksiyonların sergilenmesi yine küratörlerin işidir; kronolojik sergilemeler yapılabilir ama bu artık çok ilginç değil. Her koleksiyonda koleksiyon sahibinin değer ölçüleri, ideolojisi vardır; bunu ortaya çıkarmak ilginç olur.

İlginizi çekebilir:  Centre Pompidou Dört Yıllığına Kapanıyor
Burhan Doğançay, Türk Artistleri Double Abstraction, 1986, Tuval Üzerine Kolaj Akrilik, 115×195 cm.
  • Türkiye’deki koleksiyonerlik kültürüyle ilgili, daha eklektik ve toplama diyebileceğimiz, içinde her şeyi barındıran bir kültür olduğu yönünde iddialar var. Yani dikine derinleşen, bir akıma, bir aralığa yönelmiş koleksiyonerlik kültürünün henüz gelişmediği düşünülüyor. Evliyagil ve PAPKO/Öner Kocabeyoğlu koleksiyonlarını da mercek altına alarak, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’de resim koleksiyonculuğu yeni değil; 20. yüzyılın ilk yarısında devlet ve resmî kurumların koleksiyonları birikti, liberal ekonomiye geçişle özel koleksiyonlar birikmeye başladı. Son dönemde de koleksiyoncular bu birikimi kitleye göstermek istiyor ve çeşitli sergiler yapılıyor. Özel müzelerin koleksiyonları da sık sık sergilerde ortaya çıkıyor. Koleksiyoncunun ilgisi, bilgisi ve yatırım gücünü gelişmemiş olarak nitelendirmeyelim; büyük ölçüde galerilerle, danışmanlarla çalışarak koleksiyonlarını zenginleştirdiler. Yine son dönemde uluslararası sanatçıların da koleksiyonlara girdiğini izliyoruz. Ancak, bu koleksiyonlarda resimler önde geliyor; heykel ikinci, fotoğraf ve video üçüncü sırada. Özellikle 80’lerden günümüze üretilen kavramsal sanat ve yerleştirme yapıtları henüz koleksiyonlarda yeterince yer almıyor.

“Umut ve umutsuzluk her zaman yanyanadır; özellikle günümüzdeki hakikat-sonrası ideoloji ile vahşi-kapitalizmin yarattığı birbirini izleyen krizler umudun sürdürülebilir olmasını engelliyor. “

  • Sergide odaklanılan ana kavramlardan olankent’, içerisinde beden, güç, iktidar, tarih, düşünce sistemleri vb. birçok olguyu barındırıyor. Yüksel Arslan’ın “Arture 149″ isimli çalışmasının da sağında ve solunda iki figürle sergilenmesini bu bağlamda ele aldığımızda, sergideki kent kavramına odaklanan resimlerin figüratif okumasının daha kuvvetli olduğunu söyleyebilir miyiz? Richard Sennett’in kentin mekânsal tasarımının şekillenmesinde toplumun beden algısının öncelikli olarak yer aldığı fikrini, yaşadığımız coğrafya için de olumlamış olur muyuz?

Siz sorularla doğru yanıtları veriyorsunuz. 1988’de Yüksel Arslan için yazdığım yazıdan bir yanıt vereyim: Yüksel Arslan’ın Arture’ları iki seçenek tanıyor izleyiciye, yeryüzü kültürünü algılamaktan öte, derinlemesine bilip, gerçek ötesi boyutlarda özümsenmiş bir yorumdan içsel tatlar almak ya da anlık algı düzeyinde kalıp, yalnızca algılamayı diri tutmak. Bu tam yaşadığımız coğrafyada çağdaş sanatı izleyen kitlelerin tepkilerini anlatıyor. İstanbul, modernizmden günümüze sürekli değişim geçiren, tarihsel olanla güncel olan arasında bir uyum ve estetik sağlanamayan bir kent. Bunun temelinde bu uyumsuzluğu yaratan insanın kendi beden algısındaki zihinsel ve ruhsal sorunları etken oluyor.

  • Serginin odağında yer alan diğer ana kavram olan ‘beden’, sanırım bu coğrafyada en fazla değişime maruz kalan olgu. Sergide yer alan beden resimleri için siz nasıl bir okuma sunardınız?

Sergideki beden imgesi üstüne odaklanmış yapıtlar, bu kuşak sanatçıların yaşadıkları dönemin oluşumları ve gerçekleri üzerine düşüncelerinin, yorumlarının ve eleştirilerinin metaforlarıdır. Günümüz sanatçılarının sundukları beden imgesi çoğu kez sürrealist akımın günümüzdeki özelliklerine bağlı olarak biçim bozmasına uğramıştır, almaşıktır, tekinsizdir. İzleyici için şaşırtıcı ve kışkırtıcı bir algılama yaratır. Beden sanatçının aktarmak istediği düşüncesinin yorumunu içeren bir araçtır. İzleyici sanatçının bakışı ile insan kimliği üstüne yeni bir bakış açısı keşfedebilir. Resimler, desenler, fotoğraflarda insan ve beden düşsel, duygusal, gerçek-dışı, tekinsiz, tedirgin edici, çirkin, hazcı, hicivci veya popçu, oyuncu, coşkulu özellikler taşır. Bedenin fiziksel ve organik özellikleri ruhsal, düşsel, bilinçaltı evrende yeniden kurgulanır. Bunlar sanatçının sorgulama için kullandığı görsel araçlardır.

Fikret Mualla, Pipolu Adam, 1954, 38×52 cm.
  • Umutsuzluk dolu zamanlarda insanların umudunun hâlâ kaybolmaması için ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?

Umut ve umutsuzluk her zaman yanyanadır; özellikle günümüzdeki hakikat-sonrası ideoloji ile vahşi-kapitalizmin yarattığı birbirini izleyen krizler umudun sürdürülebilir olmasını engelliyor. Yaratıcı ve üretici insanlar sürekli düşünüp, düş gücünü çalıştırıp söz, ses, imge üreterek zamanlarını değerlendiriyor; bu değerlendirme de umut üretiyor.

ArtOda’nın Yeni Konukları

Müze Evliyagil, Beral Madra’nın küratörlüğündeki Sanat Umudun En Yüksek Biçimidir başlıklı sergisinin yanı sıra proje alanı olan ArtOda’da 31 Aralık’a kadar Müge İrem Beyazıt ve Ekin Ünal’dan oluşan sanatçı ikilisi _sojörn’ün ilk kişisel sergisini sunuyor. Her yıl Alfa açık çağrısıyla genç sanatçıların kişisel sergilerini ağırlayan Art Oda’daki yeni sergi “Geniş Şimdi Zaman” başlığını taşıyor. Ahu Antmen, Ari Meşulam, Ezgi Yıldız, Mehtap Baydu ve Ümmühan Yörük’ten oluşan bu yılki jürinin seçimiyle belirlenen Ankara merkezli sanatçı ikilisi _sojörn, tasarımcı ve mimar olarak ortak üretimlerini mekânlar, karşılaşmalar ve materyaller ile harmanlıyor. Sergi ise çizgisel anlaşılan kimlik kazanma, ilişkilenme, üretme ve tüketme süreçlerinin görünür sıralamalarını bozarak, kronoloji ötesi doğalarına odaklanıyor.

Previous Story

Decollage Art Space’te Yeni Sergi

Next Story

Kraliçe Elizabeth’e 2 Metrelik Heykel

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.