Kediler, insanlık tarihinine ortak olmuş en eski varlıklardan biri. Antik Mısır’ın kutsal metinlerinde, evreni koruyan tanrıçaların bedeninde karşımıza çıkarken, Ortaçağ efsanelerinde ise hem sezgileri hem doğaüstü güçlere kurdukları gizemli bağ nedeniyle uğur ile uğursuzluk arasında gidip gelirler. Onları bu kadar büyüleyici yapan şey de, hiç kuşkusuz, binlerce yıldır aynı anda hem evcilleşmiş hem de asla tam olarak evcilleştirilememiş olmalarıdır.
Kediler, yalnızca mitlerin ya da efsanelerin konusu değildir. Aynı zamanda, yüzyıllardır evlerimizin sessiz olduğu kadar kurnaz ama en önemlisi sadık tanıklarıdır. Bir an başını dizimize koyan o yumuşak, güven dolu ağırlık; sonra hiçbir açıklama gerektirmeyen o özgür uzaklaşmalar… İnsanla kurdukları bağ tam da bu tutarsızlığın içinde anlam bulur: Hem yakın hem mesafeli, hem oyuncu hem bilge, hem dünyevi hem de neredeyse kutsal.
Bu nedenle sanatçılar, yüzyıllar boyunca kedilerin büyüsünden gözlerini alamamışlardır. Bu seçkide, sanat tarihinin en unutulmaz kedilerini bir araya getiriyoruz: Renoir’in tuvalinde bir çocuğun kucağında huzurla dinlenen minik bir dost, Visscher’in gravüründe uykuya teslim olmuş bir varlık, Hiroshige’nin baskısında ise tüm enerjisini oyuna veren bir kedi izleyiciyi karşılıyor.

1. Pierre-Auguste Renoir, Child with Cat (1887)
Renoir’in 1887 tarihli bu portresi, sanatçının empresyonist ışık duyarlılığını Morisot ailesinin küçük kızı Julie Manet üzerinden zarif bir şekilde ifade eder. Aile dostu olan Renoir, Morisot’ların evine yaptığı sık ziyaretlerde Julie’nin çocukluk hâlini ölümsüzleştirir. Ancak tabloda ilk bakışta öne çıkan, Julie’nin kucağındaki kedidir. Huzurlu ve neredeyse uyuklar haldeki duruşu ve yumuşak bakışlarıyla kompozisyonun gerçek odak noktasını oluşturur. Renoir’in yumuşak, özenli fırça darbeleri kedinin tüylerindeki dokuyu neredeyse elle tutulur hâle getirir. Sanatçının eserlerinde kedilere pek rastlanmadığı düşünülürse, bu tablo hem yakın dostlukların izini taşıması hem de Renoir’in alışılmadık bir konuyu duyarlı bir incelikle ele alması bakımından özel bir yere sahiptir.

2. Cornelis Visscher, The Large Cat (1657)
Hollandalı gravür ustası Cornelis Visscher’ın 1657 tarihli The Large Cat adlı çalışması, sanatçının gözlem gücünü ve ayrıntılara verdiği önemi en açık biçimde gösteren eserlerinden biridir. Visscher, kediyi adeta bir portre gibi, tüm ağırlığı ve ihtişamıyla merkeze yerleştirir. Tüylerin kıvrımları, bıyıkların yönü ve hayvanın tetikte ama sakin duruşu, ustanın baskı tekniğindeki hâkimiyetini net biçimde ortaya koyar. 17. yüzyıl Hollanda sanatında hayvanlar çoğu zaman sembolik anlamlarla betimlenirken, Visscher’ın bu gravürü doğrudan gözleme dayanmasıyla öne çıkar.

3. Félix Vallotton, Laziness (1896)
Félix Vallotton’un 1896 tarihli Laziness adlı gravürü, sanatçının sade kompozisyonlarla kurduğu güçlü duygusal atmosferin etkileyici bir örneğidir. Nabi akımına yakın çalışan Vallotton, net konturlar ve düz yüzeylerle tanınan grafik üslubunu bu çalışmada da belirgin biçimde kullanır. Eserde, koltukta uzanan kadının bir eliyle kediyi okşar şekilde uzanır; hemen yanında da ona doğru yaklaşan sakin bir kedi görülür. Kadının gevşemiş beden diliyle kedinin güven dolu rahatlığı birbirini tamamlar. Kadının hafifçe kedinin olduğu yöne doğru eğilen duruşu ve kedinin bu yakınlıktan güç alan sakinliği, aralarında doğal bir yakınlık ve ortak bir huzur alanı olduğunu hissettirir. Bu sahnede kedi kadının ruh hâline eşlik eden bir yoldaştır. İkisi de gündelik hayatın telaşından uzak, sakin hatta belki biraz da tembel bir gün geçirmektedir.

4. Louis Wain, The Bachelor’s Party (1939)
1939 tarihli The Bachelor’s Party, Louis Wain’in kedileri insan topluluklarının içine yerleştirme konusundaki ustalığını açık biçimde gösteren çalışmalardan biridir. Resimin merkezde duran uzun masanın etrafında sohbet eden, eğlenen ve birbirleriyle etkileşim hâlinde olan bir grup kedi görülür. Tablodaki en öenmli detay ise kedilerin yüz ifadeleridir. Birinin şaşkın bir merakla masadakilere bakması, diğerinin yanındaki kediye bir şey anlatıyormuş gibi ona doğru eğilmesi, kompozisyona canlılık kazandırmakla birlikte her bir kediye insan imajı verir. Masanın üzerindeki bardaklar, sigaralar ve hafif dağınıklık da sahnenin parti atmosferini tamamlar.

5. Hiroshige II, A White Cat Playing with a String (1863)
Hiroshige II’nin 1863 tarihli A White Cat Playing with a String adlı baskısının odağında, kendini oyuna tamamen kaptırmış beyaz bir kedi bulunur. Kedinin ipi yakalamaya çalışırken gerilen patisi ve dikkat kesilmiş bakışları, sahnenin tüm neşesini ortaya koyar. Sanatçının sade çizgileri ve net kompozisyonu, bu küçük hareketi hem zarif hem de canlı bir an olarak öne çıkarır. Japon baskı geleneğinde hayvanların sıkça sembolik anlamlar taşımasına karşın, burada kedinin saf oyunbaz hâli doğrudan gözlemlenmiş bir an gibi hissedilir.

6. Suzanne Valadon, Raminou (1920)
Suzanne Valadon’un en sevdiği kedisi Raminou, sanatçının tablolarında sıkça başrolde yer alır. Tombul bir sarman olan Raminou, sakin ama kendinden emin duruşuyla hemen dikkatleri üzerine çeker. Valadon fırça darbeleriyle kedinin tüylerindeki yumuşaklığı ve karakterindeki kararlılığı ustalıkla aktarır. Kedisini gözlemleyerek yarattığı bu sahneler, Valadon’un hayvanları betimlerken hem samimi hem de estetik bir denge kurmasıyla izleyicleri kedilerin doğasına bir adım daha yaklaştırır.

7. Carl Kahler, My Wife’s Lover (1891)
Özellikle kedi resimleriyle tanınan Carl Kahler’in 1891 tarihli My Wife’s Lovers adlı tablosu, 42 kediyi bir araya getirerek izleyiciye adeta canlı bir kedi dünyasının kapılarını aralıyor. Çalışma, San Francisco’lu milyoner Kate Birdsall Johnson’ın kedilerine adanmış ve Kahler, tabloyu yapmadan önce tam üç yıl boyunca kedileri gözlemleyerek onların karakterlerini ve davranışlarını en ince detayına kadar öğrenmiş. Bu sayede eserde yer alan her bir kedi, kendine özgü duruşu, bakışı ve hareketiyle sahnede kendi kişiliğini ortaya koyuyor.

8. Henriëtte Ronner-Knip, The Cat at Play (1878)
Sık sık evcil hayvanları ressmeden Henriëtte Ronner-Knip’in The Cat at Play adlı eserinde, sahnede yer alan siyah beyaz kedinin oyunbaz hâline odaklanıyor. Victoria dönemi burjuvazisi arasında evcil hayvan resimleri oldukça popülerdi ve Ronner-Knip’in kedilerin ev içindeki neşeli ve yaramaz anlarını betimlediği tablolar büyük beğeni topladı. Sanatçı, kedilerini büyük bir özenle gözlemler ve onları en doğal hâlleriyle resmetmeye çalışırdı. Hatta kedilerin özgürce dolaşıp oyun oynayabilecekleri, uyuyabilecekleri ve kendi başlarına başlarını belaya sokabilecekleri özel camdan bir stüdyo bile kurmuştur.

9. Utagawa Kuniyoshi, Cats Suggested As the Fifty-three Stations of the Tōkaidō (1861)
Kedileri olan hayranlığıyla tanınan Utagawa Kuniyoshi’nin 1861 tarihli Cats Suggested As the Fifty-three Stations of the Tōkaidō adlı baskısında birden fazla kedi, her biri farklı bir hâlde betimlenmiş. Kimisi sepetin içinde keyifle yayılmış, kimisi fare yakalamakla meşgul, bazısı ise kıvrılmış mışıl mışıl uyuyor. Her bir kedi kendi halinde takılırken, aslında bu büyük ve canlı kompozisyonun ayrılmaz bir parçası hâline geliyor. Baskı, Edo’dan Kyoto’ya uzanan Tōkaidō yolundaki 53 istasyonu, başlangıç ve bitiş noktaları olan Nihonbashi ile Kyoto’yu da içerecek şekilde kediler aracılığıyla temsil ediyor. İzleyici ne kadar uzun süre bakarsa bakılsın, her seferinde farklı bir kedinin küçük hareketini, başka bir detayını fark ederek istasyonların kendi hikâyelerini keşfetmiş gibi oluyor.

10. Bart van der Leck, The Cat (1914)
De Stijl dergisinin kurucu ortaklarından biri olan Bart van der Leck’in The Cat (1914) adlı eserinde kedi, sessiz ama delici bakışlarıyla izleyiciyi pür dikkat izler. Van der Leck’in Paris’e yaptığı bir ziyaret sırasında Louvre’daki klasik Mısır sanatından etkilenir. Buradan ilham alarak, oldukça sade formlar ve yalın renkler içeren bir üslup geliştirir. Sonuç olarak, The Cat eserinde hayvanı hem yandan hem de profilden resmeder ve yalnızca siyah, beyaz, kırmızı ve turuncu renkleri kullanır.






