Geçtiğimiz hafta Londra’daki Frieze sanat fuarını ya da bu hafta Paris’teki Art Basel’i ziyaret edenler, yüzlerce sanat galerisinin binlerce varlıklı ziyaretçiye eserlerini sunduğuna tanık olmuştur. Yine de, son haberler doğruysa, ekonomik baskılar ve dijital rekabet karşısında galeri modeli yavaş yavaş can çekişiyor. Son dönemde küçülmeye giden galeriler arasında, artık sergi düzenlemeyeceğini açıklayan Sean Kelly’nin Los Angeles şubesi ile eski Mayfair mekânının büyüklüğünün yalnızca bir bölümüne sahip bir alana taşınan Londra’daki Almine Rech bulunuyor. San Francisco merkezli Altman Siegel galerisi ise 16 yıllık faaliyetinin ardından tamamen kapanıyor.
“Henüz sektörün ölüm ilanını yazmanın zamanı değil,” diyor Lisson Gallery’nin CEO’su Alex Logsdail. “Mark Twain’i ünlü sözünü biraz değiştirerek söylersek, sanat galerilerinin ölümüyle ilgili söylentiler büyük ölçüde abartılmıştır,” diyor. Logsdail, galerilerin önemini de vurguluyor: “Galeriler yıl boyunca ücretsiz olarak ziyarete açıktır ve bu, yeterince vurgulanmaz; bir sanatçının neyi amaçladığını tam anlamıyla görebileceğiniz en iyi yer galerilerdir.”

Los Angeles’tan Şanghay’a uzanan altı galerisiyle sektörde var olan Logsdail, şunları ekliyor: “Herkes piyasanın zorluklarla karşı karşıya olduğunu biliyor, ama bunlar sadece sanat dünyasına özgü değil. Son beş yılda çalkantılı ekonomik dönemlerden geçtik.” Ayrıca şunu da ekliyor, “piyasa kendi dengesini buluyor ve bu nedenle seyir yönü hakkında en iyi tahmininizi yapıp ona göre hareket etmek gerekiyor.”
“Az çoktur” anlayışı, galerinin yeni yöneliminin temel ilkesi gibi görünüyor. Logsdail, 2016’dan bu yana Lisson’ın Londra merkezinin ötesinde hızlı bir genişleme dönemi yaşadıklarını, ancak artık daha ölçülü hareket ettiklerini söylüyor. “Yeni mekânlar açmakla ilgilenmiyoruz,” diyor. Yeni bir coğrafi fırsat doğarsa, uygulanan prensip “yeni bir mekân açılırsa mevcut olanlardan biri kapatılıyor”oluyor.
Sanat dünyasındaki faaliyetler, fuarlar, sergiler ve diğer etkinlikler neredeyse durmaksızın devam ediyor ve giderek daha maliyetli hâle geliyor. Bu durum dikkatli bir denge gerektiriyor. Logsdail, işleri daha hedefe yönelik yürütme ve yavaş, düşünülmüş bir çalışma biçimine dönme çabasında olduklarını anlatıyor. Galeri en yoğun döneminde yılda 16 sanat fuarına katılırken, şimdi hedefi 10’un altında fuar yapmak. “Güç yetirebileceğimizden fazlasını yapmak istemiyoruz. Her yerde aynı anda olamayız ve sunumlarımızın kalitesini koruyamayız,” diyor.

Galeri, işin giderek daha karmaşık ve operasyonel hâle gelen yapısını verimli bir şekilde yönetebilmek için, daha önce Pace ve Gagosian galerilerinde görev yapan Gary Waterston’ı genel müdür olarak görevlendirdi. Waterston, yeni yöneticisi Alex Logsdail hakkında şunları söylüyor: “Alex, köklü yapıyı bozup işi baştan şekillendirmek istemiyor; galerinin kültürünü korumayı önemsiyor çünkü bu kültür, 58 yıllık başarının temelini oluşturuyor.”
Sanat piyasasının büyük bir kısmı Z kuşağı koleksiyonerleri nasıl çekeceğini düşünmekle meşgulken, Logsdail asıl zorluğun daha olgun kuşakta olduğunu söylüyor. “İnsanlar artık bildiklerini tekrar tekrar görmekten sıkıldı,” diyor. Ona göre Lisson’daki en başarılı sanatçılar ve sergiler, genellikle daha deneysel işler üretenler olmuş.
Buna örnek olarak, Teksas doğumlu sanatçı Hugh Hayden’in 2023–2024 yıllarında Los Angeles’ta açtığı sergiyi gösterebiliriz. Hayden, tuvalet kabinlerinin içine ağaç dalları ve tıbbi ekipman gibi bulunmuş malzemelerle yaptığı heykelleri yerleştirmişti. Bu eserler, polis şiddeti gibi beklenmedik derinlikte temaları işliyordu. Logsdail, serginin bir diğer etkisinin izleyicilerin sanatı daha yavaş deneyimlemesini sağlamak olduğunu belirtiyor: ‘Sergiyi görmek istiyorsanız, 25 dakikadan kısa sürede gezmeniz mümkün değildi.’ Bu yaklaşım, günümüzün hızlı galeri gezme alışkanlıklarının tam tersine bir deneyim sunuyordu

Logsdail’e göre, sanat eserlerinin fiyatlandırmasında gerçekçi olmak da bu sürecin önemli bir parçası. Artık “bir sanatçının kariyerinin uzun vadeli gidişatı açısından mantıklı ve sorumlu olanla, fazla iddialı olan arasında dürüst ve açık konuşmalar yapıldığını” söylüyor. “İyi sanat her zaman ayakta kalır,” diyor Logsdail, “ancak büyük sanatçılar bile yanlış kariyer kararları yüzünden kolayca zarar görebilir.”
Sahnedeki yeni kuşak galericilerden bazıları da Logsdail’le benzer bir bakış açısına sahip. “Genç kuşakları ücretsiz bira ve benzeri etkinliklerle açılışlara çekmek sorun değil, asıl mesele eski kuşaklarda sanata olan ilgiyi yeniden canlandırmak,” diyor yeni kurulan Oscar Chloe Directory (kısaca OCD) galerinin kurucu ortağı Oscar Sunderland. Ancak onlar için fiziksel bir mekâna sahip olmak artık bir lüks, hatta Sunderland’e göre artık bir zorunluluk da değil. “Klasik galeri modeli ölmedi ama bugünün koşullarında genç bir galerici olarak o yola girersek daha baştan batardık. Bizim için pop-up modeli çok daha işlevsel. Heyecanın peşinden gidiyoruz,” diye açıklıyor.

Ekonomik açıdan da bu yaklaşım mantıklı görünüyor. Frieze fuarları sırasında OCD, Meksikalı sanatçı Leopoldo Goût’un çoğu siyah beyaz, figüratif ve dışavurumcu tablolarından oluşan seyyar bir sergi için Londra Soho’da bir mekân kiraladı. Sunderland, “İnsanlar, sanatçılar da dahil, kendilerini heyecanlandıran şeylerin peşindeler. Devasa bir bütçeniz yoksa aynı galeride farklı sergiler gezmek artık yeterli gelmiyor,” diyor.
Bu tür projeler, ister sabit bir mekânda ister bir bisiklet üzerinde gerçekleşsin, galeri sisteminin kalıcılığını ve teknolojinin sınırlarını gözler önüne seriyor. “Biz zaten deneyim ekonomisinin bir parçasıyız,” diyor Waterston. Logsdail ise 21. yüzyılın teknolojik gelişmelerini, bazı piyasa yorumcularının iddia ettiği gibi ne tüm sorunlara çare olarak ne de sektör için varoluşsal bir tehdit olarak görüyor. “Teknolojiyi geliştiği ölçüde benimsemekten korkmamalıyız… ilerlemeyi durduramazsınız,” diyor. Yine de bir sınırı var: “Beni TikTok’ta dans ederken göremezsiniz.”
*Bu yazı, Financial Times’ta Melanie Gerlis tarafından kaleme alınan “Are We Witnessing the Slow Death of the Art Gallery?” başlıklı makalenin çevirisidir.




