Şu an dünyada 200’den fazla ülkeyi etkisi altına almış olan Korona virüsü salgını, insanlığın yaşadığı ilk salgın hastalık deneyimi değil. 14. Yüzyıldaki ‘Kara Veba’ salgınından sonraki yüzyıllarda ortaya çıkan suçiçeği, tifüs, kolera ve influenza salgınlarına kadar pek çok hastalık hem bireylerin hayatlarını hem de tarihin akışını önemli ölçüde etkiledi. İşte Smithsonian Magazine’de yayınlanan Meilan Solly imzalı haber de bunlardan birine, 1918 yılında başlayan ve yaklaşık 15 aylık bir sürede tahminen 50-100 milyon aralığında insanın ölümüne yol açan İspanyol gribi salgınını konu alıyor. “1918-1920 yılları arasında bu salgını yaşamış olanların yazdıklarından, bir yüzyıl sonranın okurları olarak bugün neler öğrenebiliriz?” sorusuna yanıt arıyor.
Öncelikle geçmişte, salgın dönemlerinde yazılmış olan yazılar kıymetli birer tarihsel kaynak. Örneğin Vermontlu iş adamı Dorman B.E. Kent, günlüğüne 1918 sonbaharında yakalandığı gribin tüm semptomlarını, doktorun önerilerini ve bu önerileri uyguladıktan sonra yaşadıklarını detaylarıyla yazmış.
Bu yazılar ayrıca okuyan insanlar için bir ilham kaynağı ya da dikkat dağıtacak yeni bir unsur olabilmeleriyle de değerli. Geçmişte salgın dönemlerinde yaşayan insanların günlüklerine, mektuplarına yazdıklarına baktığınızda, oradaki hislerin günümüz okuru için de anlaşılır olduğunu görüyoruz. Haber, “Bu anlamda bu yazılar, şu anda benzer bir salgınla baş etmeye çalışan insanlar için belki de bir başlangıç noktası olabilir” sonucuna ulaşıyor. Bu yazılarda da hava durumundan, aile ya da arkadaşlarla yapılan bir dedikodudan, alışverişlerden yani aslında gündelik, sıradan şeylerden bahsediliyor. Haber, “Onlar da bizden çok farklı değildi”yi hatırlatıyor okurlara. Ve tarih kurumlarının, yerel kuruluşların arşivlerinden 1918 salgın döneminde yaşamış kişilerin yazdıklarına yer veriyor…
Görüyoruz ki Massachusetts, Salem’den Edith Coffin (Colby) Mahoney, 22 Eylül 1918’de günlüğüne yazdığında, bu kez odağında neler yaptığı, ev idaresi ve alışverişleri değil; farklı bir konu yer almış: “Eugene F. cuma günü İspanyol gribi yüzünden hastaneye gitti. Salem’de 1500 vaka. Bradstreet Parker dün o yüzden öldü. 21 yaşında.”
Seattle’da yaşamış olan 15 yaşındaki Violet Harris ise bir çocuk saflığıyla şöyle yazmış: “Bu akşam gazetelerde İspanyol gribinin yayılmasını önlemek amacıyla ikinci bir habere kadar tüm kiliselerin, gösterilerin ve okulların kapalı olacağı duyuruldu. İyi bir fikir mi? Bence evet! Tahminimce tüm diğer okul öğrencileri için de… Tek olumsuz durum okul kurulunun eksik günleri dönem sonunda ekleyeceklerini açıklaması…”
Boston’daki askeri kamp Fort Devens’tan doktor N.Roy Grist, tüm bu çılgınlığın ortasında bir doktor olarak yaşamayı da anlatmış. Arkadaşı Burt’e yazdığı mektupta görevli olduğu koğuşta hastalığa yakalanan askerlerin durumlarını anlatırken duygularını da paylaşmış. Nefessiz kalıp boğularak ölümlerini izlemenin nasıl korkunç olduğunu; kişinin günde 1-2 belki 20 kişinin ölümünü görmeyi kaldırabileceğini fakat günde yaklaşık 100 hastayı kaybettiklerini yazmış. Kendisi gibi doktor olan Burt’e mektubunun devamında insanın bir arkadaşının olmasının, konuşacak birinin varlığının ne kadar önemli olduğunu hatırlatmış.
Orduda görev yapan Donald McKinley Wallace ise dönemin koşullarını betimlemiş. Tüm gün ateşi olduğunu ve hasta koğuşunda yattığını yazdığı yazıda “Doktor et suyundan çorba getirdi, geçtiğimiz cumadan beri yediğim ilk şey bu oldu. Koğuşumuz tavana gerdikleri bir telin üzerine asılmış battaniyelerle kışlanın kalanından ayrılmış durumda” diye belirtmiş.
Buradakiler ve diğer örneklerle birlikte Smithsonian Magazine’deki haberde yazmanın, duyguları ifade etmenin öneminin altı çiziliyor. Tarihçi ve eğitmen Kevin M. Levin tarihin genelde insanlara ‘başka insanların başına gelen şeyler’ olarak göründüğünü ifade ederken Korona virüs salgını süreci hakkında “Şu anda yaşadığımız dönem kendi tarihi kayıtlarımızı yaratmak için özel bir fırsat sunuyor” diyor.
ABD’deki Ulusal 1. Dünya Savaşı Müzesi ve Anıtı’ndan Lora Vogt da öncelikle “Sadece yazın” önerisinde bulunuyor. “Bu süreçte nelerle ilgilendiğinizi anlatacak özgürlüğü kendinize tanıyın” diyen Vogt ekliyor: “Bu ister duygularınız hakkında olsun, ister medya, ister Netflix’te izlediğiniz bir program hakkında…” Vogt yazıların uzun ömürlü olabilmesi için yazmayı seçtiğiniz mecranın önemini de hatırlatıyor. Dikkat çektiği bir diğer husus ise üzerinizde “Tarihi bir an yaşıyorum ve bunu belgelemeliyim” gibi bir baskı hissetmeden; o an içinizden, aklınızdan geçenleri yazmanız…
Çeviri: ÖZGE TABAK