Artistanbul Feshane’de yer alan “Ortadan Başlamak” sergisinin küratörü Feyyaz Yaman, Açık Masa inisiyatifinin düzenlediği “Türkiye Sanatında Otosansür ve Sukut Suikastları” başlıklı forumda konuşmacı olarak yer aldı. Konuşmasında Osmanlı’dan Cumhuriyete Türkiye’deki sanatın eleştirel dilinin yaşadığı sorunları ve tıkanıkları ele alan Yaman: “Bugün Cumhuriyetin yüzüncü yılının içindeyiz ve yüz yıllık bir bilanço çıkartmak zorundayız. Ama sanat ortamımızda böyle bir yüzleşme yok” dedi. Yaman, “Ortadan Başlamak” sergisine yönelik saldırıları ve soruşturma sürecini ise “seçime yönelik bir hamle” olarak değerlendirdi.
“Sanatın modernleşmesi Türkiye’nin modernleşmesine paralel”
Konuşmasında Cumhuriyetin başlangıcından günümüze sanatın modernleşme sürecine değinen Yaman: “Esasında yaşadığımız dönem çok kritik bir dönem… Çok gerilimli bir sürü kırılmanın, dönüşümün yaşandığı ama bir taraftan da bunların algılanmasının problemli olarak toplumsallaştığı bir süreçten geçiyoruz. Bunlardan bir tanesi bizim modernleşme problemimiz. Başlangıcından beri her zaman dönüp dönüp oraya geldiğimiz bir süreç. Türkiye sanatının modernleşmesi Türkiye’nin modernleşmesine paralel… Bunun başı neresi sonu diye konuşmaya başladığımızda serginin adındaki gibi ‘Ortadan Başlamak’ diyerek girmek zorundayız. Modernleşmeyi biz ‘Modern Türkiye’ diye konuşmaya başladığımızda ise zaten Cumhuriyetin kuruluşuna indirgemiş oluyoruz. Ama esas sorun bence Cumhuriyetin kuruluşundan önce Osmanlı’nın modernleşmesinin de bir bütünlük olarak ele alıp bu sorunu birlikte düşünmeye çalışmak” dedi.
Yaman, “Bundan 3o yıl önce gündemimizde post Kemalizm tartışmaları vardı. Onun üzerine bir daha post post Kemalizm tartışmaları gündeme oturdu. Bugün bu tartışmaların getirdiği dinamizm esasında bize Cumhuriyet modernleşmesinin kendisini nasıl kurduğunu sorgulatıyor. Yani bir tarihsel kopuşla birlikte başlayan yeni bir süreç; bu sürece direnen güçler ve bütün bunlar ekseninde bir gemi üzerinde birbiriyle çatışan ilericilik ve gericilik hareketlerinin tekrar ele alınması gerekliliğini hatırlatıyor” değerlendirmesinde bulundu. Türkiye’nin modernleşme sorununu Cumhuriyetin başlangıcından geriye doğru ele alıp tartışmaya açmanın önemine vurgu yapan Yaman: “Şimdi bugün yüzüncü yılın içindeyiz. Yüz yıllık bir bilanço çıkartmak zorundayız. Ama sanat ortamımızda böyle bir yüzleşme yok,” ifadelerini kullandı.
“Bir bilanço çıkartmaya ihtiyacımız var”
“Bizim şu anda bu bulunduğumuz ortamda bu sergi dahil esasında bütün modernleşmeye ilişkin sorunlarımızı masaya yatırıp yeni baştan bir tarih yorumu yapmamız gerekiyor. Değişen dünya çerçevesindeki bütün bu farklılaşmalara ilişkin bir yorumlama sürecine girmeye ihtiyacımız var. Yani gerçek anlamda bir bilanço çıkartmaya ihtiyacımız var. Bu sergi de bunu talep ediyor. Niye? Çünkü bu serginin içerisinde de baktığımızda da inanılmaz çatışmacı unsurlar var. Bir kısmı teknolojik yürüyor; bir kısmı beden dili politikaları içinde yürüyor… Bütün bunlar gündelik sanat hayatımızda da gruplaşmış kendi sosyal komitelerini kurmuş yapılar. Tüm bu yapıların içerisinde de birbirleriyle diyalog kuranlar var; kapalı olanlar var,” şeklinde konuştu.
“Hala bir modern müzemiz yok”
Yaman, “… Biz bugün yurt dışına bir sergi götürmeye kalksak bu coğrafyayı temsil eden hangi dil bütünlüğü içerisinde bir anlam kurabiliriz? Mesela bence bu bir problem. Biz bu problemleri genellikle şöyle aşıyoruz; bakanlık yahut sermaye çevresinden kurulan ilişkilerle ve sponsorlukla birtakım sanatçılar seçiliyor. Bu seçilen sanatçılarla sanki geleneksel kültüre, geleneksel sanatlara ve onların uzantısı çağdaş sanatlara yaslanan sergilerle bu boşluk dolduruluyor” diyerek Türkiye sanatının içinde bulunduğu dil ve ekol soruna da dikkat çekti. Yaman konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Bizim hala bir modern müzemiz yok. Onu da geçtim çağdaş bir kent müzemiz yok. Bu ne demektir? Yani eğer Antik dönemlerden Roma’ya, Bizans’a, oradan Selçuklu ‘ya, Osmanlı’ya, oradan da Türkiye Cumhuriyeti’ne gelmiş bir devamlılık coğrafyasından bahsediyor isek; bunların sentezi üzerine kurulmuş bir izlenebilir bir müzemizin olması gerekir. Bir anlam bütünlüğünün olması gerekir. Farklılıkları, karşılaştırmaları ve etki girişimlerini ele alan bir kültür mantığının kurulmuş olması gerekir. Maalesef bu coğrafyada ve 21 milyonluk bu kentte böyle bir kültür üretemedik. Çünkü daha hala çatışmacı, gerilimli, konumlarını tayin etmemiş aktörlerin; bu gerilimleri kendi alanlarında sürdürdükleri ama buradan da bir diyalog ve bütünlük oluşturamadıkları bir süreçten geliyoruz. Bu büyük bir problem. Önümüzdeki yüzyıla aktarılmış bir problem. Bunu sanatçılar camiası üzerinden de konuşabiliriz. Yani biz kimiz?, Neyiz? Ne yapıyoruz? Nereden geldik, nereye gidiyoruz?… sorularına yanıt bulmamız gerekli. ”
“Kentin aktörleri kente sahip çıkmalı”
Türkiye’deki sanat ortamında entelektüel dünyada üretilen çalışmaları içselleştirme, ilişkilenme ve kendi içimizdeki sorunlarla bağdaştırıp tartışmaya açma süreçlerinin eksikliğine de vurgu yapan Yaman, “Bir anda bakıyorsunuz Bakanlık kendi başına kültür yolu projesi diye bir şey yürüyor. Beyoğlu Belediyesi ekonomik strateji üzerinden soygunlaştırma politikalarına sanatı kuyruğuna takıp yürüyüp gidiyor. Ama öbür taraftaki cephemiz buna alternatif bir şey üretemiyor. Halbuki sloganlarda ‘kent bizim’ diyoruz. Kent bizimse o zaman kentin aktörleri bu sahip çıkma meselesini de işletmek zorundadır. Sahiplenip bunu kendi alanında ilişkilendirip ortak bir sosyalleşme, ortak bir cepheleşme, ortak bir direniş noktaları oluşturmak zorundadır. Kamusal alanın sözünün sahibi, aktörü rolüne geçmek zorundadır. Maalesef bu adımlarımız yetersiz. Dumura uğramış vaziyette ve buralarda kayıplarımız var. Bunları şimdi bir bilanço olarak konuşabiliriz. Önümüzdeki süreçte de eminim ki konuşulacaktır,” dedi.
“Sergiye saldırılar seçime yönelik bir hamle”
Bir dinleyiciden gelen soru üzerine Yaman sergiye açılan soruşturma ile ilgilisi ise şunları söyledi:
“Bence mahkeme olayı bu kadar önemli değil. Oraya saplanmayalım. Çünkü gerçekten bu olaylar organize ve taşıma güçlerle inşa edilmiş ve seçime yönelik bir hamleler. Bana göre bu konuda verilecek en güzel cevap kendi dinamiklerimiz içerisinde şu yüzüncü yıl bilançolaşmasını bir sempozyum olarak ele alıp bu konuda bir çalışma platformu kurmak. Burada diyaloglar üretmek. Bu ürediği zaman göreceksiniz zaten yazarından, çizerinden, sinemacısına, müzisyene kadar herkes aynı muzdarip alandan konuşuyor. Yaşam biçiminize müdahaleler oluştu ama yaşam biçiminize müdahale bizim sanat üretme pratiklerimizi nasıl etkiledi? İçsel dil sorunumuzu nasıl bozuyor? Nasıl etkiliyor?… Bunları dil üzerinden konuşabilirsek o zaman yolumuza devam ederiz.