Virginia Woolf’un başyapıtı sayılan Mrs. Dalloway, 2025 yılında 100. yaşını kutluyor. Özellikle bilinçakışı tekniğiyle ünlenen, modernizmin mihenktaşlarından biri olan roman, aynı zamanda edebiyat tarihinin en meşhur açılış cümlelerinden birine sahip:
Mrs. Dalloway, çiçekleri kendi alacağını söyledi.
Mrs. Dalloway’in Partisi adlı derlemede yer alan “Mrs. Dalloway Bond Sokağı’nda” adlı öykü ise şöyle açılıyor:
Mrs. Dalloway eldivenleri kendi alacağını söyledi.
Virginia Woolf, “Bond Sokağı” öyküsünü, Mrs. Dalloway’e dönüşecek romanın ilk bölümü olarak kurguluyor. Burada Mrs. Dalloway çiçek değil, eldiven almaya çıkıyor. W.W. Norton’dan çıkan The Annotated Mrs. Dalloway’de eleştirmen Merve Emre bu değişikliği Woolf’un çiçekleri yaşam arzusuyla, gençliğin canlılığı ve masumiyetle bağdaştırmasıyla açıklıyor. Bu büyük sembolik değişiklik dışında öykünün kalanı aslında romanla benzer bir kurguda devam ediyor – yolda gördükleri, karşılaştığı kişiler, yaşananlar Mrs. Dalloway’in zihnindeki çağrışımlarıyla onu geçmişe götürüyor, hayata ve tabii ki akşamki partisine dair düşüncelere sevk ediyor.
Hem öyküde hem romanda saat, “kumsalda çocuklara ayrılmışçasına taze”. İkisinde de Lord’s, Ascot ya da Hurlingham’ın (kriket, at yarışı ve polo turnuvalarının) kalabalığı var. İkisinde de Dalloway, Hugh Whitbread’le karşılaşıp eşi Milly’nin rahatsızlığını konuşuyor. İkisinde de Big Ben’in çanı kurşundan halkalar yayarak çalıyor. Öyküde romandakine benzer, hatta yer yer aynı cümleler ve ifadelerle karşılaşıyoruz.

Bu açıdan bakınca, “Mrs. Dalloway Bond Sokağı’nda” öyküsü, Mrs. Dalloway romanının ilk taslağı gibi okunuyor. Romanda, Mrs. Dalloway Bond Sokağı’na vardıktan sonra çiçekçiye doğru ilerlerken, “savaştan önce kusursuz denilebilecek eldivenler alabileceğiniz dükkânın vitrini önünde bir anlığına duraksıyor”. Öyküde ise burası onun varış noktası. Son bir benzerlik daha var. Romanda Dalloway çiçekleri seçerken şiddetli bir patlama oluyor:
O da ne? Sokaktan bir silah sesi!
Çiçekçi Miss Pym, “Ah, şu otomobiller!” diyerek sesin ne olduğunu açıklıyor. Eldiven dükkânında ise aynı olay şöyle yaşanıyor:
Dışarıda, sokaktan şiddetli bir patlama sesi geldi. Tezgâhtar kadın korkuyla tezgâhların arkasına sığındı. Ama dimdik oturan Clarissa diğer hanımefendiye gülümsedi. “Miss Anstruther!” diye feryat etti.
Bu, öykünün sonu. “Bond Sokağı’nda” yaşanan patlamanın ne olduğunu hiçbir zaman öğrenemiyoruz – tabii romanı okumadıkça.
Temeller ve Saatler
Bugün romanın karşısında bir taslak gibi dursa da, “Mrs. Dalloway Bond Sokağı’nda” kendi başına da okunabilen bir öykü. Öykü 1922’de yazılıp 1923’te yayımlanıyor, yani bu yıl 100. yaşını kutlayan Mrs. Dalloway romanından iki yaş daha büyük. Aslında karakter daha da eskiye dayanıyor: Mrs. Dalloway 1915’te, Woolf’un ilk romanı, Dışa Yolculuk’ta doğuyor. Bu yüzden bir karakter olarak adını taşıyan romandan daha geniş olduğunu, romanın sınırlarının ötesine taştığını söyleyebiliriz. Woolf özellikle Mrs. Dalloway’de ama genel olarak tüm edebiyatında tek bir ânı alıp genişleterek neredeyse sonsuzluğa uzatır. Dalloway’ler de Woolf’un edebiyatında bir kitapla sınırlı kalmayıp daha geniş bir alana yayılıyorlar. Ama karıkocayla, özellikle de Mrs. Dalloway’le daha kapsamlı olarak “Bond Sokağı” öyküsünde karşılaşıyoruz.
Woolf, Mrs. Dalloway’e dönüşecek kitabı ilk planlamaya başladığında, adını “Evde ya da Parti” koymayı düşünüyordu. Günlüğündeki notları şöyle:
Bu altı-yedi bölümden oluşan kısa bir kitap olacak, bölümlerin hepsi ayrı olacak ama yine de aralarında bir tür bağ olmalı. Her şey sonda partide bir araya gelmeli.
Woolf daha sonra bu plandan vazgeçerek romana dönüyor ve kitabı “akıl ve delilik”le bağlamaya karar veriyor: “Gerçeği gören” Mrs. Dalloway ve “deli gerçeği gören” Septimus Smith karakterinin arasındaki dengeyle. Yine 1922’de, yapısını değiştirdikten sonra çalışırken kitaba “Saatler” adını vermeyi tartıyor. Şöyle yazıyor günlüğüne:
Tam Plan: Saatler: 10. 11. 12. 1. 2. 3. 4
5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 1. 2.
Saat 10’da Mrs. Dalloway’in Bond Sokağı’nda yürümesini tasarlıyor. “Mrs. Dalloway Bond Sokağı’nda” öyküsünde ise Dalloway evden çıktığında Big Ben 11’i vuruyor.
Michael Cunningham’ın 1998’de yazdığı Saatler romanının adı da buradan geliyor. Saatler, üç farklı dönemde yaşayan ve hayatları Woolf’un romanıyla birbirine bağlanan üç kadının hayatını izliyor: Önce Virginia Woolf’u Mrs. Dalloway’i yazarken görüyoruz. 1949’da Laura Brown kocasına doğum günü partisi düzenlerken romanı okuyor. 1999’da da Clarissa Vaughan bir arkadaşına parti düzenliyor. Clarissa zaten Mrs. Dalloway’in adı; Brown soyadı ise Woolf’un modernist edebiyatı savunduğu “Mr. Bennett ve Mrs. Brown” adlı meşhur denemesinden. Zaten Woolf karakterinden de anlaşılabileceği üzere Cunningham’ın romanı adından çok daha derin bir bağla bağlı Mrs. Dalloway’e. Romanın bir tür yeniden yazımı olduğu da söylenebilir. (Kitabın ünlü bir Hollywood yapımı da var. Filmde Nicole Kidman, Julianne Moore ve Meryl Streep’in oynuyor, hatta takma burnu çok konuşulan Kidman, Woolf rolüyle Oscar’larda En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü kazanmıştı.)

Romandan Öykülere
Woolf akıl ve delilik ikilemini irdeliyor, saatlere odaklanıyor ve bu noktadan sonra, 2025’te 100. yaşını kutlayan, basıldığı günden bu yana baskısı tükenmeyen, yani her zaman tekrar tekrar basılan, toplamda kaç adet satıldığını tahmin bile edemediğim (araştırdığımda ise bulamadığım) Mrs. Dalloway romanını yazıyor.
27 Nisan 1925’te, Mrs. Dalloway yayımlanmak üzereyken Woolf günlüğünde şöyle diyor:
Şu anki düşüncem, insanların birçok farklı bilinç durumları olduğu: Ben de parti bilincini incelemek istiyorum, giysi bilincini, vesaire… Bu durumlar çok zor (kelimeleri bulmakta belli ki zorlanıyorum) ama hep buraya dönüyorum, parti bilincine…
Mrs. Dalloway’in Partisi adı altında bir araya gelen öyküler, işte bu parti bilincinin soruşturulması, incelenmesi. “Mrs. Dalloway Bond Sokağı’nda”, belirttiğim gibi romandan önce yazılıyor. 1924’te, yayın öncesi romanın üstünden geçerken de “Yeni Elbise” adlı öyküyü kaleme alıyor Woolf. Geri kalan beş öykü ise (muhtemelen Mayıs 1925’e kadar) ardı ardına yazılarak romana bir nevi epilog oluşturuyorlar. Kısacası Mrs. Dalloway’in Partisi’ndeki öyküler romanla birlikte gelişiyor ve yoğruluyor. İki kitap elbette bağımsız bir şekilde okunabilir ve burada ana metin elbette roman.
Romandan önce, romanla birlikte ve romandan sonra yazılan öyküler Woolf’un Mrs. Dalloway’in ana fikri içerisinde belki fazla teferruat kalacak, akıl-delilik, bilinç akışı ve zaman konularını irdelerken belki tam oturmayacak bir konuya, bu parti bilinci kavramına odaklanmasını sağlıyor. Bunu, partinin farklı farklı davetlileri üzerinden yapıyor Woolf – farklı yaşlarda, farklı sınıflardan, belki farklı meslek gruplarından gelen, hayata farklı yaklaşımları olan kadınlar ve erkekler üzerinden.
Mrs. Dalloway’in Partisi’nde, sanki Clarissa’nın kapısı okura da açılıyor. Clarissa’nın zihninden uzaklaşıyor, birer davetli gibi diğer davetlilerin arasında geziniyor, bu sefer onların iç dünyasına giriyoruz. “Yeni Elbise”, yani kronolojik olarak ikinci sırada kaleme alınan öykü şöyle başlıyor:
Mabel bir şeylerin yanlış olduğuna dair ilk ciddi şüpheye pelerinini çıkarırken kapıldı… olmadığına, tam olmadığına dair bir şüphe, yukarı çıkarken giderek güçlendi ve Clarissa Dalloway’le selamlaşırken büyük bir gerçeklikle üstüne atıldı; Mabel doğrudan odanın öteki ucuna, bir aynanın asılı durduğu gölgelerdeki köşeye gitti ve baktı. Hayır! Olmamıştı.
Mabel çeşitli sebeplerden modaya uygun giyinemeyeceğini bildiği için eski bir moda kitabından bir giysi yaptırarak “kendini mütevazı ve geleneksel olduğu için, çok da büyüleyici olduğu için tebrik” ediyor. Ama herkesin modaya uygun giyindiği, yani en azından onun bakışından öyle olan partiye varınca, büyük bir yabancılaşma yaşıyor.
Benim en sevdiğim öykü olan “Tanıştırma” ise şöyle başlıyor:
Lily Everit, Mrs. Dalloway’in odanın öteki ucundan ona doğru yaklaştığını gördü, yanına gelip rahatını kaçırmaması için dua edebilirdi ama yine de Mrs. Dalloway sağ elini havaya kaldırıp suratında Lily’nin (ilk partisi olmasına rağmen), “Ama saklandığın köşeden çıkıp sohbete katılman lazım,” anlamına geldiğini bildiği bir tebessümle, yardımsever olduğu kadar da çarpıcı, buyurgan bir tebessümle yaklaşırken heyecan ve korku karışımı son derece tuhaf hislere kapıldı, aynı anda hem kendi haline bırakılma arzusu hem de kabuğundan çıkarılıp atılma, fokur fokur kaynayan derinliklere atılma isteği duyuyordu.
Lily Everit ilk partisine katılan genç bir kadın; Mrs. Dalloway’in evinde kabuğundan çıkarken çelişkilerle dolu bir dünyada buluyor kendini: Denemeler yazan, profesöründen üç yıldız aldığı için sevinen bir entelektüelken, partideki erkekler karşısında sadece tapınılmak için var olması gerektiğini hissediyor birdenbire. Mrs. Dalloway’in Partisi, bilinçteki bu tür kırılma anlarını parti ekseni içerisinde ele alıyor.
Varoluş Anları
Woolf alışılageldik, derinlikli karakter incelemelerini, bilinç incelemelerini, burada parti üzerinden yapıyor. Öykülerin arasındaki bağ, bir parti; ama elbette herhangi bir parti değil bu, Clarissa Dalloway’in partisi.
Son öykü “Bir Özet”, gerçekten de adı gibi, bütün kitabı toparlıyor. Bir kadın ve bir adam, sıcaktan ve kalabalıktan kaçmak için –yağmur tehlikesi de bulunmadığından– bahçeye çıkıyorlar. Kitabın başında Londra sokaklarında geçen iki öyküden sonra ilk defa Dalloway evinin dışına çıkıyoruz ama yine de evin sınırları içinde, bahçedeyiz.
“Bir Özet”te, parti bilinci ile Woolf’un “varoluş anları” kavramı buluşuyor. “An” ve “varoluş anları”, Woolf’un hem edebiyatında hem denemelerinde çok önemli bir yer kaplar. İnsanın günlük akışın dışına çıktığı, aniden çıplak gerçekle karşılaştığı, yoğun hislere kapıldığı anlardır bunlar. Mrs. Dalloway romanında da çok önemli yer kaplarlar. “Bir Özet”te Mrs. Latham şöyle düşünüyor:
İşte, diye düşündü, en büyük harika bu, insan ırkının en üstün başarısı. Eskiden söğüt yataklarının ve sepetten kayıkların geçtiği bataklıkların durduğu yerde bu var; kuru, kalın, sağlam evi düşündü, değerli eşyalarla dolu, birbirine yaklaşıp birbirinden uzaklaşan, görüşlerini takas eden, birbirini uyaran insanlarla kaynayan. Clarissa Dalloway de gecenin çoraklığında açmıştı burayı, batağın üstüne kaldırım taşları dizmişti; bahçenin sonuna gelip (burası aslında son derece küçüktü) Bertram’la birlikte bahçe sandalyelerine oturduklarında eve huşuyla, hevesle baktı; sanki bedeninin içinden altın bir huzme geçiyordu da üstünde gözyaşları birikip derin bir şükran hissiyle düşüyordu.
Burada okur kendini partinin hem içinde hem dışında buluyor. Partinin uyandırdıklarından başlayarak daha büyük konulara sürükleniyor: Tarihe, şehre, gökyüzüne, geceye, kısacası varoluşa.

Clarissa Dalloway’in kendisi de bütün öykülerin içinde dolaşarak hepsini bir ip gibi birbirine bağlıyor. Woolf bu kitapta bizi davetlilerin zihnine sokarak romanın ötesine geçirse de, herhangi bir partide değil, Mrs. Dalloway’in partisinde, merkezde Clarissa’nın olduğu bir evrende olduğumuzu hiçbir zaman unutmuyoruz. Böylece, 1915’te Dışa Yolculuk’la başlayan ve Mrs. Dalloway’la zirveye ulaşan karakter yolculuğu, Mrs. Dalloway’in Partisi’yle tamamlanıyor. Woolf, bu öykü derlemesiyle birlikte aslında günlüğünde ilk aldığı notları, o altı-yedi bölümden oluşan, hepsi ayrı ama birbirine bağlı bölümden oluşan kitabı da tamamlamış oluyor.
Karakterler, Woolf’un edebî becerisi ve zamanı bükmedeki ustalığıyla 100 yıl, hatta 100 yıldan da uzun yaşıyor. Kim bilir, belki sonsuza dek ya da en azından insanlığın sonuna kadar da var olmaya devam edecek Clarissa Dalloway.