Akademisyen, oyuncu, yönetmen ve müzisyen Celal Kadri Kınoğlu’nun ilk romanı “Armağan“, İthaki Yayınları etiketiyle raflarda yerini aldı. Kınoğlu, sanata ve sanatçılara saygı duruşunda bulunduğu Armağan’ı ArtDog İstanbul okurları için anlattı.
-
İlk romanınız aslında kızınıza sunduğunuz bir armağan. Bu armağanı yaratmaya nasıl karar verdiniz?
Kızım geçenlerde 15 yaşına bastı. Yaş günü hediyesi elektrogitar alındı. O da çok mutlu oldu, çalıyor. Ve onu izlerken birden şunun farkına vardım ki ben belki de bundan 20-30 sene sonra onun yanında olamayacağım…
O büyüyecek 40 yaşına, 50 yaşına gelecek ve ben artık orada olmayacağım. O gün benim ne düşündüğümü bilemeyecek ve yıllar geçmiş olacak. Beni hatırlayabileceği tek şey fotoğraflar, kafasındaki hatıralar olacak. Ve işte ben o gün, artık hayatta olmadığım o gün, onun yanında olmak istedim. Bu kitabın kapağını açıp benim düşüncelerimi, benim esprilerimi okuduğunda, işte bana ihtiyaç duyduğu o gün ben onun yanında olabileceğim…
Sanıyorum ben bu romanı bu yüzden yazdım.
-
Romanınızdaki baş karakterin ismini hiç öğrenemiyoruz. Kitabı okudukça da ortak noktalarınız olduğunu fark ediyoruz. Armağan ne kadar otobiyografik?
Ben makine mühendisliğini son sınıfta bıraktım. Konservatuara geçip tiyatro okudum ve ondan sonra çok mutlu bir hayatım oldu. Sanıyorum bu romandaki kahraman benim o İTÜ Makineyi bitirmiş, mühendislik yapmış, mutsuz olmuş ve birazcık sararıp solmuş hüzünlü tarafım. Yani benim sanki mutsuz bir versiyonum…
Onun dışında zevk aldığım kitaplar, hayranlıkla okuduğum yazarlar ve genel yaşam biçimi olarak tamamen o benim diyebilirim. Sadece o benim kadar şanslı değildi…
“Mutlu Sona Ulaştım”
-
Romanınızın kahramanı hayatını bir sanat eserine dönüştürmeye çalışıyor. Bu, sizin de motivasyonlarınız arasında mı?
Hayatını bir sanat eserine dönüştürmek Oscar Wilde’ın kafamıza soktuğu bir idealdir. Bir sanat eseri derken bir sinema şaheseri düşünürsek; oradaki bütün kareler, bütün planlar, bütün replikler gerçekten çok özenli ve çok dikkatle seçilerek bir araya getirilmiştir. Rastgele değildir, dağınık değildir, oluruna bırakılmamıştır.
Bu derece bir dikkatle bir yaşamı kontrol altına almak, evet benim de tutkularım ve saplantılarım arasındaydı diyebilirim… Yani romanımda kahramanı birazcık katı bir biçimde yalnızlığa götürürken ben tam tersine mutlu bir aile içerisinde eşimle, çocuğumla birlikteydim. Fakat yine aynı dikkati sarf ederek, saçmalamadan, dağıtmadan devam etmeye çalıştım hayatıma. Ve sanıyorum bu nedenle mutlu sona ulaştım.
-
“Vermek… Hiç tanımadığın insanlara, gençlere. Hayatından, vücudunla anladığın, sarsılarak öğrendiğin, bilgiye benzer şeyleri vermek.” Bu cümleniz Armağan’ın aslında neden yazıldığının bir özeti mi?
Evet, çok doğru. Sevmek, kendini borçlu hissetmek demektir diye düşünüyorum. Sevdiğimiz insanlara karşılıksız bir şeyler vermek isteriz. Sevgilimize, eşimize, çocuğumuza, öğrencilerimize…
Ve her gece diyelim o salonu dolduran seyirciye, o geceki en iyi oyunu oynamak, bütün ruhumla en güzel geceyi yaşatmak isterim. Bu vermek, bir armağan olarak bütün yaşamı; bir entelektüel olarak, bir aydın olarak, bir ülkeye katmak ya da vermek, beni ilgilendiren şeyler arasındaydı sanıyorum… Bu anlamda evet, böyle bir paralellik var.
“Ne yapılsa, Ondan Daha Eksik Olur”
-
“Armağan”ı bir gün tiyatro sahnesinde izler miyiz?
Yani romanlardan sinema için filmler yapılıyor, tabi ki tiyatro oyunları da yapılabilir. Ama bir roman, o olduğu yerde, kendisi olarak son derece güçlü ve anlamlı. Ondan ne yapılsa, ondan daha eksik olur.
O ancak okurun kafasında tamamlanmayı bekleyen bütün kelimeleriyle, bütün cümleleriyle, anlamlarıyla, oradaki içerdiği bütün düşüncelerle, bilgilerle ve hayallerle bir bütün olarak kendisi. Bir başka şey yapılması onu sevdiğimiz için eksiltmek olur. Ama gene Oscar Wilde geliyor aklıma “Herkes sevdiğini öldürür.” Belki birileri bir gün, bir şey yapmaya kalkacak…
“Benim Vatanım Tiyatro”
-
Sanatçılara saygı duruşu niteliğindeki bu romanın ardından sormak isterim. Hangi sanat dalı hayatınızda daha büyük yer tutuyor?
Benim bütün yaşamım baştan sona, diyebilirim ki 38 yıldır, tamamen tiyatroya batmış durumda. Tiyatroda yaşadım, tiyatroda mutlu oldum. Bütün heyecanlarım ve kuvvetimle sahnede canavarlaştım. Benim vatanım tiyatro.
Ama boş zamanlarımda da müzik sevdim, roman sanatına hayran oldum, ciltlerce kitap okudum ve felsefe her zaman beni çok ilerletti. Genel olarak böyle bir dünyam var ama ruhumun ait olduğu yer tiyatrodur.