Pierre Bonnard, “Coffee,” 1915. (Tate, London/Artists Rights Society, New York)

Pierre Bonnard’ın Dünyası

Pierre Bonnard’ın 60 eserinden oluşan “Bonnard’s Worlds”, 2 Haziran'a kadar Washington The Phillips Collection’da sergileniyor. Bonnard’ın eserlerinde benimsediği Japon teması “Oku”ya göre tasarlanan sergi, ziyaretçileri dışarıdan içeriye doğru bir duygu sarmalının içine çekerken Bonnard’ın eserleri ise ziyaretçilerde farklı duygular uyandırıyor.

Washington The Phillips Collection’daki “Bonnard’s Worlds” sergisine resimleriyle konuk olan Pierre Bonnard, 20. yüzyılın en büyük ressamlarından biriydi. Tarzı, aralarında Peter Doig, Mamma Andersson, Lois Dodd, Howard Hodgkin, Elisabeth Cummings ve Andrew Cranston’ın da bulunduğu birçok ressamı derinden etkiledi.

Empresyonist ve post-empresyonist akımların mirasçısı Bonnard, Édouard Vuillard ile birlikte 19. yüzyılın sonlarında öne çıkan; sembolizm, Japon sanatı ve daha birçok sanat dalından etkilenen Nabi topluluğunun bir üyesiydi. Nabi topluluğu 1899’da dağıldı fakat Bonnard üretmeye devam ederek kendine özgün tarzıyla ve renkler konusundaki uzmanlığıyla taklit edilemez hale geldi.

Pierre Bonnard, Southern Landscape With Two Children, 1916-1918. (Ontario Sanat Galerisi, Toronto/Artists Rights Society (ARS), New York)

Teksas Kimbell Art Museum’daki açılışından sonra The Phillips Collection’a gelen “Bonnard’s Worlds”, Bonnard’ın kariyeri boyunca yaptığı tablolardan 60’ını sergiliyor. George Shackelford ve Elsa Smithgall tarafından organize edilen sergi, Bonnard’ın yarattığı mekan ve dünyalara kronolojik bir sırayla değil, retrospektif bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Ziyaretçiler sergi boyunca ilerledikçe kendilerini samimi duygular hissettiren bir duygu sarmalının içinde buluyorlar.

Pierre Bonnard, The Garden, 1936-1937 dolayları. (Paris Modern Sanat Müzesi/Artists Rights Society (ARS), New York)

Japon baskıları, Bonnard üzerinde büyük bir etkiye sahipti. Japon teması “Oku”, herkese açık toplu alanlardan daha özel alanlara doğru ilerledikçe mekanın (gerçek veya hayali) nasıl katmanlandığı ve düzenlendiği ile ilgilidir.

Oku’da önemli olan, hareketin sadece net bir hedefe doğru değil, bilinmeyen ve belki de ulaşılamayan şeye doğru gerçekleşmesidir. Batı tasarımının aksine, sadece belirli bir amaca doğru hareket etmekle kalmaz, aynı zamanda bilinmeyen veya ulaşılamayan bir hedefe doğru da yol almayı içerir.

Bonnard’ın sanatı da buna benzer. Bonnard resimlerinin yarattığı duyusal hazların yanı sıra izleyici ile arasına ince engeller koyarak, kişinin aradığı mahremiyet türüne (ruhani veya dünyevi) ulaşma arzusunu güçlendirir.

Pierre Bonnard, The Open Window, 1921. (Phillips Collection/Artists Rights Society (ARS), New York)

Bonnard’s Worlds” sergisi, tasarımıyla ziyaretçileri dışarıdan içeriye doğru hareket ettirerek bu dinamiği canlandırmaya çalışıyor. Sergi, ressamın gözünden Paris ve kırsal bölge resimleriyle açılıyor, bahçe ve teras tasvirleriyle ilerliyor. Bir sonraki kısımda büyük pencereler aracılığıyla uzaktaki dış mekanları yakın iç mekanlara katlayan kompozisyonlar geliyor. İlerisinde iç mekan tasvirleri sonrasında ise yatak odası ve banyonun daha özel, erotik kısımlara geçiliyor. Son olarak da aynayı görüyoruz: Bonnard’ın otoportreleri.

Kişisel deneyim, Bonnard’ın çalışmalarının temelini oluşturuyor ve mekan bu deneyimin merkezinde yer alıyordu. Ancak Bonnard hiçbir zaman gördüklerini birebir resmetmedi. Görme, hafıza ve duyguyu bir araya getirerek tüm bunları renkli boya düzenlemelerine dönüştürdü. Paris ve Vernonnet (Claude Monet’nin Giverny’deki bahçesinden sadece birkaç kilometre uzakta) dahil olmak üzere çeşitli yerlerde çalıştı. 1920’lerde Fransız Rivierası’nı keşfetti ve sonunda Cannes’a bakan tepelerde Le Cannet’te Le Bosquet (The Grove) adında bir mülk satın aldı.

Pierre Bonnard, Landscape at Le Cannet, Kimbell Art Museum

Sergi, Bonnard’ın geniş manzara ve kasabaları tasvir eden eserleriyle başlıyor. Bu eserlerden bazıları Pieter Bruegel‘in geniş manzaralarını anımsatıyor. Ancak Bonnard’ın dokunuşu, büyük resimler olmalarına rağmen, manzaraların her bir noktasına yakın bir bağlantı hissiyatı uyandırıyor.

Pierre Bonnard, Earthly Paradise. © 2018 Artists Rights Society (ARS), New York / ADAGP, Paris

Bonnard her sabah dachshund cinsi köpeklerinden biriyle yürüyüşler yapmayı çok severdi. Yaşlandıkça doğada daha doğrudan bir yaşam arzulamaya başladı. Bonnard’ın, bolluk ve zenginlikle dolu manzara resimleri ise bu yaşam arzusunu ifade ediyor. “Landscape at Le Cannet” ve “Earthly Paradise” isimli başyapıtları, yüksek ufuk çizgileri ve gökyüzü tasvirleriyle bu arzuyu dile getiriyor.

İlginizi çekebilir:  Feminizme Kanca Atan Tırnaklar

Sanat tarihçisi Nicholas Watkins‘e göre Bonnard, ilk dış mekan resimlerinde tuvali “zaman ve mekan boyunca solup giden, ışık dolu bir duvar halısı” olarak tasarlamıştı. Daha sonraki manzaraları daha havadar, sezgisel ve daha az planlı hale geldi.

Pierre Bonnard, The Palm, 1926. (Philips Koleksiyonu, Washington, D.C./Artists Rights Society, New York)

Serginin açık hava teraslarını ve pencerelerden manzarayı gösteren sonraki bölümlerinde Bonnard’ın en büyük eserlerinden bazıları yer alıyor. Büyük ve kalabalık bir çalışma olan “The Terrasse Family”, Vernonnet’te geçen “The Terrace at Vernonnet ” ve Le Cannet’teki “The Palm” bunlardan bazıları. Bu tablolardan son iki tablosu Phillips Koleksiyonu’nda yer alıyor. Müzenin kurucusu Duncan Phillips, ilk iki Bonnard tablosunu 1925’te satın aldı ve sonraki yıllarda da Bonnard eserlerinden oluşan koleksiyonunu oluşturmaya devam etti.

Pierre Bonnard, Young Women in the Garden, (Renée Monchaty ve Marthe Bonnard), 1921–23 civarı. © 2008 Artists Rights Society, New York City/ADAGP, Paris

Bonnard’ın Vernonnet’teki ikametgahı Ma Roulette’in terasına boyanmış gibi görünen “Young Women in the Garden”, Bonnard’ın sevgilisi Renée Monchaty’nin yüzünü gösteriyor. Resmin, sağ altında ise Bonnard’ın eşi Marthe’nin kırpılmış bir görüntüsü bulunuyor. Bonnard resimlerin içine yerleştirdiği ufak bilmecelerle aslında bir hikaye anlatıyor.

Bonnard’dan yaklaşık 30 yaş genç olan Monchaty, 1920’de ressamın hayatına girdi. Ertesi yıl birlikte Roma’da iki hafta geçirdiler ve neredeyse 30 yıl önce tanıştığı Marthe bu olayı öğrendi. Birtakım hesaplaşmaların ardından Bonnard, 1925’te gelişigüzel bir törenle Marthe ile evlendi. İki hafta sonra ise Monchaty intihar etmiş olarak ölü bulundu.

Shackelford’un yazdığı gibi, Bonnard resimlerindeki bilmeceleri çözmek için sürekli ipuçları bırakıyor. Örneğin göze çarpmayan bir kulp, aslında bir tablonun kenarındaki ince dikey şeridin bir kapı olabileceğine dair tek gösterge.

Pierre Bonnard, Nude in the Bathtub, 1936. (Musée d’Art Moderne de Paris/Artists Rights Society, New York)

Renkler uğruna biçimi feda ettiğini söyleyen Bonnard’ın resimlerindeki titrek hatlar, kaba gövdeler ve benekli renkler, koleksiyonun son kısmındaki tablolarında yoğunluğa ulaşıyor. Bu tablolar, yatak odalarının, Le Bosquet’teki fayanslı banyoda Marthe’nin, aynada görülen kendi yüzünün ve vücudunun tasvirlerini içeriyor.

Pierre Bonnard, Man and Woman, 1900. Musée d’Orsay © 2015 Artists Rights Society (ARS), New York / ADAGP, Paris

Edvard Munch‘un eserlerindeki psikolojik yoğunluğuna sahip bir tablo olan “Man and Woman”da, cinsel ilişki sonrası bir çift, tabloyu ikiye bölen bir perdeyle dramatik bir şekilde ayrılıyor. Kadın, ışıkla aydınlanmış odada yatakta doğrulmuş çıplak bir şekilde otururken, bacağı ve uyluğunun buluştuğu yere bakıyor. Erkek ise gölgeli tarafta giyinmek için hazırlanıyor. Resim aralarında neler yaşandığına dair meraklandırırken, ipuçları kafanızda bir hikaye canlanmasına yardımcı oluyor.

Pierre Bonnard, Self-Portrait (The Boxer), 1931. (Musée d’Orsay, Paris/Artists Rights Society, New York)

Bonnard otoportreleri ile aynı dönemde Marthe’yi banyoda resmettiği seri resimler arasında kontrast bir duygu yaratıyor.

Banyo resimleri, Bonnard’ın kariyerinin belirleyici eserleri arasında. Ancak resimlerin bir diğer özelliği de gerçeği tam olarak yansıtmaması. Marthe 50’li, 60’lı ve sonra 70’li yaşlarında olmasına rağmen, Bonnard onu genç bir kızın bedenini resmetmeye devam ediyor. Fakat bu Bonnard için çok da şaşırılacak bir şey değil çünkü resmettiği her şey, Marcel Proust‘un tarzında hayal gücüyle yeniden oluşturulmuş ya da zamandan geri alınmış bir niteliğe sahip.

Previous Story

İçeri, İçinde, İçinden

Next Story

Feminizme Kanca Atan Tırnaklar

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.

Verified by MonsterInsights