Cynara, bronz, metal ve polyester, değişken ölçüler, 2023

Performatif bir araştırma: Cynara

Cansu Sönmez’in “Cynara” başlıklı kişisel sergisi PG Art Gallery gerçekleşiyor. Sergide sanatçı, “performatif araştırma” yoluyla çocukluğunun geçtiği semtin dönüşümü ve sanatsal üretiminin ana unsuru olan enginar bitkisine temellendirdiği; geçmişten, ana ve hayal ettiği geleceğe içkin bir yolcuk sunuyor.

Kendinizden ve üretim pratiğinizden bahseder misiniz? Eserleriniz ve üretimleriniz kuramsal alandan çok içerdiği nazik eleştirel tonu dikkat çekiyor. Bu kapsamda üretimleriniz için neler söylersiniz?

Multidisipliner yöntemlerle sanatsal çalışmalar yapmaktayım. Bu çalışmalar temelinde kavramsal ve eleştirel alt metinler barındırmakta. Konularımda distopik ögeleri iktidar, doğa, insan ve kent üzerinden incelemekteyim. Distopya ve ütopya arasındaki ince çizgiyi keşfetmek sanatsal çalışmalarımda merkezi bir rol oynamaktadır.  Günlük yaşamdan, toplumsal olaylardan, edebiyattan ve çevresel değişimlerden beslenmekteyim. İlgilendiğim konuları araştırma yöntemlerim arasında akademik okumaların yanı sıra araştırılan konunun merkezinde bulunarak oradaki insanlarla iletişim kurmak var. Bu anlamda atölye çalışmaları benim için son nokta diyebilirim. Atölyemde üretme aşamasına dönene kadar ben kütüphaneler, mahalleler, doğa yürüyüşleri, uzmanlara danıştığım konular ve çeşitli fabrikalar arasında hareketli bir süreç geçirmekteyim. Tüm bu süreç sonrasında taşları yerine oturtmak için atölyeme dönüp kendimle baş başa kalıyorum. Ve ortaya biçimsel ögeler çıkıyor. Ve bunların var olabilmesi için tekrar yollara düşüyorum ve çeşitli atölyelerde çalışmaya başlıyorum.

 “Cynara” adlı serginin sizin yazdığınız metninde “Ben umutsuz suların içinden zihnimin ütopik adasına çıkarak nefes alabilen bir sanatçıyım. Hayal dünyamda yarattığım evrenleri izleyiciyle paylaşıyorum. Dünya üzerindeki deneyimler ütopyanın her daim distopyaya içkin olduğunu bize gösteriyor. Birbirlerine dönüşmeye meyilli iki uç…“ cümleleri özellikle dikkatimi çekiyor. Yarattığınız yapay gerçekliğin tanımı gibi; sizin Cynara ile oluşturduğunuz evreni anlatır mısınız?

“Cynara” adlı sergimde yarattığım evren distopya ve ütopya arasındaki ince çizgide gezinen bir kurgudur. Sergide kullandığım enginar aslında bir metafor, taşıyıcı bir motiftir. Serginin genel hatlarında, Bayrampaşa’nın tarihsel süreci ve yeniden yorumlanması, yemeğin sınıfsal boyutu, akıllı varlıklar olarak bitkilere dair insansız bir uygarlık tasavvuru bulunmaktadır. Sergiye ilk girdiğiniz alanda Bayrampaşa’nın amorflaşmış haritası üzerinde mutasyona uğramış, metal parçalarla evrimleşmiş teknolojik, mimari ve organik unsurlar taşıyan enginarlar görüyorsunuz. Bayrampaşa’yı karadan kopartıp tam da ütopyalardaki gibi bir adaya dönüştürdüğüm, yeşil bir atmosferin içinde insanın olmadığı bir evren burası. Biz transhümanizm konuşurken doğa neden kendi ham maddeleriyle bitkileri birleştirip yeni bir tür ortaya koymasın?

Cynara, bronz, metal ve polyester, değişken ölçüler, 2023

İzleyicinin sanat nesnesine sorduğu soruya göre şekillenen, göreceli bir şeyden bahsetmiyoruz bu eserlerde; özyaşam öykünüzden tercümeler taşıyan ve bu “çalışan”, iletişim kuran ve her yanına bakan araştırmanın özü nedir?

Bunun için serginin başlangıç noktasına gitmeliyiz. Başlangıç noktam, Bayrampaşa’da bulunan enginar heykelleri oldu. 2019’da bu proje için ilk araştırmalarımı gerçekleştirdim ve heykellerin semtin sembolüne dönüştüğü 2001 yılında yaptırıldığını öğrendim. Bu durum beni Bayrampaşa’nın tarihini araştırmaya yöneltti. Bizans döneminde önce ormanlık alan olan bölge daha sonra tarıma açılmış. Bizans’tan Osmanlı’ya ve devamında Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar olan süreçte uzun yıllar boyu tarım ve hayvancılıkla ilişik olan bölge bir zamanlar enginar tarlalarıyla meşhurmuş. 1600’lü yıllarda Yahudiler tarafından Osmanlı’ya getirilmiş olan enginar ilk Ortaköy’e ekilmiş. Daha sonra Lykos deresinin çevresinde enginar ekimi yapılmış ve çok verim alınmış. CynaraScolymus denilen ve zeytinyağlısı çok lezzetli olan bu tür Bayrampaşa ile özdeşleşmiş. Bugün hala ülkemizde Bayrampaşa Enginarı olarak anılmakta.

Bir yandan enginarın kendi tarihine baktığımızda ise kral sebzesi olduğu gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Bizans döneminde statü sembolü olan mor renginden ötürü süsleme nesnesi olarak kullanılmış. Her dönemin pahalı ve süslü yiyeceği olmuş. Ve bugün hala pahalı diyebileceğimiz bu sebze orta sınıfın konumlandığı Bayrampaşa ile özdeşleşmiş. Yıllarca Bayrampaşa’da oturdum ve hiç sokak aralarında enginar satıldığını görmeyen ben Cihangir’e taşındığımda köşe başlarında Bayrampaşa enginarı satıldığını gördüm. Hatta bir gün Cihangir’deki evimde, bahar ayı tam enginar mevsiminde, camlar açıkken arabalı bir satıcının anonsuyla sokağa çıktım. Evet, Bayrampaşa Enginarı satıyordu her çarşamba ve cuma günleri geliyordu. Şimdi durum böyle olunca şu soruyu sormadan edemedim. “Gerçekten Bayrampaşa, “Enginar” ile meşhur olsaydı, oraya nasıl bakardık?” belki daha popüler olurdu, belki gurme restoranları olurdu. Mekanlar üzerinde geliştirdiğimiz algıların politik ve sosyolojik durumlarına bir bitkinin (üstelik bu bitki oldukça soylu) nasıl etki edebileceği üzerine bir düşünsel bir alan açmak istedim.

 Aynı zamanda, kolektif ve bireysel hafızadan kesitler görüyoruz. Doğup, büyüdüğünüz yere tekrar bakmakla giriştiğiniz araştırma bir yapbozun parçaları gibi hepsi bir araya geldiğinde bir semtin dönüşümünden ve enginarın tarihine bütünüyle bakıyor. Çocukluğunuzun geçtiği Bayrampaşa’da olanaklılık koşullarının, kapatmaya dönüştürülmesinin izini sürerken semtte karşı değişen algınızı, deneyimlerinizi ve üretiminize etkisini merak ediyorum…

 Geçmişte tarihi kaynaklarda cennetvari bir imgeyle anılan Bayrampaşa’nın günümüzdeki dönüşümü aslında İstanbul’daki birçok semtle benzer bir kaderi paylaşıyor. 90’lı yıllara kadar köy nüfusu olarak sayılmış, göçmenlerle demografik yapısı oluşmuş olan bölge aslında ben çocukken yine birçok bahçeye sahipti. Aile apartmanlarının kendilerine ait bahçeleri vardı ve bu bahçeler dut, incir, ceviz, erik, ıhlamur gibi ağaçlarla doluydu. Daha sonra bu özelliklerini yitirdi, bahçeler ya tümden gitti ya da çokça küçüldü. Ben sokakta doyuncaya kadar oynayabilmiş son nesil olabilirim sanırım. O nedenle aslında ben çocukken semtte çok eğlenceliydi, sahiplerini kızdırabileceğimiz erik ağaçları vardı. Ya da Temel Amca’nın bahçesinde kafamıza su dökülene kadar, ki bu geç saatlere tekabül ederdi oturabileceğimiz bir alan vardı. Ancak biraz büyüdüğünüzde değişim gözünüze çarpıveriyor. Liseye başladıktan sonra semtin çarpık durumu, dışarıdaki olumsuz algısı ile yüzleşiyorsunuz. Bu olumsuz algının ilk kaynağı 1970 yılında yaşanan kolera salgının bu bölgede çıkmış olması olmuş. Bölge salgınla anıldığı için ilk ismi olan Sağmalcılar, Bayrampaşa olarak değiştirilmiş. Tabi ünlü 1968 yılında hizmet vermeye başlayan cezaevi de bu bölgeyi etkileyen bir durum. Özellikle üniversitede Bayrampaşa dediğim an herkes cezaevi diye karşılık verirdi. Tabi 2008’de cezaevi kapatıldı ve bugün yerine toplu konut yapıldı. Tüm bu araştırma sürecimde hoşuma giden birçok detay oldu. Bölgenin geçmişte mesire alanı olmasından kaynaklı, Hıdırellez kutlamalarının yapılması gibi… Ayrıca Ferhatpaşa çiftliği olarak anılan bölgenin içindeki İbrahim Turhan Paşa Konağını görme fırsatım oldu. Bayrampaşa’da bir anda otoyolun kenarında tarihi bir yapı görüyorsunuz hemen arkasında büyük marketler var. Hep merak ederdim şimdi tüm detaylarıyla öğrendim. Elbette ergenlik çağımda bağımın tamamen koptuğu semte dönüp bakma fırsatı bulduğum için mutluyum. Sevdiğim bir sebze üzerinden Bayrampaşa’ya fütüristik bir gelecek yazdım. Hem de çok yeşil bir gelecek.

İlginizi çekebilir:  Gezegeni Kurtarmak İçin
Cynara, bronz, metal ve polyester, değişken ölçüler, 2023

Sergideki dokümantasyonun nasıl şekillendi?

 Sergideki dokümantasyon süreci için ilk olarak, Bayrampaşa’nın geçmişi ve bugününe dair kapsamlı bir literatür taraması gerçekleştirdim. Bu aşama, semtin tarihini ve dönüşümünü anlamak adına temel bir araştırma zemini oluşturdu. Ardından, bireysel ve kolektif hafıza parçalarını toplamak üzere önce ailemle sonra yerel halkla görüşmeler yaptım. Bu görüşmeler yaşanan değişimleri daha iyi anlamam için fayda sağladı. Görsel dokümantasyonda hem tarihi belgeleri kaynaklarını göstererek hem de Bayrampaşa’da çektiğim fotoğrafları kullandım. Bu materyaller, serginin izleyiciye semtin atmosferini doğrudan ileten bir görsel anlatı sunmasını amaçladı.

Ayrıca, enginarın tarihi ve kültürel önemine odaklanan bir araştırma yaptım. Bu araştırma bitkiye dair mitolojik, mimari ve sosyolojik etkileri içermektedir. Ayrıca bitki zekâsı, bitki devrimi vb. kitaplardan yararlanarak bitkilerin dünyasını anlamaya odaklandım. Enginarın yemek kültüründeki yeri ve nasıl yayıldığına dair tüm süreci dokümantasyon alanında bulmak mümkün. Ayrıca Ceylan Önalp sergime dair harika bir yazı yazdı, bitkinin mitolojik sürecinden benim kurguladığım ütopik alana kadar hem tarihi süreçten hem edebiyattan bağlantılar kurdu. Nihat Özdal ise damıttığı enginar ile sergi için güzel bir koku tasarlayarak dokümantasyon alanına katkı verdi. Son olarak yapay zekadan yararlandığım görselleri de bu alana yerleştirdim. Tüm bu adımların bir araya gelmesiyle oluşan haritada hem duygusal hem entelektüel bir keşif yolculuğu amaçladım.

Buna “performatif araştırma” demek istiyorum, şu halde çağdaş sanatın dilini bir tür meta-estetik-pedagojik metodolojiye dönüştürüyor diyebilir miyiz?

 Evet, “performatif araştırma” terimi, çağdaş sanatın dilini bir tür meta-estetik-pedagojik metodolojiye dönüştürme konusunda oldukça anlamlı bir ifadedir. Bu düşünce, sanatın sadece görsel bir anlatı olmanın ötesine geçerek, izleyiciyle etkileşimde bulunan, düşündüren ve deneyimleten bir süreç haline gelmesini ifade eder. Benim için sanat salt estetik değil aynı zamanda düşünsel ve eğitici bir yolculuk. Ama genel olarak böyle olmasının şart olduğunu düşünmüyorum. Sanatı keskin sınırlar içine hapsetmenin onun doğasıyla örtüşmeyeceği kanaatindeyim, sanat bir şey temsil etmeyebilir. Ancak benim kişisel tercihlerimde öğrenmek yatıyor, çünkü meraklı birisiyim. Araştırmacı yanım ister istemez yaptıklarıma yansıyor. Bu benim için bir oyun gibi, izleyiciyi de bu keşfetme oyununa dahil etmeyi seviyorum.

Enginar, seramik, 15x18x19 cm, 2023

Bayrampaşa’ya monte edilmiş enginar heykelleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Belediyece hayalleştirilen bir dönüşüm fikri sanki…

Bayrampaşa’ya monte edilmiş enginar heykelleri, sanat ve kentsel dönüşüm arasında ilginç bir kesişimi temsil edebilirdi… Bu heykeller, belediyenin kentsel estetik anlayışını, semtin tarihini veya gelecekteki bir vizyonunu yansıtabilirdi… Aynı zamanda, sanatın kamusal alanda varlık göstermesiyle birlikte, halkın çevresindeki mekanları farklı bir bakış açısıyla değerlendirmesine de katkıda bulunabilirdi… Ancak bu sergi kapsamında çekim yaparken yanımıza gelip soru soran insanların enginar heykelinin neden orada olduğuna dair fikirleri dahi yoktu. Enginar heykelinin orada olmasından dolayı bölgede enginar yetiştiğine dair akıl yürütmekten bile insanların uzak olmasının sebebi nedir? Belki de Cihangir’de gördüğüm manzaranın aksine sokaklarda Bayrampaşa enginarının satılmıyor olması olabilir mi? Nitekim bu sebze yeteri kadar ulaşılabilir değil ve ne yazık ki Bayrampaşa bu değerine yeterince sahip çıkamamış durumda. Bu heykelin, basit oy kaygıları sebebiyle semtin simgesine dönüştürüldüğü, bir imaj çalışması olduğu belli. Sonuç olarak, bu tür müdahaleler, bir semtin karakterini ve atmosferini etkileyebilir. Önemli olan, bu tür projelerin yerel toplulukla etkileşim içinde tasarlanması ve uygulanmasıdır, böylece toplumun kendini ifade etmesi ve çeşitli değerlerin kanıksanması mümkün olabilir.

Enginara bakışınız “dünyanın içinde bir varlık var” der gibi… Enginar’ın serginizdeki plastik unsurundan söz etmek isterim. Yapıyı bozarak hatta dişil ve erotik kılarak ilerlediğinizi gözlüyorum, formla olan ilişkiniz nasıl şekillendi?

İzleyicinin enginara farklı bir perspektiften bakmasını sağlamak için tasarladığım bir strateji bu. Yapıyı bozarak soyut bir dil oluşturuyorum. Bu dil bilimkurgu filmlerindeki uzay alanlarını çağrıştırıyor. Hatta bu formlar biraz da hayranı olduğum H.R. Giger’in yaratıkları gibi. Dişil ve erotik algı ise enginarın tarihinden geliyor. Enginarın iç kısmının vulvaya benzetilmesi ve 16. yy da pazarlarda cinsellik arttıran bir yiyecek olarak satılıyor olmasına dair bilgiler özellikle seramik formlarımda etkin oldu. Hem 15. yy dan hem 16. yy dan çeşitli yemek kitaplarında enginarın şehveti arttırdığına dair bilgiler kaynaklarda geçmekte. Üstelik enginarın yapraklı kısmının bir sosa batırılıp dişlerin arasından sıyrılarak yenmesi dahi cinsel olarak nitelenmiş. Bu araştırma sonuçları seramik enginarlarımın daha dişil formlarda olmasını sağladı.

eskiz

Üretim prensibinizde bir konuyu, nesneyi, fikri; iyice araştırmak, her yanıyla üretmek, sindirmek, belki tüketmek var diyebilir miyiz? Enginar figürü üretimleri için nasıl bir yol çizdiniz ya da bir yol çizdiniz mi?

Tüketmek derken mecazi anlamın ötesinde bu sergi sürecinde ciddi miktarda enginar tüketildi, formları hazırlamanın en lezzetli hali oldu benim için. Şaka bir tarafa gerçekten de atölye alanımda sürekli enginarlar bulundurdum. Hem süsleme hem inceleme nesnem oldu.  Doğrudan enginarın dış formunu ve iç formunu desen olarak gerçekleştirdim. Daha sonra çeşitli kurgularda çizimlerini yaptım. Ardından yapay zekadan elde ettiğim sonuçlardan referans alarak desenler yaptım. Heykel aşamasında çamurdan yaptığım formların yanı sıra üç boyutlu baskı yöntemleri de kullandım. Enginarların sap kısımları araba parçalarından oluşurken gövde kısımları polyester ve bronzdan oluşuyor. Yedi parçadan oluşan seramik enginarlarımı da düşünürsek oldukça hibrit bir üretim gerçekleştirdim diyebilirim.

Previous Story

“Sanat Benim İçin Bir Yaşam Hali”

Next Story

Sanatın Dijitalleşmesi mi, Dijitalin Sanatsallaşması mı?

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.