Türkiye’de ilk defa bu denli kapsamlı bir serginiz gerçekleşiyor. Bundan önce yurtdışında bu kapsamda müze sergileriniz oldu, lakin Türkiye’de 30 yıllık bir zaman dilimini kapsayan bir serginiz hiç olmadı. Bundan biraz bahsetmek ister misiniz?
Retrospektif diyebileceğim sergim 2015 yılında Norveç’te Kode Bergen sergisinde olmuştu. Bu sergide bütün işlerim sergilenmiyor ama 1994’den başlayarak Türkiye’de hiç sergilenmeyen işlerim sergilenecek. Hepsinin birbiriyle bağlamı olduğunu bir arada sergilendiğinde ancak görebileceğiz. İşlerimin çoğu sansüre uğradı, defalarca. Öyle bir hale geldi ki ismim bile sansüre uğramaya başladı. İşte izleyici bu sansür hikayesinin bir parçasını bu sergide izleme imkanı bulacak.
İTALYA’DA KAÇAK OLMAK
90’lı yılların ortasında İtalya’dan kovulmanızın ardından ürettiğiniz Üç Kişiyle Evlilik ve Espulsa adlı işlerinizden biraz bahseder misiniz?
İtalya’da 1994 yılında, 14 Haziran 1994, öğrenci olduğum halde beni kovdular. On beş gün içinde ülkeyi terk etmem gerekiyordu. Ben de gitmemeyi ve kaçak yaşamayı seçtim. İşte o zaman göçmen olmak, kaçak olmak, ırkçılık ne demek çok iyi anladım. Ülkeme en son 1992 yılında gitmiştim neredeyse bir altı sene gidemedim. Bu sürgün ve kaçak hayatı korkunç bir şey. O sırada herkes bana “evlenirsen atılmaktan kurtulursun, evlen” diyordu. Tuhaftır, sevgilimden de evlenme teklifini reddettiğim için ayrılmıştım. Aklıma “Üç Kişi ile Evlilik” performansı gelmişti. Bu performans çok ses getirmişti. Hatta bir kadın sanatçı arkadaşımdan erkek olmasını rica ederek trans evliliklerinin de aynı çerçevede olasını istemiştim. O dönemde atılmak, yabancı olmak üzerine çok iş ürettiğimi de söylemeliyim. 1992 yılında bir tekne enstalasyonu da yapmıştım. Bu tekne evlerin çatılarında sergilenmişti. Yıllar sonra bu yıl Macro Müzesinde yaptığım kişisel sergide yeniden sergilendi.
O dönemlerde Espulsa adlı bir çok iş üretmişsiniz. Kovulmak, göç kavramı, göçmen olmak, dışlanmak ve ötekileştirilmek, bütün bunlar işlerinizi ileriki yıllarda nasıl şekillendirdi?
İşlerimin çoğu otobiyografik, ama nedense ben bunun altını hiç çizmedim. Mesela, o küçük kız çocuklarının yaşı 9 ile 12 yaş arası. Sonunda fark ettim ki ben aslında kendimi anlatıyorum. O yaşlarda incinmiştim. Sanatın ruhu onardığını hiç düşünmüyorum, en azından bende başarılı olmadı. Tam tersi yaraları iyice açmaya, kırılanı paramparça etmeye başladı. Espulsa İtalyanca bir sözcük ve atılmak, kovulmak anlamına gelir. İşin gerçeği ilk atılmam aileden başladı, sonra ülkemden ve sonra İtalya’dan. Yine 1994 yılında Genova’da “Kovulan Sanatçı Kovulan Sanat” başlıklı bir kişisel sergi açmıştım. Ve “ARTİSTA” işim. Hep aynı yıllarda.
“TÜRKİYE MEZBAHAYA BENZİYOR”
Siz kimsenin girmeye cesaret edemediği yerlere girip performanslar yapıyorsunuz. 1997 yılında Yüksek Kaldırım’da gerçekleştirdiğiniz Bordello performansınız, yine aynı yıl gerçekleştirdiğiniz Hamam Performansı, Morgue, Akıl Hastanesi ve son olarak da Mezbaha. Özellikle böyle yerlerde iş yapmayı tercih etmenizden ve bunun artık işlerinizin temelini oluşturması durumundan bahseder misiniz?
1997 yılında İstanbul Bienali için yapmıştım bu performanslarımı. İstanbul’un turistik olmayan yerlerinde. Bir sanatçı hayata reklam gözüyle bakmamalı. Hep yeraltında olmayı tercih ettim. Ötekileri, deliler mesela. Hayatımın bir döneminde ciddi olarak psikolojim bozulmuştu doktorların tavsiyesi elektroşok oldu. Haldol ve fosfostimolu ilaç olarak kullanmıştım. İstanbul’a ilk geldiğim yıllar. Akıl hastanesine değişiklik olsun diye girmedim. Hepsi otobiyografik, ama sonradan görme burjuvalardan iğreniyorum. Hamam, küçüklüğümün en nadir hatıralarından biri. Annem bizi her cumartesi hamama götürürdü. En sonunda mezbahaya da girdim, kurban bayramından bir gün önce. Mezbahayı Türkiye’ye benzetiyorum, bir metafor olarak kullandım. Son yıllarda ülke olarak çok acılı olaylar yaşadık. 2017 yılında mezbahaya girerek performans yaptım, orada çalışan kişilerle.
“LİNÇ VE İKİYÜZLÜLÜK”
Amemus… 2010 yılı hiç kolay bir yıl olmadı sizin için. Toplumsal linçe uğradığınız, hakkınızda “Tükürürüm böyle sanatın içine!” diye köşe yazılarının yazıldığı ve insanların provoke edildiği, ölüm tehditleri aldığınız bir yıl. Bu toplumsal linçe 2011 yılında “Ayna” işinizle cevap verdiniz. Bu yaptığınız animasyon videosunda bir lağım faresi sizi linç edenlere geri tükürüyor. Ben sizi sürgün hayatına sürükleyen 2010 yılını sizden dinlemek istiyorum.
2010 yılını anlatmak bir kitap veya bir film işi. Uzunca.. İnsanlar toplu linç krizine girdiler. Bu günlerde çocuk tecavüzlerin okuyorum beni linç edenlerden çıt yok. Hani o sözüm ona ahlak bekçileri var ya… Nerde şimdi bu iki yüzlü paraya tapan yazar kasalar? İğreniyorum bunlardan. Hiç görmedikleri ve sadece siyah beyaz bir fotoğraf üzerine bu güruh sesli bir histeri korosuna dönüştü. “Tükürelim Şükran Moral’ın işlerine” diye. Ben de onlara işlerimle cevap verdim. Bunlardan biri onları lağım faresine dönüştürdüğüm animasyon, ikincisi de bir sırtlana. Leş yiyici bunlar. O sırtlan heykelinde benim birebir parçalanmış kolum var .
Bu sergide bütün işler birbirini tamamlayıcı nitelikte. Buradaki bütünlüğü yakalarken nelere özen gösterdiniz. Türkiye’de ilk defa böyle bir sergi yaparken hangi konuların altı mutlaka çizilmeliydi?
Öteki olmanın altını çizdim. Estetik olarak da son işimle 1997 yılında yaptığım işlerimin birbirini tamamladığını..
SİSLER İÇİNDE, SEYİRCİ BAŞROLDE
“Sisler İçinde” adlı yeni performansınızdan bahseder misiniz?
Bu yerleştirme performansımda seyirci birinci planda. Sürprizi bozmama adına bu kadarla yetinelim.
Sizinle röportaj yapıp da kadın meselesine değinmeyen yok. Kadının toplumdaki yeri belli, ölümler, acılar belli. Bu konuda içinizde biriken büyük bir hınç olduğuna eminim. Bu hınçtan biraz bahsedebilir misiniz?
İçimdeki “hınç”, öfke, adamların penisi var diye onların kölesi olmamızı istemeleri. Kadın olarak birey olma yolunda hep bu erkek egemen toplumun seni engellemesi. Ülkemdeki kadın cinayetleri. Artık tahammül edilemez…
Son olarak, genç sanatçıların sizden öğrenecek çok şeyleri var. Sizin bunca yıllık deneyiminiz, başa çıkmak zorunda kaldığınız zorluklar, bunlar değerli tecrübeler. Genç sanatçılara 3 tane öğüt verecek olsanız bunlar ne olurdu?
Lütfen yalnızca kendine güven.
Hiçbir erkek için sanatını bırakma
Her an sıfırdan başlamak için hazır ol.