Okumak Yasak, Hatırlamak Direniş - ArtDog Istanbul
Çizim: Selçuk Demirel

Okumak Yasak, Hatırlamak Direniş

Selçuk Demirel ve Lyliane Adra, "Uzak Bir Ülkede: Harflerin İsyanı" ile kitapların yasaklandığı, kelimelerin suç sayıldığı ve hafızanın silinmeye çalışıldığı hayali bir ülkeyi anlatırken, bugünün görünmez sansür mekanizmalarına ve toplumsal sessizliğe ayna tutuyor.

/

“Bugünden itibaren, okurken yakalanan her vatandaşın bildirilmesi zorunludur! Bu kişi sizin… Evet, anneanneniz olsa bile.”

Böyle bir dünyada yaşamayı hayal edebiliyor musunuz? Kitapların yasaklandığı, kelimelerin suç sayıldığı, hatta büyükannelerin bile ihbar edildiği bir ülkede? Peki ya bu sadece hayal değilse? Ya bu distopik senaryo, şu anda dünyanın birçok yerinde yaşanan gerçeğin yalnızca biraz daha uç hali ise?

Selçuk Demirel ile Lyliane Adra, Veredonia adlı hayali ülkede geçen öyküleri aracılığıyla yalnızca çocuklar için bir kitap yaratmamış; çağımızın en derin yaralarından birine parmak basmış. Uzak Bir Ülkede: Harflerin İsyanı bilgiyle cehaletin, özgürlükle baskının, hafızayla unutturmacılığın savaştığı bir dünyada, sanatın ve edebiyatın ne denli hayati bir direniş alanı olduğunu hatırlatıyor.

Toplumsal Sessizliğin Evrensel Portresi

George Orwell’in “geçmişi kontrol eden, geleceği kontrol eder” kehanetinin gerçekleştiği bir çağda, iki sanatçının sesinde yankılanan daha derin bir kaygı var: İnsan ruhunun en kutsal alanları olan hayal gücü, empati ve hatırlama yetisinin sistematik olarak yok edilmeye çalışılması. Okumanın yasaklandığı, kelimelerin suç sayıldığı, rafların sessizce boşaltıldığı bir dünyayı anlatıyor bu kitap. Ama Vérédonia adlı hayali ülke, sanıldığından çok daha tanıdık; sansürün, hafıza kaybının ve toplumsal sessizliğin evrensel portresi.

Vérédonia, yemyeşil tepeleri ve hırçın nehirleriyle tanınan, görünürde sakin bir ülkedir. Ta ki başkanlık seçimlerinde Mösyö Octavio LePetit iktidara gelene kadar… Onun gizli bir sırrı vardır; ortaya çıktığında ülkenin kaderini değiştirecek kadar güçlü bir sır. Kitaplar yasaklanır, gazeteler kapanır, okullar sıkı denetime alınır, hatta okurken yakalananların ihbar edilmesi zorunlu hale gelir. Bu yalnızca kâğıda ve mürekkebe karşı bir yasak değil; hafızaya, meraka ve hayal gücüne karşı açılmış topyekûn bir savaştır. İşte tüm bunları Selçuk Demirel ve Lyliane Adra ile konuştuk.

Selçuk Demirel ile Lyliane Adra, "Uzak Bir Ülkede: Harflerin İsyanı"
Selçuk Demirel / Lyliane Adra, “Uzak Bir Ülkede: Harflerin İsyanı”

Kitabınızda bilgiyle cehaletin, baskıyla özgürlüğün, sessizlikle sözcüğün savaşı var. Bugün dünyanın birçok yerinde kitapların yasaklandığını, ifade özgürlüğünün kısıtlandığını düşünürsek, bu kitabı yazmak/çizmek sizin için nasıl bir sorumluluk duygusuydu?

Selçuk Demirel: Dünya bizim evimiz. Düşünürken, yazarken, çizerken ülkeler arasındaki sınırlar, farklılıklar (renk, ırk, dini dil, mutfak) ortadan kalkıyor. Dolayısıyla burada bütün insanların anlayabileceği ortak bir dil söz konusu. Her ne kadar farklı dilleri kullansak da “özgürlük, dayanışma, yoksulluk, varsıllık, sömürü, baskı, şiddet, korku, merhamet, empati, sevgi ve nefret” dediğimizde bütün dillerde karşılığı var. AŞK deyince Hindistan’da da, Eskimolar’da da aynı şey anlaşılıyor. İşte bu düşünceyle Veredonia diye adlandırdığımız uzak bir ülkede geçen bu hikâyeyi anlatmaya karar verdik. Hayatın birdenbire absürt bir durumun içine düşmesi, her şeyin bir adamın bilgi ve görgü düzeyine indirgenmesinin dayanılmazlığı yazıyla ve resimle dile getirmeye çalıştık.

“İfade Özgürlüğü Susturuluyor”

Lyliane Adra: Muazzam bir sorumluluk hissettim ama aynı zamanda içimde sessiz aciliyet duygusu da vardı. Bu kitap, çocuklar için yazılmış olsa da içinde yaşadığımız dünyanın oldukça gerçek yankılarını barındırıyor. Bugün bile bazı ülkelerde kitaplar izleniyor, sansürleniyor veya en basiti erişilemez hale getiriliyor. Dolayısıyla günümüzü anlama imkânı da elimizden alınıyor. İfade özgürlüğü susturuluyor, kelimeler denetleniyor. Tüm bunlara karşı sessiz kalamazdım.

Bu kitabı hem çocuklar hem de yetişkinler için yazdım; çünkü hikâyelerin zihinleri aydınlatan, sorgulatan ve kimi zaman iyileştiren bir gücü olduğuna yürekten inanıyorum. Çocukların kapasitesi hayal ettiğimizden çok daha fazlasıdır. Adaletsizliği fark edebiliyor, bir şeylerin ters gittiğini sezebiliyorlar. Amacım onlara direnişin kelimelerle, kitaplarla, hayal gücüyle ifade edildiği bir alan tanımaktı. Böyle bir hikâye yazmak; hafızanın, bilginin ve özgürlüğün hep birlikte sahip çıkmamız gereken en değerli hazinelerimiz olduğunu kabul etmek demekti; şiddete başvurmadan, yaratıcılık, cesaret ve dayanışma ile.

Bu kitabı birlikte üretme süreciniz nasıl gelişti? Yazı ve görsel dili eşzamanlı mı oluşturuyorsunuz yoksa biri diğerinin ardından mı geliyor?

Selçuk Demirel: Aynı evde yaşamanın avantajlarından biri de karşılıklı konuşma ve hikâye üzerinde birlikte düşünme fırsatımızın olması. Herkes kendi köşesinde çalıştı aslında. Yazı ve resimleri birbirimize göstererek, okuyarak ilerledik. Bu hikâyeyi hangi teknikle resimlemem gerektiğini uzun süre düşündüm. Sonunda, her zaman nasıl çalışıyorsam aynı ritimle devam ettim. Çocuklar ve yetişkinler diye bir ayrım yapmadım. Aslında yazı ve resim, iki ayrı kanaldan akıp buluşan, tek bir nehre dönüşüp denize doğru gitmesi gibidir…

Çizim: Selçuk Demirel
Çizim: Selçuk Demirel

Peki, bu hikâyeyi gerçekten “uzakta” olanlar için mi yazdınız ve çizdiniz, yoksa en yakınımızdaki “karanlık ihtimallere” karşı bir uyarı olarak mı?

Selçuk Demirel: Vérédonia diye hayal ettiğimiz bu “uzak” ülke hem uzakta hem çok yakında, bazen de içinde olduğumuz bir ülke. Dünya bizim evimiz ise hiçbir yer uzak değil aslında.

Hikâyede geçmişin bile unutulması isteniyor. George Orwell’in “Geçmişi kontrol eden, geleceği kontrol eder” ilkesini hatırlıyoruz. Bu unutma zorlamasıyla belleğin bastırılması arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz?

Lyliane Adra: Geçmişi silmek, birçok baskı biçiminde zorlu ama ne yazık ki oldukça da gerçek bir stratejidir. Anıları, kitapları ve tanıklıkları silindiğinde, beraberinde bugünü anlama ve dolayısıyla sorgulama ihtimali de ortadan kalkmış oluyor. George Orwell’in “Geçmişi kontrol eden, geleceği de kontrol eder” sözü, bu güç mekanizmasını mükemmel bir şekilde özetler: İnsanları tarihlerinden mahrum bırakmak, köklerinden, kimliklerinden, başka bir dünya hayal etme yeteneklerinden mahrum bırakır.

Kitabımızda, çocuklardan geçmişlerini unutmaları istenmesi, güçlü bir sembolik şiddet biçimidir. Onları yalnızca oldukları şeyden değil, olabileceklerinden de mahrum bırakmaya çalışılıyor. Çünkü hafıza olmadan süreklilik, bir isyan ihtimali, aktarılacak bir miras yoktur.

Ancak tarih hafızanın hayatta kalması için bir yol bulabilir: bir şarkıda, bir defterde, fısıldanan bir kelimede, bir çocuk oyununda. Kitap da bu direnişi vurguluyor. Gizli kelimeler, paylaşılan anılar, son dakikada saklanan kitaplar aracılığıyla ortaya çıkan bir direniş. Yok edilmeyi reddeden, geleceğin önünü açık tutmak için mücadele eden genç, yaşlı herkese bir saygı duruşudur.

Çizim: Selçuk Demirel
Çizim: Selçuk Demirel

Edebiyat ve sanat, sizce sessizleştirilmiş topluluklara nasıl bir ses olabilir?

Selçuk Demirel: Daha önce de belirttiğim gibi insanlığın ortak dilinin sanat, edebiyat, müzik ve sinema olduğunu düşünüyorum. Bir sanat eserinin yarattığı duygu ve heyecan dünyanın her yerinde, her türlü kültürde, her türlü sosyal katmanda yankı bulur. Bu yüzden söylemek istediklerimizi bağırarak, çağırarak, kavga dövüşle dile getirmek yerine büyük bir sükûnet içinde yazarak, çizerek de dile getirebiliriz.

Lyliane Adra: Edebiyat ve sanat, sansürün, kayıtsızlığın ya da unutuşun duvarlarını aşma gibi müthiş bir güce sahiptir. Bir topluluk susturulduğunda, sözler yok olmaz; yer değiştirir, dönüşür, tezahürü için başka kanallar arar. Ve çoğu zaman yeniden gün yüzüne çıkışı sanat aracılığıyla olur. Edebiyat, görmek istemediğimiz insanları görünür kılabilir, başkalarının silmeye çalıştığı şeyleri anlatabilir. Okurlar ile bilmedikleri ya da kendilerinden saklanmış gerçeklikler arasında köprüler kurar. Ve der ki: “Bakın. Dinleyin. Hissedin.” Bir söylem dayatmadan, anlamaya ve empatiye davet eder.

Sanat, tüm biçimleriyle, aynı zamanda yeniden sahiplenme alanı sunar. Susturulanlara karşı yaratmak bir direniş eylemine dönüşür: “Buradayım. Ses çıkarıyorum. Varım.” demektir. Sözcükler yetmediğinde bile, bir resim, bir şarkı artık duyulmayan bir çığlığı taşıyabilir. Kitabımızda, söz çocuklarda. Ama aslında, onlar düşünme, hayal kurma ve hatırlama hakları ellerinden alınmak istenen herkesi temsil ediyorlar. Edebiyat onlara mikrofon uzatıyor. Ve bazen, kendini yeniden bulan seslerin taşıyıcısı okurların kendisi oluyor.

“Başkan, kitapları yasaklamanın ülke üzerindeki hâkimiyetini sağlamada gerekli bir adım olduğunu düşünüyordu.” Kitap yakmak, tarih boyunca totaliter rejimlerin en simgesel eylemlerinden biri oldu. Sizce yazılı olanı yok etme arzusu, sadece içeriğe değil, hatırlamaya ve düşünmeye karşı duyulan bir öfke midir? LePetit karakterini yazarken bu tür tarihsel sahnelerden ilham aldınız mı?

Selçuk Demirel: “LePetit” kılığı, kıyafeti, bıyığı ve sakalı ile bir insan karikatürü aslında. Bilgisizliğin getirdiği bütün kibir ve kendini beğenmişliğin zirvesinde, kendinden emin bir kişilik. Kendinde olmayan her şeyin değersizliğine ve gereksizliğine inanan birisi. Okuma yazma bilmiyorsan o zaman kitabın ne gereği var! diyen biri.

Lyliane Adra: Evet, kesinlikle… Kitap yakma eylemi, içeriğini reddetmenin ötesine geçer; bu, düşüncenin kendisine karşı bir saldırıdır. Kolektif belleğe, kelimelerin özgürce dolaşabileceği, uyandırabileceği, sorgulatabileceği fikrine yöneliktir. Şunu söylemenin bir yoludur: “Yalnızca söyleneni susturmak istemiyorum, onu hatırlama ihtimalini bile yok etmek istiyorum.”

Başkan Lepetit karakteri, bazı iktidarların taşıdığı o derin endişeyi somutlaştırır: zihinler üzerindeki denetimi kaybetme korkusu. LePetit, tüm tiranlar gibi imparatorlukları yıkanın silahlar değil, fikirler olduğunu çok iyi bilen biri. Bu yüzden her şeyi kontrol etmeye çalışıyor: kitapları, anıları, hatta duyguları bile. Pürüzsüz, itaatkâr, belleksiz bir ülke arzuluyor. Çünkü belleği olmayan bir halkı yönetmek daha kolaydır. Tarihteki bazı sahneler beni her zaman derinden etkilemiştir: Nazi dönemi kitap yakmaları, Çin’deki Kültür Devrimi ve daha yakın zamanda otoriter rejimlerin uyguladığı büyük çaplı sansürler… Tüm bu örneklerde, yakılan kitaplar sadece işin görünen kısmıdır; asıl yok edilmek istenen, farklı düşünme özgürlüğüdür. Ama tarih aynı zamanda şunu da gösterir: Düşünceye karşı duyulan bu öfke asla tamamen galip gelemez. Her zaman, bir yerde, birileri bir sözü, bir kitabı, bir şarkıyı saklar. Ve her şey yeniden filizlenmeye başlar.

İşte bu direnişin, özellikle de kaybolduğu sanılan bir hafızanın taşıyıcısı olan çocuklar aracılığıyla, karakterlerimde hayat bulmalarını istedim. LePetit, yok etme arzusuna rağmen, gizlice aktarılanı, bakışlarda saklı olanı, kelimelere duyulan sevgiyi asla susturamaz.

“Bugünden itibaren, okurken yakalanan her vatandaşın bildirilmesi zorunludur! Bu kişi sizin… Evet, anneanneniz olsa bile.” İhbarcılık, sadece bir iktidar aracı değil, aynı zamanda toplumun birbirine olan güvenini zedeleyen bir mekanizma. Sizce günümüzde bu tür “görünmeyen sansürler” nasıl işliyor? Korku, toplumsal bağları nasıl çözüyor?

Selçuk Demirel: Bu da bir insanlık hali: İster Türkiye’de, ister Fransa’da, ister McCarthy Amerika’sında olsun çok iyi işleyen bir mekanizma: korku ve güce tapma, güçlünün yanında olup, korunma ihtiyacı olsa gerek. 12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında askerle radyoda “Muhbir vatandaşlarımıza” çağrı yaptıklarını hatırlıyorum.

Lyliane Adra: İhbarcılık, yaygın bir şüphe ortamı yaratır: Artık kime güveneceğimizi bilemiyoruz. Sevdiğiniz birini, bir ebeveyni, bir arkadaşı, bir öğretmeni ihbar etmeye zorlandığınızda, saldırılan sadece diğer kişi değil, sizi birleştiren bağın ta kendisidir.

Bu, bireyleri izole etmenin, onları her türlü dayanışmadan mahrum bırakmanın çok sinsi bir yoludur. Dolayısıyla, kitabımızda, kişinin büyükannesini bile ihbar etmesi yönündeki bu absürt talimat, korkuya dayalı bir sistemin insanlık dışılığının derinliklerini gözler önüne seriyor.

Günümüzde sansür her zaman görünür olmasa da uygulanmakta. Reddedilme, taciz veya misilleme korkusuyla artık konuşmaya, yazmaya veya hatta bazı şeyleri düşünmeye cesaret edemediğimizde, otosansür olarak kendini gösterebiliyor. Bu sansürler sosyal, ekonomik veya ideolojik baskılardan kaynaklanabilir. Artık kitapları yakmıyoruz, ancak onları görünmez, duyulmaz hale getirebiliyoruz. Sesler başka gürültülerle bastırılabilir veya kamusal alanlardan mahrum bırakılabilir. Bu bağlamda korku, son derece etkili bir kontrol aracı haline gelir. Güven bağlarını yok eder, insanları kendi içlerine kapanmaya, adaletsizlik karşısında bile sessiz kalmaya iter. Otoriter rejimlerin, hatta zamanımızın daha sinsi dinamiklerinin istediği de tam olarak budur: bölünmüş, yönünü kaybetmiş, dilsiz bireyler.

Ancak bağların yeniden kurulabileceği dair umut her zaman vardır. Dinleyerek, sanatla, kolektif okumayla. Bazen izolasyonu kırmak için tek gereken yüksek sesle okunan bir kelime, bilgili bir bakış, gizli bir cesaret eylemidir. Kitabımız da bundan bahsediyor: Gözetim altında bile olsa, dayanışmanın boşluklarda nasıl yeniden doğduğundan. Ve bazen edebiyatın, önce sessizlikte, sonra yüksek sesle yeniden bağlanmanın bir yolu haline nasıl geldiğinden.

Çizim: Selçuk Demirel
Çizim: Selçuk Demirel

Kitapta halkın başkaldırısı çocukların ve yaşlıların birlikte kurduğu bir hafıza alanından filizleniyor. Sizce kuşaklar arası dayanışma bugün de bir çıkış yolu olabilir mi?

Lyliane Adra: EVET, buna tüm kalbimle inanıyorum. Nesiller arası dayanışma, toplumlarımızın silinmesine, tecrit edilmesine ve parçalanmasına karşı direnmenin belki de en güçlü yollarından biridir. Çocuklar gelecek umudunun, yaratıcılığın ve hayallerin temsilcileridirler. Yaşlılar ise hafızayı, deneyimi ve yaşamın derinliğini taşırlar. Bu iki güç bir araya geldiğinde, temel bir şey doğabilir: canlı bir aktarım, anlamlı bir direniş.

Bu kitapta, tam da bu iki neslin farklılığını göstermeye çalıştık: telkin edilen çocuklar, yaşlılar ve susturulan yetişkinler. Ancak anıları, yasak kelimeleri ve silinmiş hikâyeleri korumak için gizlice birleşenler de yine onlardır. Hafıza ve hayal gücü arasındaki bu pakt, özgürleşmenin bir gücüne dönüşür. Günümüzde, yaş, hız veya teknoloji tarafından sıklıkla parçalanmış dünyada, kuşaklar arası bağları yeniden kurmak neredeyse politik bir eylemdir.

Bu geçmişe dönmekle ilgili değil, birlikte daha sağlam temellere dayanan, daha insani bir gelecek inşa etmekle ilgilidir. Gençlerin nereden geldiklerini anlamaları için kendilerinden önce gelenlerin hikâyelerine ihtiyaçları vardır. Yetişkinlerin de deneyimledikleri, aktardıkları ve sevdikleri şeylerin kaybolmadığını hissetmeleri gerekir. Nesiller arası ittifak, nazik ama güçlü bir direniş biçimidir. Ve kişinin kendisini veya başkalarını kaybetmemesinin anahtarlarından biri olabilir.

Previous Story

Zamanın İzinde Bir Diyalog Alanı: “Şimdi Ne Zaman”

0 0,00