Oğlu Anlatıyor: Orhan Kemal’in Kadın Kahramanlarında Umut Daha Fazla

/

Toplumcu gerçekçi, yazar Orhan Kemal, 50. ölüm yıldönümünde sevenleri tarafından Orhan Kemal Müzesi’nde anıldı. Orhan Kemal’in oğlu Işık Öğütçü de ona olan özlemini anlattı.

Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç, Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat, Adalar Belediye Başkanı Erdem Gül ve Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç da müzeyi ziyaret edenler arasındaydı. Usta kalemin kişisel eşyalarından fotoğraflarına, her biri birer klasik haline gelmiş kitaplarını yazdığı daktilosundan, kitaplarına kadar bir çok şeyin yer aldığı müzede atılan her bir adım o döneme bir yolculuk oldu aslında.

Bir Derya…

Müze gezisinin ardından İkbal Kahvesi’nde koyu bir sohbet başladı. Anlattıkça 50 yıl öncesine, 13 yaşına gitti Işık Öğütçü gözlerinden yaşlar süzülerek. “Evet ben çok şanslıyım ama bütün dünya böyle bir kültür hazinesine sahip olduğu için çok şanslı” diyerek anlatıyor babasını: “Orhan Kemal bir derya. Babam, 1939’da başlıyor bu serüvene. Aslında biraz daha geriye gitmek lazım. Babam çok hoş biriydi. Şiirlerini, yazılarını yazar, arkasını dönüp giderdi. Sonra o eserler gazetelerde, dergilerde kalıyor. Bütün o eserleri bir araya getirmek de bana nasip oluyor. Kendisinin bile unuttuğu bir arkadaşımız Türk Sözü Gazetesi’nde babamın 20 yaşında yazmış olduğu bir öyküyü buldu. Ama babam bundan hiç söz etmiyor. Sadece gençliğimde küçük piyesler yazdım diyor. Piyes yazan bir insanın öyküye yönelmesi ve acemi de olsa bir şeyler yazması çok önemli. İşte bunların hepsini ben toplaya toplaya geliyorum. Ve sadece onun oğlu olarak değil, tarafsız gözle baktığım zaman gerçekten insanlara çok rahat dokunabilen, o mücadelenin içinde olup ve o mücadeleyi gerçekten kendisi de yaşayarak kaleme alan bir yazar profilidir.”

Her Kitabında Umudu Mutlaka Görürsünüz

Babasıyla yaşayamadığı her anı o gün sözlerinde beliriyor adeta Öğütçü’nün. Onu hayranlıkla anlatırken, “En kötüde bile bir aydınlık yanı, umut ışığını mutlaka gösterirdi” diyerek ne kadar usta bir kalem olduğunu tekrar vurguluyor ve devam ediyor konuşmasına, “Siz bütün bu sıkıntıları yaşarsınız, yarı yolda pes edersiniz veyahut da günümüzde çok moda olduğu üzere kaleminizi satarsınız. Daha iyi bir yaşam için. Ama Orhan Kemal’de böyle bir şey yok. Yazdıkları hayatın ta kendisi. Herhangi bir şekilde oradan faydalanmak, insanları daha da ajite etmek, ağlatmak değil, o mücadeleyi göstermek onun amacı. Her kitabının içinde mutlaka ve mutlaka o umudu görürsünüz. Mesela kadın kahramanları çok önemlidir. Kadın kahramanlardaki o umut çok daha fazladır erkeklerden. Mesela Gurbet Kuşları’nın sonunda şöyle bir final vardı. İnşaatçı bir kocası olan kadın evlerinin belediye tarafından yıkılınca kocasının mahvolduğunu görür, morali çok bozuktur. Çünkü bütün o binayı dikmiştir ama yıkılmıştır. Ve kadının oradaki şu sözü çok önemlidir, ‘Kalk, kalk tekrar yaparız.’ Bakın bu tek bir cümle bile bir mücadelenin nasıl devam edeceğini ve hiçbir zaman yılmamak gerektiğini bize anlatan çok basit bir örnektir. Üstadın bu eserleri, duruşu, toplumcu gerçekçi yaklaşımları ve her insanın iyi bir yanını göstermesi inanın bu çok büyük bir kaleme delalet. Aslında babamın o aydınlık gerçekçilik diye tanımladığı olayda da toplumun düzensizliğinden kaynaklandığını, toplum düzenli bir hale gelirse bu tür sorunların olmayacağını çünkü insanın özünde çok iyi olduğunu anlatır. Ve bütün insanları sever, kıyamaz. ‘El Kızı’ isimli bir romanı vardır. Çok enteresan bir romandır. Orada bir gelin, kaynana ilişkisi vardır. O kaynanaya siz ilk başlarda çok kızarsınız, nefret edersiniz, sayfalar ilerler üzülürsünüz. Kitabın sonunda da acırsınız. 360 sayfalık kitapta bu duyguların hepsini verebilen bir kalem işte benim babam.”

Daktilo Sesi Benim Ninnimdi

Müze fikrinin nasıl ortaya çıktığını anlatırken daha fazla tutamıyor kendini. Kimi zaman ağlamaktan konuşması kesiliyor. Orası yaşayan bir mekandı diyerek müzeyi anlatmaya başlıyor, “O yatakta ben çok yattım, o battaniyeyi çok örttüm, o daktiloda çok yazı yazdım. Bizim öyle lüksümüz yoktu. Bir odamız vardı. Ben ortaokuldan sonra babamın odasında yatardım, orada ders çalışırdım. Üniversiteye oralarda hazırlandım. Her dokunduğum eşyada babam var. Bir de ben 13 yaşında babamı kaybettim. Yani pek çok şeyi soramadım kendisine. Bu müzeyi kurmam aslında bir bakıma babamla kol kola dolaşmam oluyor. Ben içeri girdiğim zaman bazen yalnız kaldığımda daktiloyu gördüğümde daktilonun nasıl ses çıkardığını biliyorum. Ben “dıgı dık dıgı dık..” diye dolaşırım öyle. Dışarıdan birisi görse deli diyecek ama ben o sesle büyüdüm. O ses benim ninnimdi. Babam sabaha karşı dörtte, beşte kalktı o tıkırtıları yazarak bizlerin bu günlere gelmesini sağladı. Ben aslında bir borç ödüyorum. Üzücü bir şey tabi ama istediğiniz pek çok şey olmuyor. 30 yıl sonra müzesini ben açtım. Aslında bizim işimiz mi? Bu çok enteresan bir şey. Nerede Kültür Bakanlığı, STK’lar? Ben böyle bir şeyi yapmasaydım Orhan Kemal müzesi olmayacaktı. Ölümünün 50. yılında belki anılacaktı, belki anılmayacaktı. Bu Türkiye’nin bir kazancı. Çok dile getirdim ölümünün üzerinden 50 yıl geçmesine rağmen İstanbul’da bir kültür merkezinde adı yok. Bu çok acı bir şey. Bunlar bu toplumun bu kadar acı çeken, toplumun aydınlanması için hapse giren, 56 yaşında ömrünü tüketen bir insana çok daha fazla yapılması gereken şeyler. Bu bizim geleceğe bırakacağımız en büyük miras. Bir gün küçük bir öğrenci ‘Abi siz öldükten sonra bu müze ne olacak’ dedi. Bilmiyorum…”

İlginizi çekebilir:  Nan Goldin sanat dünyasının en etkili figürü seçildi

Dayanışmayla Ayakta Kaldık

Çocukluğunda geçirdiği zor günleri anlatırken babasından koparılan bir çocuğun serzenişi yansıyor sözlerine,  “1966 yılında sabaha karşı babamı alıp götürdüler. Eve baskın yapıldı. Tek ekonomik kaynağınız babanız, başka kimse yok. Bu aile ne içecek, ne yiyecek onu düşünen de yok. İlkokul 2’ye gidiyorum ve sabah, öğle, akşam ekmek ve kıvırcık salatası yediğimiz hatırlarım. Sonra bir jübile yaptılar babam için daha sonra dostlarımız, tavuğu olan yumurta getirdi, başka bir şeyler getirdiler. O şekilde dayanışmayla ayakta kaldık. O mücadele hâlâ devam ediyor. Ben de bu mücadelenin içindeyim. Zaten üstadı yaşatmak demek bu dayanışmanın ileriye taşınmasında görev almak demektir. Bunu siz hayatınızın her alanında gerçekleştirebilirsiniz. Babam da onu diyor. Ben bu mücadeleyi sanatımla yapmaya çabaladım ve kalemimle yaptım diyor. Herkes görevi olduğu ve ya en iyisini yapabileceği alanda götürmesinde fayda var. Daha farklı imkanlar olursa farklı şeyler de yapılabilir. Bu ülkenin kültür alanında çok daha ileriye gidebileceğini biliyorum.”

Ölüm Haberini Postacı Verdi

Öğütçü, usta yazarın ölümünü ise şu sözlerle anlatıyor, “3 Haziran’dı, bisiklete biniyorum. Babam Bulgaristan’da Sofya’da… PTT binası önünden geçerken memur çıktı, ‘Git çabuk ablanı çağır gel’ dedi. Ablamı çağırdım, içeri girdi telefonla konuştu. Bulgaristan’dan telefon gelmiş sabah 10-11 civarı. Çıktığında ağlıyordu. ‘Babam ölmüş’ dedi. 13 yaşındayım. Ölmek kavramının ne olduğunu bilmiyorum. 5 Haziran’da Kapıkule’den aldık. Çok müthiş bir araç konvoyu vardı. Babaeski’de işçiler karşıladı. Hala duran o yazı vardır, ‘ Biz işçiler hatıran önünde saygıyla eğiliyoruz.’ En büyük ödül o… Halk, onun önünde saygıyla eğiliyor. 56 yıllık çileli, sıkıntılı, mücadeleci bir hayat ama bu kendisinde işte o harikulade eserler çıkarmasına neden oluyor. O eserleriyle yaşayacak. Ben olsam da olmasam da yaşayacak.”

 

Previous Story

5 Duyuya Hitap Eden Sergi, Kapılarını Açmaya Hazırlanıyor

Next Story

Anna Laudel, Art Paris Dijital’de

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.

Verified by MonsterInsights