Nilüfer Verdi: "Türkiye’de Caz Güzel Yerlere Gidiyor" - ArtDog Istanbul
Nilüfer Verdi. Fotoğraf: IKSV

Nilüfer Verdi: “Türkiye’de Caz Güzel Yerlere Gidiyor”

31. İstanbul Caz Festivali’nde Yaşam Boyu Başarı Ödülü alan Türkiye’nin ilk kadın caz piyanisti Nilüfer Verdi ile caz dünyasındaki protest duruşunu, caz müziğin Türkiye'deki geleceğini konuştuk.

/

Türkiye’nin ilk kadın caz piyanisti, besteci ve aranjör Nilüfer Verdi, İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 31. İstanbul Caz Festivali’nin ödül gecesinde Yaşam Boyu Başarı Ödülü aldı. Avusturya Kültür Ofisi’nin bahçesinde gerçekleşen ödül gecesinde ödülünü, festivalin direktörü Harun İzer’den alan Nilüfer Verdi, oldukça samimi ve duyarlı bir konuşma gerçekleştirdi. Filistin bayraklı tokasıyla sahneye çıkan ve davetliler ile kendisini dinleyen İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na sokak hayvanlarının yaşatılmasına yönelik çağrısıyla dikkat çeken Nilüfer Verdi, “Batı bizi örnek alsın, biz onları örnek almayalım” dedi.

31. İstanbul Caz Festivali’nde Yaşam Boyu Başarı Ödülü aldınız. Bu ödülün sizin için anlamı ne oldu?

Hakikaten ben de bu soruyu ödülü aldıktan sonra kendime sordum ve kendi adıma ne anlama geldiğini düşündüm. Sonra bir felsefeci arkadaşımla görüştüm, Sibel Kiraz’la. Onun üzerine bende de bu ödülün anlamı oturdu. Kendisi bana, bir kurumda yılın elemanı seçilmesi ve bunun herkese duyurulması örneğini verdi. Bunu bir onurlandırma talebi olarak düşünmem gerektiğini söyledi. Evet aslında, doğru. Nihayetinde ben de caz kurumunda yıllardır çalışıyorum, bazen trio olarak bazen şarkıcılara eşlik ederek. Geçmişte hocalık da yaptım. Birçok yerde hâlâ çalışmalarımı bir şekilde sürdürüyorum. Çalmaya devam ediyorum. Bu yaş aldıkça verilen bir ödül mü derseniz galiba biraz öyle. Bugüne kadar gençlere verildiğine pek şahit olmadım. Benim de yaşım var tabii. Özetle bu ödülü bir onurlandırma talebi olarak karşıladım. İKSV’ye beni bu ödüle layık gördükleri için çok teşekkür ediyorum.

“Bu çağda inanması zor bir facia”

Festivalin ödül gecesinde Filistin bayraklı tokanız ilgileri üzerine çekti. Fransız Sarayı’ndaki konserinizde de aynı tokayı taktınız. Günlük hayatınızda bu tarz politik göndergelere sahip imgeleri üzerinizde taşıyor musunuz?

Genellikle politik imgeleri üzerimde taşımam. Hiçbir ideolojinin “…ist”i olmayı sevmem. Ama burada politik bir imgenin çok ötesinde bir durum söz konusu. Filistin’de çok büyük bir katliam var ve hâlâ devam ediyor. Çocuklar, bebekler, kadınlar, çaresiz insanlar… Bir soykırıma dönüşen bu vahşete Batı’nın sessiz kalması, pek çok politikacının, insiyatifin, ülkelerin buna seyirci kalması hatta destek olması akıl alır gibi değil. Bu çağda inanması zor bir faciayla karşı karşıya kaldık. Ne yapabilirim bilmiyorum ama en azından bu şekilde duygumu ifade etmek istedim.

Nilüfer Verdi Trio 31. İstanbul Caz Festivali kapsamında Fransız Sarayı’nda konser verdi.

Ödül konuşmanızda sokak hayvanlarının uyutulmasıyla ilgili gündeme değindiniz. Sokak hayvanlarıyla ilgili müzikal bir proje düşünüyor musunuz? 

Evet, hayvan dostlarımızla ilgili kısa bir parça yapmak istiyorum. Bu parçayı da ulaşabildiğimiz popüler sanatçıların söylemesine yönelik müzikal bir proje hazırlığı içerisindeyim. Bu proje, “Yaşam için Yasa” platformu için yapılacak. Umarım başarırız. Hepinizin desteğini bekleyeceğim. Herkesin bu krizi bir yerinden tutması gerekiyor. Biz de böyle bir kampanya başlatalım diye düşündük.

“Caz Zaten Protest Bir Müzik Türü”

Albümlerinize ve ödül konuşmanıza baktığımda gerçekten her türlü haksızlığa karşı çıkan bir duruşunuz var. Protest bir tavır olarak tanımlayabilirim bunu. Üretim süreçlerinize bu duruşunuz nasıl yansıyor?

Keşke protesto edecek şeyler olmasa ama ne yazık ki sürekli bu tavrı takınmamızı gerektiren olaylar yaşanıyor. İnsanlığın yarattığı birtakım travmalar, facialar, katliamlar… İnce ruhlu muyum bilmiyorum ama bunların dışarıdan izleyicisi olmak dahi derin yaralar açıyor ve ses çıkarma isteğiyle doluyorum. Şunu da belirtmem gerekir ki caz zaten protest bir müzik türü; bir başkaldırı müziği. Tarihsel olarak baktığımızda da bu şekilde ortaya çıktığını görüyoruz. Benim her şeye protest bir duruşum var mı, onu da bilmiyorum. Belki de vardır.

İlginizi çekebilir:  Müzik Üreten Kadınlar İçin

“Mânâ” (1997) ve “İzhar” (2007) albümlerinizi kadınlara adamanıza ve “İzhar” albümündeki Unutmayın parçasına dikkat kesilecek olursak, kadınların cinsiyete dayalı ayrımcılığa, baskıya ve şiddete maruz kalmasını kendi sesinizle görünür kılma çabanızın, dinleyenleriniz tarafında nasıl bir etkiye sahip olduğunu/ olacağını düşünüyorsunuz? 

Çevremizde ve dünyada olan biten olaylar müzisyenleri, sanatçıları çok etkiler. Kadınların uğradığı haksızlıklar, şiddet ve cinayet vakaları da tabii ki buna dahil. Tüm bunlar olurken biz bir yandan müzikle uğraşıyoruz. Eğer müziğimiz hem kendimiz hem başkalarına bir nebze olsun merhem olursa ne mutlu bize. Elimizden ne geliyor ne kadar başarılı olabiliyoruz, bilmiyorum. Bahsettiğiniz parçayı kendi sesimle söylemek durumunda kaldım. Asla şarkıcı olmadığım halde. “Unutmayın”ı biraz fazla sert buldular. Bu konuya değinmekten çekinen şarkıcı arkadaşlarım oldu. Belki de politize olmaktan çekindiler. Ben bir süre teklif etmeye devam ettim ama sonunda kendim söylemeye karar verdim.

“Unutmayın” parçasında geçen, “Vurun beyler unutulur çaresiz ölenlerin çığlıkları/ Kanımla sildiniz ilk yaramın izlerini/ Ne efsaneyim ne masal” sözleri bana Fransız şair Joe Bousquet’nin feminist kuramcılar tarafından da alımlanan “Yaralarım benden önce vardı, ben onları bedenimde taşımak için doğmuşum” dizelerini hatırlattı. Kadın olmanın açtığı kimi yaraların bize miras kaldığını düşünüyor musunuz? 

“Unutmayın” şarkısının sözlerini arkadaşım Berrin Çağlar yazdı. Ben çok anlamlı buldum. Maalesef hâlâ bu dönemde, bu çağda kadın erkek eşitsizliği devam ediyor ve ülkemizde bu konuda açılmış çok büyük yaralar var. Günbegün de devam ediyor maalesef. Bu zaten sosyolojik bir yara. Bu duruma dair bütün şarkıcılar, popçular şarkı yapsa yine de fark etmiyor. Daha önce de bir sürü şey yapıldı sanat camiasında ama bunun eğitimle, kültürle psikolojiyle ciddi bir ilişkisi var. Sosyologlara, psikiyatrlara, eğitimcilere büyük vazifeler düşüyor. Tek boyutlu bir konu da değil, çok zor ve çetrefilli. Altta yatan çok çeşitli sebepler var; epigenetik nedenler, kültürel nedenler, sosyolojik nedenler… Bunların hepsi, araştırılıp üzerinde durulması gereken, ciddiyetle çalışılması gereken konular ama çoğu zaman görmezden gelindiğine şahit oluyoruz. Politikacılara ve siyasi liderlere önemli görevler düşüyor. Aslında pek çok yarayı şifalandırabilirler.

Gündeminizde yeni bir albüm çalışması var mı? Yakın dönemde bizi neler bekliyor?

Albüm için her zaman yeni parçalar, yeni çalışmalar var; hep hazır. Ama şu anda bir şey söyleyemiyorum. Yakın zamanda çıkacak bir kaydın haberini vereyim. Nükhet Ruacan’la birlikte yapmış olduğumuz bir kayıt bulundu müzik kütüphanesinden bir arkadaşımız tarafından. Herhalde Eylül-Ekim gibi piyasada olur diye düşünüyorum.

“Türkiye’de Caz Güzel Yerlere Gidiyor”

Son olarak Türkiye’de caz sizce nereye doğru eğilim gösteriyor? Cazın Türkiye’deki geleceğine dair bir idealiniz var mı, varsa bu ideale doğru gelişim gösteriyor mu? 

Türkiye’de caz aslında güzel yerlere gidiyor, müzisyen sayısı gitgide artıyor. Çok çok iyi genç müzisyenlerle tanışıyorum, gerçekten çok yetenekliler. Bu iletişim çağında hem bilgiye hem öğrenime hem her türlü müziğe ulaşma imkânı fazlasıyla kolaylaştı. Dolayısıyla çok daha donanımlı, çok daha iyi eğitimli, çok daha bilgili bir genç jenerasyon geliyor. Bence çok iyi müzikler çıkacak bu coğrafyadan. Çıkıyordu da zaten. Burada müzik ölmez. Bu topraklarda müzik de müzikal deneyim de çok yoğun. Kendi toprağımıza ait müzikler zaten var, onlarla caz müziğin harmanlanması da tabii ki çok elverişli oluyor. Dolayısıyla kültürlerarası hatta kültürlerüstü müzikler yapılmaya devam edeceğini düşünüyorum.

Previous Story

Sound of Europe Üçüncü Edisyonuyla Geliyor

Next Story

Çeşme’den Bodrum’a Açık Hava Konserleri

0 0,00