Murathan Mungan: “Aslında Dilimiz Krizde, Dil Yanlış Kullanılıyor”

/

İlk kez online olarak gerçekleştirilirken dokuzuncu Türkiye Yayıncılık Kurultayı, şair ve yazar Murathan Mungan’ın konuşmasıyla sona erdi. 

Mungan, dijital araçların dünyamızdaki yerinin artmasına bağlı olarak, internetin, teknolojinin fetiştirilmesine karşı çok dikkatli olmamız gerektiğini vurguladı. Özellikle, internette yer alan, ancak, yazarlara ait olmayan şiirlerin, sözlerin kullanılmasına ilişkin “Bir yazarın emeği, macerası hatta imgesi paramparça ediliyor” şeklinde tepki göstererek, bu konunun artık bir gayya kuyusuna dönüştüğünü söyledi. 

Mungan, içinden geçtiğimiz kriz karşısında sahip olunması gereken şeyin, gerçek bir “her şeye rağmencilik”, bir “iç güç” olması gerektiğini; herkesin iyi yaptığı işleri ödün vermeden daha da iyi yapmaya çalışması gerektiğini vurguladı. 

Murathan Mungan’ın konuşmasının büyük bir bölümü ise şöyle:

“Pek çok şey gibi, günümüzde, bu kurultay da COVID salgınının gölgesinde geçiyor. Üstelik bu sorun bugünden yarına çabucak çözülecek ve hayata kaldığımız yerden devam edecekmişiz gibi bir izlenim uyandırmıyor. Dahası, yeni virüslerle ve yeni krizlerle bizi bekleyen bir sürecin işaretini, bu işe aklı erenler, dünyayı başka türlü takip edenler söylüyorlar. 

Önümüzdeki zaman dilimini nasıl yaşayacağımız konusunda, bunun, belirleyici bir rol oynadığını biliyoruz. Artık böyle bir şey olmamış gibi yapamayız. 

Türkiye Bir Kriz Ülkesi

Yayın dünyası için de bunun ciddi bir kriz olduğu ortada, fakat, bildiğim kadarıyla yayıncılık dünyası zaten hep krizdeydi… Bu ölçüde, hiçbir yerde değil ama bu ülkede her şey zaten çok krizde. Her şey çok çabuk kırılacak bir yapı gösteriyor. Hep irili ufaklı krizlerden geçiyoruz. Dahası, Türkiye’nin kendisi bir kriz ülkesi. Krizde olmayan bir şey var mı? Eğitimimiz krizde, adaletimiz krizde, ekonomimiz zaten krizde, demokrasi hep krizde, gerisini siz çoğaltın… 

Savaştığımız Tek Salgın COVID Değil, Zulüm ve Şiddet Salgını Var

Bunun yanı sıra savaştığımız tek salgın elbette COVID değil, cehalet salgını var, umarsızlık salgını var, kayıtsızlık salgını var, zulüm ve şiddet salgını var… 

Gerçek Bir İç Gücü

Amacım karanlık, kötümser bir tablo çizmek değil. Umutsuzluktan söz etmiyorum burada. Aslında tüm bunlar karşısında, sahip olmamız gereken şeyin, yalan yanlış umutlar, şişirme balonlar değil de gerçek bir iç gücü olması gerektiğini ifade etmek istiyorum. Her şeye rağmencilikten söz ediyorum. Sahip olmamız gereken şeyin, bir iç güç olduğu kanısındayım. İçimizi güçlendirmek aynı zamanda edebiyatın işlerinden de bir tanesi, politikanın işlerinden bir tanesi olduğu gibi… Her koşulda ayakta ve hayatta kalmamız için sahip olmamız gereken şeyin bu olduğuna inanıyorum.  

Her Şeye Rağmen Devam Etmekten Yanayım

En son söyleyeceğim şeyi, en başta söyleyeyim ve konuşmamın aslında ana ekseninin bu olduğunu da belirteyim: Her şeye rağmen devam etmekten yanayım. Bugüne kadar neyi iyi yapıyorsak, aynı şeyi, düzey yitirmeden, nitelik kaybetmeden, ödün vermeden daha iyisini yapmaya çalışmak şiarımız olmalı diye düşünüyorum. Daha iyisini yaparak çalışmayı sürdürmekten başka bir şey göremiyorum, kendi adıma… 

İnsanın Güzelliğe İhtiyacı Var

Koşullar değişiyor, elbette değişecek, koşullar hep değişir zaten. İnsan soyu, koşullara hep ayak uydurmuş. Düşünün, ne söylerlerdi eskiden, şiir öldü, roman öldü, tiyatro öldü, televizyon çıktı sinema öldü, internet çıktı sinema da öldü, derken, bakıyorsunuz etrafa, her şey yan yana… Hiçbir şeyin öldüğü yok çünkü insanın sanata ihtiyacı var, düşünmeye ihtiyacı var, insanın güzelliğe ihtiyacı var… 

Toplu Pozisyon Alarak Krize Karşı Durabiliriz

Bu değişen koşulları hesaba katarak, gereken noktalarda uyum sağlayarak, kendi varlık alanlarımızı koruyarak, bir zincir halinde, bu krize karşı, toplu pozisyon alarak karşı durabileceğimiz kanısındayım. 

Başka Bir Dönem Başladı

Bu, bugüne kadar olmayan şeyleri de gündemi getirecektir. Bu zincirin, nedir zincirden kastım, yazan, çizen, söyleyen, çeviren, basan, yayınlayan, kitapçısında satan bu zincirin kendi iç sorunlarını daha net biçimde ortaya koyduğu ve toplu halde hareket etmenin zeminini arayacağı başka bir dönem başladığı kanısındayım. Bundan önce geçiştiriliyordu ama artık bu kriz başka bir şey söylüyor bize. 

Evet, her dönem değişir ve her dönemin kahinleri çıkar. Özellikle bizim ülkemizde çok yaygındır, herkes Suriye uzmanıdır, deprem uzmanıdır, şimdi de nedense herkes bir virolog gibi konuşuyor. Bir COVID uzmanı kesildi.. Dönem kahinlerinin dediklerinin bir kısmına bakıyorum, izleyebildiğim kadarıyla dünyayı da izliyorum ama az önce sözünü ettiğim gibi hiç ölmeyen şeyleri daha iyi yapmanın yolları bana çok daha anlamlı geliyor. Dünyanın en eski sanatları, resim, müzik, şiir, tiyatro.. Bizim işimiz bu, varlığını sürdürüyor. Dünya devam ediyor; COVID’e karşı, dünyanın bütün çıldırmış politik ortamına karşı… Biz de devam edelim, başka çaremiz yok. 

Kitap Temastır

Hep kitaplarla çevrili bir hayatım oldu, kitap her zaman benim için kıymetli bir şey oldu. Kitaplar nesne olarak da kıymetlidir. Sadece içinden bilgi aldığımız, güzellik, estetik duygumuzu incelten, duyarlılığımızı zenginleştiren, düşüncemize düşünce katan bir şey değildir. Elimize aldığımızda, dokunduğumuzda, sevdiğimiz, sakladığımız, rafa dizdiğimiz, ilişki kurduğumuz kitap, temastır… Evimde, hepsini okumaya ömrümün yetmeyeceği kadar çok kitabım var. Ve hâlâ ciddi ölçüde kitap alıyorum. Güzel bir nesne çünkü bir haz nesnesi. Okumanın, anlamanın, kavramanın, yorumlamanın verdiği hazzın dışında nesne olarak, dokunmanın, görmenin, hangi dükkandan aldığın, kimlerle beraber okuduğun, kimlerle tartıştığının hatıralarıyla beraber gelen bir nesne. Benim kuşağımın temel nesnesi olan basılı kitaptan sözediyorum. Günün, gecenin bir vakti kalkıp, bir rafta aradığın kitaptan söz etmeye çalışıyorum. Altını çizdiğin, içinde bir kağıt unuttuğun, not aldığın bir hatıradan söz ediyorum. Kitap raflarında, ava çıkmanın ritüelinden bahsediyorum. Kitabı hayatımızdan çıkardığımız anda sadece kitabı çıkarmış olmuyoruz, kitabın etrafındaki hatıraları da çıkarıyoruz. Tabii bu hatıralara hiçbir zaman sahip olmayanlar da var. 

İlginizi çekebilir:  Gezegeni Kurtarmak İçin

Okuma Hazzı ve e-kitap

Okuma hazzıyla beraber, kitap tutkusunun, ya da kitaba sahip olmanın, kitabı başkalarıyla paylaşmanın, katmanlanan bir serüveni var kendi içinde. Bunun yerine e-kitabı koyamıyorum. Teknolojik gelişmelere elbette karşı değilim. Dijital ortam benim itiraz etmemle geri dönecek değil, zaten niye itiraz edeyim, ama hep şunu düşünüyorum, bu konuda araştırmalar da var, bizler, benim kuşağımın, kitapla kurduğu ilişki, sayfadan sayfaya geçiş, sayfayı bir önceye bir sonraya hareket ettirmenin, not almanın, işaretlemenin, istediğin zaman kanepeye uzanıp okumanın, plaja gittiğinde yanında taşımanın, hayatının bir parçası olmanın yerini dijitalin tuttuğunu düşünmüyorum. 

Okuma Alışkanlığıyla İlgili Beynin Bir Formatı Var

Bir okuma alışkanlığı, beynin bir formatı var, kaç senedir kitabı çevirerek okumuşsunuz, yatay okuma yapıyorsunuz, internetteki gibi dikey okuma değil. Bütün bunları kavramak ve anlamak konusundaki farkları konusunda bazı nörologların araştırmalar yaptığını biliyorum. O zihin formatı bir kerede oraya geçecek değil. Ama diyelim ki polisiye, macera kitabı seviyorsunuz, uçağa binerken tabletiniz yanınızda, tıpkı kitabın kendisi olsa, uçaktan indikten sonra bir yere bırakacağınız gibi tabletten de silebilirsiniz. Benim sözünü ettiğim has edebiyat ürünleri için, iyi edebiyat ürünleri için bir ulaşım kaynağı gibi gelmiyor bana. Dokunmanın hakimiyeti, kitabın taşınabilir bir şey olması, güzel bir nesne, bir hatıra parçası olmasının yanı sıra zihnin modeli olarak da bana daha yakın gelen bir şey. 

Okur Yetiştirmek 

Okuma hazzı meselesi… Okuma hazzının yerini başka bir şeyle dolduramazsınız. O hazzın, çok küçük yaşta edinilmesi, öğretilmesi gerekiyor. Bir sürü araştırma gösteriyor ki anne baba evde kitap okuyorsa zaten çocuk da kendisini kitap okumak zorunda hissediyor. Onu bir ritüel olarak görüyor çünkü çocuk her şeyi oyun olarak görür. Çocuk o keyfi aldıktan sonra kendi yolunu buluyor. Bütün bunlarda okur yetiştirme dediğimiz şey devreye giriyor. Yayıncının da temel görevlerden bir tanesi okur yetiştirmek… İyi yazarları, sağlam doğru kitapları, doğru çevirileri kataloğuna almalı. 

Kitapçıların Hatırı Var

Başka bir alışkanlık da var, kitapçıların hatırı var. Ben bir çok kitabımı hangi kitapçıdan aldığımı bile hatırlarım ya da kitapçıda birinin bir tavsiyesi, ayak üstü bir konuşma ya da kitabı karıştırarak keşfetmek… Tesadüfen eline aldığın bir kitapla bambaşka bir dünyayla karşılaştığın zaman, yeni bir yazarın yolculuğuna çıkmanın yeri bambaşka… Belki bunlar bizim kuşağın alışkanlıkları ama şunu unutmayın bu bir kuşak meselesi değil, fastfood beslenme nasıl bu kadar çabuk obez yaratıyor, tükenme hızı yaratıyorsa aynı zamanda fastfood kültürlenme de, “Bir an önce okudum, seyrettim, attım”, “baktım attım”a gidiyor.. kitap kısa olsun, ben onu hemen anlayayayım isteniyor, zaten kitabı sadece konusu için okuyor, kitap okumak, konunun dışında başka bir şey okumaktır. Bir temayı, bir bağlamı okumaktır. Bunu da ancak sağlam, güçlü kitaplar sağlar. Deneme kitaplarının satışı neden çok düştü? Çünkü artık sosyal medyada üç, beş tane cümleyle fikir sahibi, düşünce sahibi olduğunu zannediyor, hatta senin bütün kitaplarını okuduğunu zannediyor. Buralarda tehlikeli oyunlar var… 

200 Kelimeyle Gündelik Hayat

Okuma hazzıyla paralel bir şey söyleyeceğim. Dil hazzı… Aslında çok ciddi ölçüde dil kaybı yaşayan bir ülkede yaşıyoruz aslında dilimiz krizde. Dil yanlış kullanılıyor. Kelimeler yanlış kullanılıyor. Sözcük… Zaten 300 sözcükle konuşan bir milletiz şimdi o 200’e inmiş durumda. Gündelik hayatını 200 kelimeyle döndüren bir toplumda sen iki-üç bin kelimelik bir kitap yazıyorsun. Onun oraya ulaşması zaten bir sürü engelle karşılaşıyor… Neler yapılabilir, pek çok şey yapılabilir ama bu konuşmanın boyutunu aşan bir şey…

Dijital Hız ve Kitabın Ritmi

Bu hız, dijital hız dediğimiz, kitabın ritmini belirliyorsa, sen, kitabı, kitabın gerektirdiği hızla değil de devrin gerektirdiği hızla, dönemin getirdiği hızla yazıyorsan zaten içerikte kalmıyor ya da senin dünyan kalmıyor ortada. Bu hız kutsayıcılığı da çok dikkat edilmesi gereken bir şey. Her kitabın ihtiyacı olan, okurdan beklediği, ona ayırması gerektiğini düşündüğü bir zaman vardır. Biz okur yetiştirin derken biraz bunu kastediyoruz, has okur, hakiki okur dediğimiz.. Bazı okurlar var yazara arada bir uğrar gider, üç beş sene sonra yine gelir ya da hiç gelmez. Bazısı adım adım takip eder ama önemli olan nitelikli okurun destek vermesidir. Kitapçılar, dağıtımcılar, yayıncılar artık başka bir eşikteyiz ve hepimiz birbirine bağlı bir hayat yaşıyoruz. 

Ne kadar ömrüm var bilemem ama ben hayatını edebiyata, sanata, kültüre adamış biri olarak bugüne kadar ne yaptıysam onu yapacağımı söylemiştim ve yine aynı şeyi söylüyorum.”

Previous Story

İBB, Şair Orhan Veli’nin Mezarını Onaracak

Next Story

Çamura Basmamak için Kullanılan Taş, Lahit Parçası Çıktı

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.